TR

Üçüncü Kılıç – İzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin

ÜÇÜNCÜ KILIÇ

İzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin

Kitap Künyesi: Kemal Arı, Üçüncü Kılıç: İzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin, İzmir Zeus Kitabevi, 2013.

 

Üçüncü Kılıç- İzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin adlı eserde, tarihin az bilinen ya da bilinmeyen bir sayfası aydınlatılır. Arı, kitabında tarih kitaplarının ücra köşesinde kalan bir konuyu, bir bilim insanı nesnelliğiyle ele almış okuyucuya önemli bir eser armağan etmiştir. Sakarya Muharebesi sonrası Buhara Cumhuriyeti’nin tebriki ve Mustafa Kemal’e üçüncü kılıcın teslim edilmesi, İzmir’in kurtuluşuyla beraber üçüncü kılıcın Yüzbaşı Şerafettin’e teslimi, İzmir’i terk etmeye hazırlanan Rumlar ile İzmir’den çekilen Yunan askerlerinin durumları, Kadifekale, Sarıkışla ve Hükümet Konağına bayrak dikilmesi ve Yüzbaşı Şerafettin.

—————————————————————————————————————–

Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinde 1914-1918 yılları dönüm noktalarıdır. 1.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan devletler içinde yer olan Osmanlı yurdu, imzalanan Mondros Mütarekesiyle işgale açık hale gelmişti. Ülkenin her yerinde düşman birlikleri bir ateşkes antlaşmasının maddelerini antlaşma metni maddeleriymiş gibi uygulamaya çalışıyorlardı. İşgaller doğuda, batıda, güneyde ve kuzeyde tüm hızı ve şiddetiyle devam ediyordu. Tüm Ege, Yunan işgali altındaydı. Güçlü ve kalabalık Yunan ordusu düzenli ordu birlikleri karşısında Batı cephesinde birbiri ardına yenilgiler alıyor, gün geçtikçe gücünü kaybediyordu.  Sakarya Meydan Muharebesi, Türk ordusunun son saldırı savaşı olarak tarih sayfalarına geçerken, Yunan ordusu mutlak mağlubiyeti kabullenmek zorunda kalıyordu. Bundan sonraki tarihsel süreçte işgal altındaki tüm şehirlerin kurtuluşları gerçekleşti.

Yazar, eserini tarihsel sürecin gerçekliği içinde kaleme almıştır. Üç ana bölümden oluşan kitapta Türk Bağımsızlık mücadelesinin bir bölümü ele alınmış, mücadelenin gizli ve gerçek kahramanlarının unutulması konusuna dikkat çekilmiştir. İlk kısımda Kurtuluş Savaşı’nın aşamaları, ikinci kısımda İzmir’in kurtarılması ve sonrasında yaşananlar üçüncü kısımda ise 9 Eylül’den sonra Yüzbaşı Şerafettin’in hayatı. Kitabın yazımında Yüzbaşı Şerafettin’in kızı Gönül Hanımın da büyük katkıları olmuştur.

Yazar, eserinde ulusal bağımsızlık mücadelesinin de önemli bir bölümünü ele alarak, toplum olarak geçmişimize sahip olunması gerekliliği üzerinde durmaktadır. Tarihsel kahramanların geçen zaman içerisinde unutulduklarını dile getiriyor. Yüzbaşı Şerafettin, İzmir’e ilk olarak giren ve hükümet konağına Türk bayrağını çeken, Atatürk tarafından kendisine “İzmir” soyadı verilen bir komutandır. Dönemin gazete sayfalarında İzmir’in kurtuluşuyla ilgili yazılan yazıların yanında yer alan fotoğraf karelerinde Arı, Yüzbaşı Şerafettin’i şöyle betimliyor:

Mustafa Kemal Paşa, Müşir Fevzi Paşa, İsmet Paşa gibi önemli isimlerin boy boy resimlerinin yanında adı o güne kadar hiç duyulmamış, rütbesi ve yaşı bu kişilerle kıyaslanmayacak kadar küçük olan genç bir zabit, alçakgönüllü görüntüsüyle yer alıverdi. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseyiş vardı; hafif kara yağızdı (s.25).

