Selim Bey, Sevgi’nin babasının eski bir arkadaşıdır. Bir gün onu ziyaret etmeye gelir. Ancak Sevgi’nin babası evi terk ettiğinden onu göremez. Annesi misafir kalması için öneride bulunur. Sonrasında Sevgi, annesi ve Selim Bey birer dost olurlar. Sevgi’nin annesi rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldıktan ölümüne kadar geçen süre içerisinde Selim Bey Sevgi’nin hep yanındadır. Manevi boyutta bir amca yahut bir abi kimliğini taşır. ‘Selim Bey’ bölümü de bir reel gerçeklik düzleminde yazılmıştır. Zamandizinsel anlatım burada da geçerliliğini korur. Ancak olaya derinlemesine bakıldığında bu bölüm içerisinde de oyun kavramı bulunmaktadır. Atay büyük bir ustalıkla oyunu reel düzlemin içerisine yedirmiştir. Selim Bey eski bir anısını Sevgi’ye anlatır. Bu anı Selim Bey’in eşi öldükten sonra yaşadığı boşluğu doldurmak için yaptıklarıdır. Her gün tren garının karşısındaki meyhanede içki içen Selim Bey, sanki bir yakınını bekliyormuş gibi yaparak insanları izler. Mutlu olan insanlar, sevdiklerine kavuşanlar, oğlunu askere gönderenler, her çeşit insan garda bulunmaktadır. Selim Bey’in artık bir gar oyunu vardır. Yıllarca ölmüş eşinin trenden inip ona gelmesini beklerken acıklı bir oyun kurmuştur kendisine.
Üstkurmacanın bir özelliği olan metin içerisinde metin kavramı, Selim Bey bölümünde de bulunur. Selim Bey gençken yazdığı denemelerini Sevgi’ye okur. Ancak hepsi saklı kalmış, basılmayan yazılardır. Selim Bey yazıları için şunları söyler: ‘‘Belki de bu değersiz kırıntıları, ilerde bir heyecan yaratsın diye yarıda kesmişimdir.’’(Atay, 2015b, s. 196) Atay’ın burada üstü kapalı bir göndermede bulunduğu söylenebilir.
Reel anlatım düzleminde aktarılan bir başka bölüm de ‘Mum Işığı’ bölümüdür. Sevgi annesinin mezarını ziyaret ederken bir kadınla tanışır. Bu ‘siyahlı kadın’dır. Mistik bir havası vardır. Konuşma tarzı ve kişiliği ile diğer insanlardan oldukça farklıdır. Sevgi ile görüşmeleri sıklaştıktan sonra, Sevgi bu kadınla aynı evi paylaşmaya başlar. Kadın Sevin Seydi gibi ressamdır. Sanat çevresinden arkadaşları ile Sevgi de arkadaşlık kurmaya başlar. Hikmet ile bu arkadaş görüşmeleri sırasında tanışır. Sevgi kırıklarla dolu olan hayatını tamir etmek için Hikmet ile evlenir.
Atay’ın ‘Tutunamayanlar’da geniş bir hacimde kullandığı ‘İsa imgeseli’ ‘Tehlikeli Oyunlar’ romanında da mevcuttur. İmge kullanımı ile soyutu somut yapan Atay, İsa imgesini yine bir ‘tutunamayan’ tırnağı içerisinde metine yedirir. Kuşkusuz ki imgenin en fazla hacim kazandığı bölüm on altıncı yani ‘Son Yemek’ bölümüdür.
Atay bu bölümü Leonardo Da Vinci’nin ‘Son Akşam Yemeği’ tablosundan esinlenerek yazmıştır. Kendi deyimiyle bu bölüm bir ‘climax’tır. Günlüğüne konu ile ilgili şu notları almıştır: ‘‘Kerhane Climax’ı gibi burada da bu olayla ilgili bir ‘gerilim yükselmesi’ olabilir.’’(2014, s. 32) Son yemek bölümü romanın kurgusunda doruk noktasıdır. Gerçek ile hayal tamamı ile birbirine karışır. Okuyucuya bir solukta yazılmış izlenimi verir. Akış hızı çok yüksektir. Atay, bu bölümde hayal gücünün sınırlarında dolaşmıştır. Hikmet, çevresindeki tüm kişileri akşam yemeğine çağırır.(Ecevit, 2011, s. 349) Burada Hikmet, İsa rolünü üstlenmiştir. Ancak ilk romanda olduğu gibi Hz. İsa’nın dini motifleri bir kenara bırakılarak tamamen insani özellikleri üzerinde durulmuştur. Hikmet de İsa gibi yalnız ve anlaşılamayan bir insandır. Çevresinde onu hor gören seviyede yabancılaştıran insanlar bulunur. Hikmet’in akşam yemeğine çağırmadığı tek kişi Bilge’dir. Bilge’nin hayata tutunabilen bir insan olmasından dolayı bu yemekte yeri yoktur. Bu büyük akşam yemeğinde konuşulan konu Yahuda’nın İsa’ya ihanetidir: ‘‘ ‘‘Hazreti İsa, mürai Yahuda’ya itimat etmekle son derece vahim bir hata işlemişti. Her ne kadar Hazretin başka bir çareye müracaat imkanı kalmamışsa da, bütün esrarını böyle bir şahsa ifşa etmekle, beşeriyetin bir fırsatını daha heba etmiş oluyordu. Hazreti İsa, ikinci vahim hatasını, Yahuda beşeri zaaflarla mahmuldur ve bu sebeple fiilinde bir kusur yoktur, şeklinde düşünmek suretiyle işledi. O İsa ki, kendisinde en küçük bir tereddüdü bile affetmezdi; nasıl olmuştu da böyle bir fikri sabite duçar olmuştu? Kanaati acizaneme göre, Hazret İsa da burada beşeri bir zaaf göstermişti. Yahudaİskariyot’un büyük bir tehallük ile İsa’nın nazariyesine iştiyak göstermesi, onu bu hatalı tefsire maruz bırakmıştı. İsa da, Allah ile olan bütün yakinliğine rağmen, O’nun bedende bir tecellisi olduğu için, müddei hayatında asgari bir insan tarafından takdir ve alaka görmek arzusuna mail olmuştu. İnsaniyetin tamamı tarafından terk edilmek, onun dahi tahammül edemeyeceği bir muamele idi. Filhakika çarmıhta, ‘‘Allah’ım, Allah’ım, beni hangi sebeb ile terk ittin?’’ diye feryad ederek, bikesliğini veciz bir şekilde ifade eylemiş idi. Yahuda ise, vazifesinin cesametini idrak etmekten aciz bulunan bütün nev-i beşer gibi, Hazret’in nazariyesine, daha evvelki havariyunun izhar eylemediği bir heyecanla ram olmuştu…’’(Atay, 2015b, s. 441)
Dini imgelerin yer verdiği bu bölüm Oğuz Atay’ın kalemi ile oyunsu bir hava içerisinde sunulmuştur. Tarihteki yaşanmış olayları kurmaca düzleme taşıyan Atay, dini imgeleri kullanmayı karakterler üzerinde de gerçekleştirmiştir. Atay, Hristiyanlıkta geçerli olan ‘Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’ üçlemesini, ‘Tehlikeli Oyunlar’ın karakterleri üzerinde vermiştir. Hikmet Benol ‘Oğul’ rolündedir. Yani Hz. İsa ile koşutluk içerisindedir. Ona her zaman akıl vermeye çalışan ve destekçi rolünde bulunan Albay Hüsamettin Tambay ise ‘Baba’ yani ‘Tanrı’ rolündedir. Dul kadın Nurhayatİyicel ise ‘Kutsal Ruh’ ayağını oluşturur. Ancak içeriğe bakıldığı zaman Nurhayat karakteri ‘Meryem Ana’ ile daha çok uyum içerisindedir.(Ecevit, 2011, s. 347)
Atay, sadece dini imgelere yer vermez romanında. Sevdiği kadın yani Sevin Seydi bir ressamdır. Atay roman kahramanı Hikmet’e şunları söyletir: ‘‘Aklımın içini örümcek ağları sardı; kafamın sandalyelerinde elbiseler, gömlekler, çoraplar birikmeğe başladı; kurduğum hayaller, bir bekar odasının dağınıklığına boğuldu. Düşüncemin duvarlarına resimler asmak istediğim halde bir türlü olmadı. Belirli noktalara biriken eşya, odanın çıplaklığını daha çok ortaya çıkardı…’’(2015b, s. 24) Bu metin kesiti, Oğuz Atay’ın yalnız kaldıktan sonraki yaşantısı ile birebir benzer özelliktedir. Yoğun bir otobiyografik anlam içermektedir.