1.Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ile vatanın tüm toprakları işgale açık hale gelmiştir. Anadolu toprağı sömürgeci güçler karşısında savunmasız bir haldedir. İşgaller karşısında bölgesel direnişler başlamış, halk var gücüyle toprağını sömürgecilere karşı korumaya başlamıştır. Mustafa Kemal’in etrafında birleşen direniş grupları, Türk devriminin eylem aşmasını başlatmıştır. İşgaller pek çok tepkiye neden olmuş, ama en büyük tepki İzmir’in işgaline karşı verilmiştir. İngilizlerin desteklediği Yunanlılar büyük bir tepki karşılaşmışlardır. Uzun yıllar huzur ve güven içinde Osmanlı topraklarında yaşayan Rumlar şimdi Anadolu insanının karşısında, arkasındaki güçlerin sömürgeci anlayışlarına hizmet etmektedirler.

Ulusal bağımsızlık savaşı yoğun olarak Batı cephesinde gerçekleşmiştir. Yunanlılar 15 Mayıs 1919’da İzmir’e asker çıkarmış büyük kıyımlar yapmışlardır. İzmir’in kurtuluşu tüm Türk milletinin vazgeçilemez amacı olmuştur. İzmir’le başlayan Yunan İşgali Anadolu’nun içlerine doğru ilerlemektedir. Türk ordusu yine de bu saldırıları durdurabilmiş ancak kimi zamanda geri çekilmek zorunda kalmıştır. Batı cephesinde I., II.  İnönü ve Eskişehir Kütahya Savaşları ve 21 gün 22 gece süren Sakarya Savaşı. Mustafa Kemal ne pahasına olursa Sakarya’nın doğusuna çekilmiş, birliklere savunma düzeninden çıkılarak saldırı emri veriyor ve düşman Sakarya nehrinin batısına atılıyor. Şimdi büyük bir zafer yaşanıyor. Geri çekilişin son aşamasında Sakarya Savaşı Yunan ordusunun yenilgisiyle son buluyor. Yazar, savaşın sonunda elde edilen galibiyet mutluluğunu şöyle dile getiriyor:

Bu büyük zafer, yurt içinde büyük bir coşkuyla karşılandı. Türk Ulusunun ortak belleğinde, sömürgecilerin yenileceği yönünde var olan inanç, zaferle birlikte daha da güçlendi. Ülkenin her tarafında büyük şenlikler yapılıyor; bu büyük zafer coşkuyla kutlanıyordu. Anadolu dışındaki Türk ve Müslüman topluluklar da Anadolu’daki bu büyük zaferi büyük bir sevinçle karşıladılar (s.13).

Mustafa Kemal önderliğinde kazanılan Sakarya Savaşı, Arı’nın yapıtında da belirtildiği gibi sadece Türkiye’de değil aynı zamanda Anadolu dışında ezilen, baskı altında olan tüm Türk ve Müslüman coğrafyalarda büyük sevinçle karşılanıyor. Bunlardan bir tanesi de Buhara Cumhuriyeti’dir. Buhara Cumhuriyeti eserde şöyle anlatılmış:

Buhara, Batı Türk elinde bir şehrin adıdır. Bir zamanlar burada bir Buhara Hanlığı kurulmuş, ama Rusların istilasıyla yıkılmıştı. 1917’deki Bolşevik Devrimi üzerine, Buharalılar bir cumhuriyet kurmuşlardı. Kurtuluş Savaşı günlerinde Buhara Cumhuriyeti henüz Kızıl Ordu tarafından işgal edilmemişti. Kısmen özerk bir Türk devleti olarak varlığını sürdürüyordu (s.14).

Buhara Cumhuriyeti sadece Sakarya Savaşı sonrasında kazanılan zafere sevinmekle kalmamış, aynı zamanda Anadolu’da ortaya çıkan yeni oluşla temasa geçmek için Buhara’dan bir heyeti beraberindeki hediyelerle birlikte Ankara’ya göndermişti. Bu hediyeler arasında Arı’nın kitabının adı olan Üçüncü Kılıç’ta yer alıyordu. Buhara Cumhuriyeti, Anadolu’daki bu yeni hükümete üç tane kılıç ve bir de Kur’an-ı Kerim göndermişti. Buhara cumhuriyeti bu savaşı kendi savaşları gibi görüp her türlü desteği vermiştir. Bizzat seçilen kılıçlar ve Kur’an-ı Kerim Mustafa Kemal’e takdim edilmiştir.

Buhara Hükümeti, Kuran-ı Kerim’in Türk Milleti’ne armağan edilmesini, üç kılıçtan birini Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın, ikincisini Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın kabul etmesini rica etmişti. Üçüncü kılıcın ise, İzmir’e ilk giren kahramana verilmesini Mustafa Kemal Paşa’dan istemişti “Üçüncü kılıç”, İzmir’in Kurtuluşu ile sanki özdeşleşmiş gibiydi. Batı Cephesi Komutanlığı bir genelge yayınlayarak, bu değerli kılıcın, İzmir’e ilk girecek zabite verileceğini açıkladı. Yüreği İzmir düşüyle yanan bütün subay ve erlerin arzusu, üçüncü kılıca sahip olmaktı” (s.19).