Oğuz Atay’ın metinde yaptığı metinlerarası yolculuk, ‘son yemek’ ve ardından gelen ‘düşüş’ bölümlerinde büyük anlam kazanır. Konu ile ilgili günlüğüne şu notları aktarmıştır: ‘‘Shekespeare, insanın düşüşündeki büyük çelişkileri vermek için, düşüşü daha keskin bir şekilde ifade etmek için, onu önemli bir kişi yapıyor önce: bir kıral, bir prens, bir kumandan. Onun düşüşü daha acıklı oluyor. İnsanın hayatında, bence, kendini öyle yüksek ve parlak gördüğü anlar vardır ki –ya da bazı insanlar için, önemli kişiler olmasalar da vardır- düştüğü anda, böyle zamanların hayaliyle, bir prensin düşüşü kadar acıklı gelebilir ona bu ‘felaket’. Trajedi kahramanının kafasında yaşattığı ‘çatışma’, özellikle başlangıçta gerçek çatışmaya oranla çok büyütülmüştür. Hatta, kahramanın, kendisini çatışma halinde gördüğü ‘rakip’, çoğu zaman bunun farkında bile değildir. Sonunda, (Hamlet’te olduğu gibi) kahramanın saldırılara karşı kendini koruması ile başlayan ‘gerçek bir çatışma’ ortaya çıkar… Sevgi’yle ilişkisinde, Hikmet bütün zorluğun, bazı şeyleri öyle değil de böyle yapmamasından doğduğunu sanıyor… Bütün dünyanın ona karşı olduğunu sanmanın verdiği bir kabus bu. Yalnız, paranoyak değil Hikmet; gerçekleri görebiliyor. Fakat, kendi de nasıl olduğunu anlamadan birdenbire kuşkular cehenneminde buluyor kendini ve kapılmaktan ve gittikçe acılaşmaktan kurtaramıyor kendini… Belki bir yaşantıyı sonuna kadar sürekli izlemenin, bitirmenin, bir çeşit ölmek olduğunu hissediyor. Yarım yamalak yaşantılar sürdürerek, bütün ölümlerden kaçıyor.’’(2014, s. 52-54-56) Shekespeare gibi Atay da ‘Tehlikeli Oyunlar’da düşüşü keskin bir şekilde vermiştir. Akşam yemeği gibi kurgusal bir doruktan sonra Hikmet’in düşüşü gerçekleşmiştir. Hikmet tüm yaşantısı boyunca her şeyi yarıda bıraktığı gibi yaşamayı da yarıda bırakmıştır. Yaşayarak ‘tehlikeli bir oyun’ oynamıştır. Oyunların sonu geldiğinde ise düşüşü gerçekleşmiştir. Atay’ın roman kişisine verdiği karanlık izlenim okuru depresyona sürüklemekten çok düşünmeye sevk eder. Tıpkı Kafka’nın düşüncesi gibi okuyucuya derin ve sarsıcı bir metin armağan eder. Dostoyevski gibi insanın kendisi ile hesaplaşma olgusu tüm metne yayılır.
Kurmaca ve gerçekliğin birbirine karıştığı metinin ‘en büyük hazinemiz aklımızdır’ bölümünde Hikmet, topluma empoze edilmiş ‘akıl’ kavramının üzerinde durmaktadır.(Ecevit, 2011, s. 350-351) Atay’ın ‘Bir Bilim Adamının Romanı Mustafa İnan’ adlı eserinde üzerinde sıkça durduğu ‘duygulu akıl’ kavramı, ‘Tehlikeli Oyunlar’ romanında Hikmet’in ağzından serzenişte bulunarak verilir. Salt matematiksel akıl bir kenara bırakılmalıdır ve birey aklı ile karar verirken duygularını da işin içerisine katmalıdır. Hikmet, büyük oyun bölümü içerisinde düşüncelerini şu şekilde ifade eder: ‘‘Onlara bir şey vermeyeceğim albayım. Onlara örnek olacağım. Birer deneme tavşanı olmaktan kurtulmaları gerekiyor artık. Dünya artık ikiye ayrılmalı. Yeter derecede bir arada yaşandı. Descartes’ın kurallarına göre yaşamak isteyenler ayıklanmalı artık…’’(2015b, s. 350) Sonralarda ise Albay ile Hikmet birlikte bir şiir yazarlar akıl ile ilgili: ‘‘En büyük hazinemiz aklımızdır/Aklımıza güvenmek hakkımızdır/Hayatta aklımızdır en güzel şey/Akılsızlar bize kulak verin hey!’’(2015b, s. 416)