Ülkeyi kurtaran, İzmir’e Türk bayrağını çeken ilk kahraman olmak için birçok komutan canını feda ederek kılıç sallamak için en önde yer almak istedi. Bunların içinde annesi Trabzon babası Kırım doğma büyüme İstanbullu bir yüzbaşı vardı. O da ilk önde gelen komutanlardan birisiydi. İzmir hayali ile yanıp tutuşan bu yüzbaşı savaş boyunca en ön saflarda yer aldı.

Kurtuluş Savaşı’nda pek çok muharebeye katılan Şerafettin Bey, savaş boyunca 1.Süvari Tümeni 14. Alay ile Sakarya; Mürettebat Süvari Tümeni ile Döğer cephelerinde ve 2. Süvari Tümeni, 4. Alayı ile de Belova, Kula, Dreköy, Sabuncubeli ve Bornova’da savaştı (s.24).

Kütahya Eskişehir Savaşlarında Yüzbaşı Şerafettin 2. Tümende bölüğünün başında yer almıştır. 2. Süvari Tümeni kumandanı Miralay Zeki Bey komutasındaki süvari birliklerinin görevi Trikopis’in arkasından dolaşarak iç bölgelerden özellikle Yunan komutan Diyenis’ten Trikopis’e desteğin gelmesini engellemekti. Bu başarıldı. Trikopisçok zor durumda kaldı. Başkomutanlık meydan muharebesi zaferle sonuçlandı. Yunan askerleri geçtikleri yerlerdeki halklara her türlü kötülüğü yapıyor halkı soyup soğana çevirip canlarına kastediyordu.

8 Eylül günü süvari tümeni İzmir’e girmeye hazır hale gelmişti. Yerel gazetelerde Uşak ve Alaşehir’in Türkler ’in eline geçtiğinin anlaşılması Yunan cephesinin çöktüğü haberleri halkta tedirginliğe sebep olmuştu. Türklerde ise bir sevinç başlamıştı. 15 Mayıs 1919’da Türklere yapılan katliamların Türkler tarafından kendilerine yapılacağını düşünüp korkuyorlardı. Türklerde direnişin sonuna gelmişlerdi. Türklerde telaş içinde bulunuyordu onların korkusu da cepheden gelen Yunan askerlerinin iç kesimlerde yapmış olduğu Türk kıyımı vakalarının İzmir’i terk etmeden önce İzmir’de de yaşanacağı korkusuydu. Bu amaçla mecburen Türk evlerinde fenerler yaktırıldı. Muayyen saatte çanlar çalınca yağma ve katliamlar bu fenerlere göre başlatılacaktı. Bu nedenle Türklerde korku ve telaş içindeydi. 7 Eylül günü İzmir semalarında süzülen bir Türk uçağı içlerde kıvılcımlar oluşmasını sağladı. 8 Eylül günü İzmir Limanı bir telaş içinde askeri eşyaların, askerlerin gerekli evrakların ve zengin kesimin fahiş fiyatlarla tuttukları gemilere yüklenmiş eşyaları ve akrabaları ile dolup taşmıştı. Götürülemeyen eşyalar olduğu yere bırakılmış durumdaydı. Rum Metropolithanesi insanlara silah dağıtıyordu kendilerini savunmaları için. Bazı askerler gemilere binememiş ellerinde silahları ile kalmışlardı.

Türkler kendilerini bu çekilme sırasında korumaya çalışıyordu. Bulundukları yerleri uyumadan nöbetleşe korumaya çalışıyorlardı. Bu sırada bazı Rumlar geride kalan askerler ve halkla bir direniş oluşturulabileceğinden bahsediyorlardı. Ancak bu düşüncelerini gerçekleştirecek imkânları bile yoktu. Yunan valisi Stergidais düne kadar Ege ve çevresinin özerk bir bölge olmasından bahsediyordu. Şimdiyse tüm resmi evrakları da toplayarak hükümet konağının kapısına kilit vurarak şehirden uzaklaşıyor, Yunan halkı da kendisini lanetleyerek uğurluyordu.

Bu arada müttefiklerde savaşın kaybedildiğinin farkına varmışlardı ve oluşacak yeni oluşumu merak ediyorlardı. Kenti de Türklere teslim etmeye hazırlanıyorlardı. İngiliz ve Fransız donanmaları da bu kargaşa ortamında kendi vatandaşları ve ticarethaneleri zarar görmesin diye asker çıkarma yoluna gidiyordu.

20. Alayın 2. Bölüğünden mülazım Enver Efendi tehlikeleri hiçe sayarak 9 Eylül sabah 05.30 da İzmir’e 15 km uzaklıktaki bir yere ulaşarak İzmir’i izlemeye başlamıştır. Yakınındaki bir yeri köy sanmış olsa da orası Bornova’ydı. Arkadan çeşitli birlikler geldi. Yüzbaşı Şerafettin’in birliği bunlardan biriydi ve yüzbaşı bu manzaradan çok etkilenmişti. Zeki Bey, emrindeki Yüzbaşı Şerafettin’e bir başka bölük daha vererek öncünün öncüsü olarak ilerleme emrini verdi. Artık tüm umutlar Yüzbaşı Şerafettin’in omuzlarında hızlı bir şekilde ilerlemekteydi. 4. Alayında öncü birliğinin başındaydı. Yüzbaşı Şerafettin şehre girdiğinde Rum halk pencerelerine başka ülkelerin bayraklarını asarak olası bir katliam düşüncesi ile bu durumdan kurtulma yolunu seçmişti. Süvariler hızlı bir şekilde ilerliyordu. Pek çok yerden ateş sesleri geliyor, evlerden kurşun atılıyordu. Saat 9.00’da Bornova Hükümet Konağına girildi. Arkasından Mersinli yönüne hareket edildi. Burada düşmanla karşılaşıldı. Yüzbaşı Şerafettin durmadı. Silahları atın dedi ve yola devam etti. Yüzbaşı Şerafettin’in düşündüğü gibi askerin psikolojisinin ne kadar bozuk olduğu görülüyordu. Silahları at denildiğinde atıyorlar, askerlerde bu silahları toplayarak yola devam ediyordu. Bu durum Halkapınar’a kadar sürdü.

Yüzbaşı Şerafettin Halkapınar’a geldiğinde sazlıkların içinde bir un fabrikası vardı. Burada düşman olabileceğini düşündü. 4 askeri atlarından indirdi ve onlardan yürümelerini istedi. Sazlıklardan ateş edildi. 3 asker şehit oldu. 1 asker yaralandı. İzmir’in bir an önce kurtarılmasının verdiği ateşle Alsancak’a doğru yola devam ettiler. Alsancak istasyonunda düşman olabileceği fark edildi ancak Alsancak’a girildi. Burası Frenk mahallesiydi. Görünürde Türk yerleşim yerleri ile alakası olmadığı ortadaydı. Yüzbaşı Şerafettin ortalıkta gezen asker halk ve yabancıların arasından geçerek kordona ulaştı. Kordonda sayısız düşman subayı ve askeri vardı.  3 bölükten oluşan Yüzbaşı Şerafettin’in askerleri çeşitli çatışmalardan dolayı 40 kişi kalmıştı. Ve yüzbaşı burada bir savaşa girerek müfrezesini mahvetmek istemiyordu. Hükümet konağına doğru ilerliyordu. Bu arada kordondaki yabancı deniz askerleri tarafından selamlanıyordu. Halk arasında bulunan çok az Türk’te sevinç gösterisinde bulunuyordu Yunanlılar köyleri ateşe vermelerine rağmen Yüzbaşı Şerafettin de en ufak bir taşkınlık gözlenmiyor, düzenden ödün vermiyordu. Yabancıların takdir ve hayranlığını alarak hükümet konağına doğru son hızla ilerliyordu. Yüzbaşı Şerafettin herkesin selamları eşliğinde pasaporta ilerlerken elinde bomba olan bir vatandaş elindeki bombayı atmaya çalışırken Yüzbaşı Şerafettin fark etti ve atı o anda şaha kalktı. Bomba atının ayaklarının altında kaldı ve atın karnı parçalandı. Yüzbaşı yere düşüp, boynundan ve omzundan yara aldı. Ancak hemen ayağa kalkarak yoluna devam etti.