‘Tehlikeli Oyunlar’ın ana çerçevesine bakacak olursak ‘Tutunamayanlar’dan daha bilinçli yazılmış bir roman olduğunu görürüz. Oğuz Atay ilk yazdığı romanın karmaşık dokusunun bilincindedir. İkinci romanı için düşünmeye başladığı sıralarda günlüğüne şunları yazmıştır: ‘‘Aklımdan bir şeyler geçiyor ara sıra. Unutuyorum. Geldiği anda bu deftere yazmalıyım. ‘Tutunamayanlar’ gibi sayfa bir diye başlamak olmaz. Çok dağılıyorum.’’(2014, s. 14) Atay’ın yaşamı boyunca aldığı tüm birikim ‘Tutunamayanlar’ gibi ikinci romanı ‘Tehlikeli Oyunlar’da da kendisini göstermiştir. Genel açıdan bakacak olursak roman, bireyin sosyal mücadelesini anlatmaktadır. Hikmet de ‘Selim’ ve ‘Turgut’ gibi ‘tutunamayan’ bir insandır. Çevresi ve kendisi ile yaşadığı sorunlar ‘Tehlikeli Oyunlar’ ı bir itiraf metni yapmaktadır. İlk iki roman da kaybolmuş insanların kendisini bulma çabasını aktarır. Ancak ilk romana göre bakıldığında olaylar daha geniş yer tutmaktadır. Daha düşünme aşamasında olan roman ile ilgili Oğuz Atay günlüğüne şu notları almıştır: ‘‘Tutunamayanlar’dan daha canlı ve entrikalı bir olay olsun istiyorum. Biraz hareket olsun istiyorum…’’(2014, s. 30)
Romanın son sahnesi otobiyografik bir göndermeden oluşur. Beklenen ilgiyi göremeyen Atay, Albay Hüsamettin Beye Hikmet için bir yazı göndertir: ‘‘Muhterem gazetenize, Bugün, oturduğum evde elim bir hadise cereyan etti… Benim tebarüz ettirmek istediğim husus, merhumun tamamlamaya imkan bulamadığı çalışmalarıyla alakalıdır. Merhum Hikmet Bey kardeşimiz, benim kanaatimce emsalsiz bir piyes muharriri olmak için fevkalade gayret sarf eden mümtaz bir kalemdi. Benim bu vesileyle efkarıumumiyenin dikkatine arz ettiğim nokta, eğer bundan sonra böyle elim hadisatla karşılaşmayı arzu etmiyorsak, alınması icap eden tedbirlerin artık mecburi olduğunu artık idrak etme zamanının gelip de geçmekte olduğu hususunda lüzumlu bir ikazdan ibarettir… Bendenize göre artık resmi makamların bu meseleye müdahale zamanı gelmiştir. Selahiyetli mercilerin lakayıtlığı sebebiyle bu memleketin artık başka Hikmetler kaybetmeye tahammülü kalmamıştır. Alakanızı çekerim. Hikmet Bey, sanat dünyamızın hakiki bir kaybıdır. Cemiyet, bu aziz şahsiyeti yalnız bırakmakla büyük bir facia külliyatından mahrum kalmıştır… Sorarım sizlere, hangi dimağ, kaleme almayı tahayyül ettiği faciaları derununda bütün hayatınca aynı tahammülle taşımağa devam edebilir?’’(Atay, 2015b, s. 471-472)
Romanın son paragrafı ise geleneksel okura seslenir: ‘‘Hava kararıyordu. Köşeden bir genç kızla bir genç adam göründü kol kola. Delikanlı bir şeyler anlatıyordu, genç kız da başını sallıyordu. ‘‘Bana kalırsa filim biraz karışıktı,’’ dedi genç adam. ‘‘Bazı yerini anlamadım.’’ ‘‘Canım,’’ dedi kız, ‘‘Sonunda çocuk ölüyor işte.’’ ‘‘Aptal,’’ dedi delikanlı, ‘‘O kadarını biz de anladık.’’’’(2015b, s. 474)
KAYNAKÇA
1- Atay, Oğuz. 1987-2014, Günlük, İletişim Yayınları, İstanbul.
2- Atay, Oğuz. 2015, Tehlikeli Oyunlar, İletişim Yayınları, İstanbul.
3- Atay, Oğuz. 2015, Tutunamayanlar, İletişim Yayınları, İstanbul.
4- Ecevit, Yıldız. 2005-2011, ‘‘Ben Buradayım…’’ Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası, İletişim Yayınları, İstanbul.
5- Ecevit, Yıldız. 2014, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İletişim Yayınları
6- Dostoyevski, Fyodor. 2015, Yeraltından Notlar, (Taluy, Nilay, Çev.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
7- Kafka, Franz. 2010, Dönüşüm, (Akdağ, Nur, Çev.), Arya Yayıncılık, İstanbul.
8- Shekespeare, William. 2015, Hamlet, (Eyüboğlu, Sabahattin, Çev.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
9- Türker, Elif. 2012, ‘Ve Turgut Özben.’(s. 169-176) Türker ve İnci (Ed.), Oğuz Atay İçin Bir Sempozyum, İletişim Yayınları, İstanbul.
NOT: Görsel https://www.goodreads.com/author/show/139434.O_uz_Atay adresinden alınmıştır.