Yüzbaşı Şerafettin nihayet hükümet konağına ulaşıyor ve konağı kilitlenmiş durumda buluyor. Kapının açılması için görevli aransa da bulunamıyor. Ali Rıza ve Hamdi Beyler konağın yan kapısına ulaşıp Şerafettin Beyi bekliyorlar. Kalabalığın arasında bir çocuk bayrak uzatıyor Şerafettin Beye. Yaralı bir şekilde üst kata çıkan yüzbaşı bayrağı öpüyor. Yunan bayrağını indirerek gazi kanı bulaşmış şanlı bayrağımızı çekiyor. Saatler 10.30’u gösterirken, Buhara cumhuriyetinin getirdiği 3. Kılıcın sahibi de belli oluyor. Kahraman asker Yüzbaşı Şerafettin Bey.

Hükümet Konağına gelen konsolosların amacı, Ortodoks halkın can güvenliğini konuşmak ve ayrıcalıklarını devam ettirmekti. Yüzbaşı Şerafettin güvenliğin ve halkın rahatının sağlanacağı sözünü veriyor. Kentin güvenliği Yüzbaşı Şerafettin tarafından sağlanmıştı. Reşat Bey, Zeki Bey, Mürsel Paşa ve Fahrettin Paşa da güvenlik önlemleri alıyordu. Şehir bir karmaşa içindeydi. Tüm ulaşım araçlarının aktif halde çalışması sağlanarak halkın günlük hayata dönmesi için çaba harcandı. Yunanlıların tüm kuralları kaldırıldı. Düşman askerlerinin inzibat noktalarına teslim olmaları istendi. Uzak yola giden gemilere kısa bir süre için kısıtlamalar getirildi. Kentin güvenliğini ihlal edenlere şiddetli cezalar getirildi yağmacılığa soyunacak olanlara çok ağır cezalar getirildi. Yunanlılar zamanında atanan tüm memurlar görevlerinden alındı.

Yüzbaşı Şerafettin Hükümet Konağına, Teğmen Zeki Bey Sarıkışlaya, Asteğmen Besim Bey de Kadifekale’ye bayrak çekti. Türk kamuoyu bunları büyük bir coşkuyla karşıladı. Herkes İzmir’e bir koldan girdi. Herkes bir yerlere bayrak çekti. Bunların tam olarak bulunması gerekiyordu. İzmir fatihinin bulunması için çok uğraşıldı. Kuşkusuz raporlardan da anlaşılacağı gibi bu kişi Şerafettin Beydi. Pek çok kişi bu gerçeği biliyordu. Gazeteciler bu kişiyle röportajlar yapmışlar, gazetelerde boy boy resimler çıkmıştı. Gazetelerde paşaların yanlarında fotoğrafları basılıyordu. İzmir’e ilk giren zabit belliydi. İzmir’e ilk girenlerle ilgili belgeler ve raporlar gelmeye başladı. 25 kişinin ismi vardı. Aralarından İbrahim oğlu Şerafettin olduğu kesinleşti ve gazi tarafından cuma günü 3. Kılıç törenle kendisine taktim edildi. Daha sonra soyadı kanunu ile İzmir soyadını alarak Şerafettin İzmir olarak anılmıştır.

Yüzbaşı Şerafettin bu başarısından dolayı binbaşı rütbesine getirildi. 1921-22 yıllarında 14 süvari komutan muavinliği ve 1. Süvari tümeni 1. Şube müdürlüğü 4. Süvari alay komutan muavinliği görevlerinde bulundu. Savaştan sonra tatbikat eğitimi komutanlığına getirildi. 1927 de Fransa’ya öğrenime gitti. 1931 de yarbay oldu. 1931-33 41ve 43. Süvari alay komutanlığı yaptı. 30 Ağustos 1931’de yarbay oldu. 1936’da albay oldu. 1940-43’te Kuleli Askerî Lisesinde öğretmenlik yaptı. 1926’da evlendi. Pasaportta atılan bombanın şarapnelinin boynunu yaralaması sonucu parkinson olduğu söylendi. Bu halde görevlerine devam etti. Hastalığın şiddeti artınca 1942’de malulen emekli oldu. 1951’de vefat etti. Cenazesinde 3-4 kişi ve cenazesini taşımak içi askerler gelmişti. Ölümünden sonra kızı Gönül Hanım unutulmuşluğun ve bilerek başkalarının isminin zikredilmesi ile bu yazgıyı babasının İzmir’e ilk giren olduğunu belgelerle kanıtlamaya çalıştı.

Bu eserde az bilinen veya hiç bilinmeyen bir tarihsel gerçek, yazarı tarafından şiirsel bir dil ve akıcı bir üslupla aktarılıyor. Okuyucu, dönemin özelliklerini tarihsel bir roman tadında, serbest bir yazım diliyle keyifle okuyabiliyor.

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR