GİRİŞ
Tarihinde iki büyük dünya savaşı ve daha birçok savaş barındıran Avrupa, savaşlarda verilen kayıplar ve yaşanan savaşlar sonrasında ekonomik çöküntüye neden olmuştur. Uzun zamandır o dönemin önemli yazarlarının Avrupa’ da barışı sağlamak ve korumak için düşündükleri Avrupa bütünleşmesi fikri II. Dünya Savaşı’ndan sonra önem kazanmaktadır. Bu bağlamda ilk somut adımlar 1950 yılında yayınlanan Schuman Deklarasyonu ile atılmıştır. Fransız Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarının akabinde ‘’Schuman Deklarasyonu’’ adını alan belge ile dile getirilen ve 1951 yılında Paris Antlaşması’yla birlikte oluşturulan Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT-CECA) olmuştur.[2] Topluluğun en önemli amacı, savaşta kullanılan kömür ve çelik madenlerinin kullanımını topluluktaki üye ülkelerinin, ulus-üstü bir otoriteye devretmesidir.
1957 yılında Roma Antlaşması sonrasında kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu(AET), üye devletlerarasında ortak bir pazarın oluşturulması ve serbest ticareti amaçlarken, 1958 yılında kurulan Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nun (EURATOM) amacı nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla ve güvenli biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla üye devletlerin araştırma programlarını koordine etmek olarak belirlendi.[3]
1965 Füzyon Antlaşması ile AKTÇ, AET ve EURATOM tek bir kurum ve tek bir komisyon olarak birleştirilerek Avrupa Toplulukları adıyla anılmaya başlandı. Neo-Fonksiyonalizm akımının etkisiyle ‘’entegrasyon’’[4] sürecinin ekonomik alandan siyasi alana da kaydığı görülmektedir. 1992 yılında Maastricht Anlaşması ile Avrupa Birliği entegrasyon sürecini tamamlayarak bu günkü haline gelmiştir.
Avrupa Birliği, ilk genişleme dalgasını 1973’de Birleşik Krallık, İrlanda ve Danimarka’nın katılımıyla başlatırken ikinci dalga ise güneye doğru gerçekleşmiştir. 1981 yılında Yunanistan, 1986 yılında ise İspanya ve Portekiz birliğe tam üye olarak katılmıştır. Avusturya, İsveç ve Finlandiya ise 1995 yılında üye olmuşlardı. 2004 yılında ise Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Litvanya, Letonya, Polonya, Slovakya, Slovenya ve Malta’nın katılımı ve 2007 yılında Romanya ve Bulgaristan’ın, son olarak da 2013 yılında Hırvatistan’ın birliğe katılımı ile üye sayısı 28 olmuştur.[5]
Bu çalışmada Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmek için başlattığı süreçleri inceleyerek uzun yıllardır üzerinde çalışmalar yapılan Türkiye-AB ilişkileri konusuna farklı perspektiflerden bakarak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne neden ihtiyacı var sorusuna cevap aranmıştır. Bu cevabı ararken Türkiye ve AB arasında yaşanan ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel etkileşimler ele alınmıştır.
TÜRKİYE’NİN BİRLİĞE ÜYELİK ÇALIŞMALARI
Türkiye fonksiyonalizm yaklaşımının hakim olduğu Avrupa’da uzun süredir kendine yer edinmeyi amaçlamıştır. Bu anlayış yakın zamanlardan değil, Osmanlı İmparatorluğu döneminde batılılaşma hareketlerinden beri önemini korumuştur. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye kendini iki kutuplu sistemin arasında bulmuş ve kendi güvenliğini ve ekonomisini koruyabilmek için iki kutuplu sistemde taraf olma anlayışı benimsenmiştir. Böylelikle 18 Şubat 1952 ‘de Türkiye NATO ittifakına üye olmuştur. Sonrasında ise Avrupa’da yükselen entegrasyon sürecine dahil olup ekonomik avantajlar elde etmeyi hedefleyen Türkiye, 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile bu günkü Avrupa Birliği’nin kapılarını aralamıştır.[6]
Bu anlaşma ile Türkiye’nin AET’ye entegrasyon süreci başlamıştır ve bu süreç üç aşamalı olarak gerçekleştirilmek istenmiştir. Ankara Anlaşması, Türkiye’nin AET’ye entegrasyonu için hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olmak üzere üç devre öngörmüştür.[7]
“ Hazırlık dönemi ’’, 1 Aralık 1964’te anlaşmanın yürürlüğe girmesiyle başlamıştır. 13 Kasım 1970 tarihinde imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokol ile birlikte, Ankara Anlaşması’nda öngörülen hazırlık dönemi sona ermiş ve “ Geçiş Dönemi ”ne ilişkin koşullar belirlenmiştir. Bu dönemde taraflar arasında sanayi ve tarım ürünleri ile birlikte; kişilerin serbest dolaşımının sağlanması ile Gümrük Birliği’nin tamamlanması öngörülmüştür.
Ancak 1970-1980 arası ekonomik durgunluk ve sonrasında 12 Eylül 1980 de yaşanan askeri darbe neticesinde AET, Türkiye ile ilişkileri dondurmuştur.
1983 yılında Türkiye’de sivil idarenin yeniden kurulması ve 1984 yılından itibaren Türkiye’nin ithal ikameci politikaları hızla terk etmesi ile beraber, Türkiye’nin dışa açılma süreci başlamıştır. Böylece 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren dondurulmuş bulunan Türkiye-AET ilişkilerinin canlandırılması süreci başlamıştır. Türkiye, 14 Nisan 1987 tarihinde, Ankara Anlaşması’nda öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden, üyelik başvurusunda bulunmuştur. Komisyon, bu başvuru ile ilgili görüşünü 18 Aralık 1989’da açıklamış ve kendi iç bütünleşmesini tamamlamadan Topluluğun yeni bir üyeyi kabul edemeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin, Topluluğa katılmaya ehil olmakla birlikte, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu nedenle, üyelik müzakerelerinin açılması için bir tarih belirlenmemesi ve Ortaklık Anlaşması çerçevesinde ilişkilerin geliştirilmesi önerilmiştir. Bu öneri Türkiye tarafından da olumlu değerlendirilmiş ve Gümrük Birliği’nin Katma Protokol’de öngörüldüğü şekilde 1995 yılında tamamlanması için gerekli hazırlıklara başlanmıştır. İki yıl süren müzakereler sonunda 5 Mart 1995 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında alınan karar uyarınca Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Böylece, Türkiye-AB Ortaklık İlişkisinin “Son Dönem’’ine geçilmiştir. Gümrük Birliği, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşme hedefine yönelik ortaklık ilişkisinin en önemli aşamalarından biridir ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine ayrı bir boyut kazandırmıştır.
Türkiye-AB ilişkilerinin dönüm noktası, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’dir. Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. Helsinki Zirvesi’nde, diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmasına karar verilmiştir. Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Konseyi tarafından onaylanmıştır. Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan önceliklerin hayata geçirilmesine yönelik program ve takvimimizi içeren Ulusal Program, 19 Mart 2001 tarihinde Hükümetimiz tarafından onaylanarak Avrupa Komisyonu’na 26 Mart 2001 tarihinde tevdi edilmiştir. Katılım Ortaklığı Belgesi Avrupa Birliği tarafından, 2003, 2005, 2006 ve 2008 yıllarında tekrar gözden geçirilmiştir. Ulusal Program ise, 2003, 2005 ve 2008 yıllarında güncelleştirilmiştir.[8]
17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi’nde, AB-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası daha yaşanmış ve Zirve’de Türkiye’nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlanması kararı alınmıştır.
3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg’da yapılan Hükümetlerarası Konferans ile Türkiye resmen AB’ye katılım müzakerelerine başlamıştır. Yine aynı gün bir basın toplantısı düzenlenerek Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesi yayımlanmıştır. Böylece, Türkiye ile AB arasındaki inişli çıkışlı ilişki, çok önemli bir dönüm noktasını aşarak yepyeni bir sürece girmiştir.
TÜRKİYE-AB DIŞ TİCARET İLİŞKİLERİ
Türkiye AB ilişkilerini uluslararası ilişkiler literatüründeki ‘’karşılıklı bağımlılık’’ bağlamında tartışmamız çalışmamıza katkı sağlayacaktır. Bu yüzden Türkiye’nin AB’ ye ihtiyacı olup olmadığı konusunda istatiksel olarak çeşitli varsayımlar üzerine gidebiliriz. Ekonomik ilişkiler, ülkelerin kalkınması ve ikili ilişkiler açısından oldukça önemlidir. Tabi ki bu konu hakkında kanaat oluşturmamızı sağlayacak tek başlık ekonomik ilişkiler olmamalıdır.
Bugün Avrupa Birliği’ni emperyalist bir birlik olarak görenlerde vardır, büyük bir barış, refah ve demokrasi projesi olarak tanımlayanlarda… Aslında bakarsak bu iki tarafta aynı şeyi söylemektedir. Eleştirel kesim, Avrupa’daki barışı kapitalist ilişkilerin rasyonel bir gerekliliği olarak alır, yani barışın bir araç olduğunu söyler; destekleyenlerse, barışın kendinde bir amaç olduğunu vurgular.[9]
1996 yılında Gümrük Birliğine Üye olmasıyla Türkiye ve AB ekonomik ilişkisi sürekli bir gelişme göstermiştir. Türkiye, Gümrük Birliği sonrasında, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile Avrupa Birliği Bütçesi ve Topluluğun Akdeniz ülkelerine uygulanan programından kredi ve hibe yardımları almaya başlamıştır. Bu yardımların amacı, insan hakları ve Pazar ekonomisi gibi ortak değerler içinde yer alan ülkelerin iç ekonomik ve sosyal gelişmelerine destek olmaktır. Ayrıca birliğe üye ülkeler arasındaki gelişmişlik düzeyi arasındaki farkı en aza indirmekte amaçlanmaktadır.[10]
Bu amaçları gerçekleştirebilmek için Türkiye’nin de bu standartlara ulaşması çerçevesi içinde idari işbirliği fonu adı altında 6 milyon Euro, Akdeniz ülkeleri ile Avrupa Topluluğu’nun ilişkilerinin güçlendirilmesi kapsamında 376,4 Milyon Euro hibe, 205 milyon Euro kredi şeklinde mali yardım ve yenileştirilmiş Akdeniz Politikası adı altında 339,5 Milyon Euro kredi yardımı 2005 yılı sonuna kadar yapılmıştır.[11] 1964 Ankara Anlaşmasından sonra 1999’daki Helsinki Zirvesi’ne kadar geçen süreçte Türkiye’ye yapılan hibe nitelikli yardımlar 526,3 milyon Euro iken; 10-11 Aralık Helsinki zirvesi ve Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Konseyi tarafından onaylanması gibi gelişmelerin yaşanmasıyla 1999-2004 yılları arasında alınan hibe toplamı 930,5 milyon Euro olmuştur. 2006 yılından 2010 yılına kadar yapılan yardım miktarı büyük bir artış göstermiş ve 2.754 Milyon Euro olmuştur.[12] 2010 yılından 2013 yılına kadar da yardım miktarı artarak devam etmiştir. Bu yıllar arasında Türkiye’ye 3.913 milyon Euro yardım yapılmıştır.[13] Bu yardımlarla birlikte Türkiye’ye yapılan yardım miktarı 1964-2013 yılları arasında 19 milyar130 milyon Euro olmuştur.
AB üyesi olamayıp Gümrük Birliği’ne üye olan ilk ülke olma sıfatını taşıyan Türkiye, malların serbest dolaşımını kabul etmiştir. Böylelikle her iki taraf, ithalat ve ihracatta uyguladıkları miktar kısıtlamalarını kaldıracaklardır. Bu durum Türkiye için bazı sıkıntılar doğurabilmektedir. Anlaşma sanayi ve tarım ürünlerini kapsamakta ve Türkiye teknoloji ithal ederken tarım ürünü ihraç ediyordu. Fakat son dönemlerde Türkiye’de ithal ikameci[14] sanayileşme politikalarının da gelişmesiyle birlikte teknoloji üretmeye başlamış ve bu süreci geliştirmeyi hedeflemiştir.
1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı Türkiye’ye Ankara Anlaşması’nda tanımı yapılmış olan klasik gümrük birliğinin ötesinde yükümlülükler getirmiştir.[15] Bu karara göre 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nda ise Gümrük Birliği’nin sadece gümrük vergileri ve eş etkili vergilerin kaldırılması ve Topluluğun üçüncü ülkelere uyguladığı ortak gümrük tarifesine (OGT) uyum sağlanması değil, aynı zamanda bir tarafın diğer taraf üzerinde haksız rekabet avantajı sağlamasına neden olabilecek tüm bozucu mekanizmaların kaldırılması anlamına geldiği anlayışı mevcuttur. Bu anlayış Türkiye açısından, rekabet kuralları, devlet yardımları, ticari tekeller, fikri ve sınai mülkiyet hakları alanındaki ve ortak ticaret politikası alanındaki
Topluluk mevzuatına uyum yükümlülüklerini beraberinde getirmiştir. Kısaca, sadece malların serbest dolaşımına ilişkin değil, aynı zamanda rekabet kuralları, devlet yardımları, fikri ve sınaî mülkiyet hakları gibi alanlarda da Topluluk mevzuatına uyum yükümlülüğü doğmuştur.
1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nda şu kısımlara yer verilmiştir:
- Malların Serbest Dolaşımı ve Ticaret Politikası
- Tarım Ürünleri
- Gümrük Hükümleri
- Yasaların Yakınlaştırılması
- Kurumsal Hükümler
- Genel ve Son Hükümler
1 Ocak 1996’da itibaren Taraflar arasındaki gümrük vergilerinin sanayi malları için sıfırlanmasına ve ülkemizin üçüncü ülkelere AB’nin Ortak Gümrük Tarifesini uygulamasına başlanmış ve bu alandaki bazı istisnalar da takip eden süreçte ortadan kaldırılmış, işlenmiş tarım ürünleri için ise sanayi payı sıfırlanmıştır. Ayrıca, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı gereğince dış ticaret rejimimiz büyük ölçüde AB ile uyumlu hale getirilmiştir. Bu çerçevede, malların serbest dolaşımı ile ortak ticaret politikasına ilişkin düzenlemelerin yanı sıra teknik mevzuat, fikri ve sınai mülkiyetin korunması, devlet yardımları, ticari nitelikli devlet tekelleri ve rekabet hukuku alanlarındaki AB mevzuatı, ülkemizin ihtiyaçları da dikkate alınarak dış ticaret rejimimize yansıtılmaktadır.
Günümüzde her ne kadar ilişkiler oldukça gergin olsa da verilere bakıldığında her iki taraf birbirine muhtaç gözükmektedir. Avrupa Birliği Türkiye’nin en büyük ticari partneri konumunda. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın son açıkladığı verilere göre Haziran ayı itibariyle Türkiye’nin ihracatında Avrupa Birliği’nin payı %48,5 seviyesine yükseldi. 2015 yılının tamamında AB’ye 64 milyar dolarlık ihracat yapılırken, 2016’nın ilk 6 ayında bu rakam 32 milyar dolar olarak gerçekleşerek istikrarlı seyrini devam ettirdi. Türkiye’ye yapılan yatırımların AB kaynaklı olan payı %64 tür. Sadece ihracat değil doğrudan yatırım açısından da AB’nin Türkiye ekonomisinde önemli bir ağırlığı bulunuyor. 30 Haziran itibariyle Ekonomi Bakanlığı’na veri setine kayıtlı yaklaşık 50 bin yabancı şirketin 23 bini AB merkezli. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın verilerine göre Mayıs ayı itibariyle bu şirketler Türkiye’deki doğrudan yatırımların %64’ünü gerçekleştirdi. 2002-2016 Mayıs tarihleri arasındaki doğrudan yatırımların büyüklüğü dikkate alındığında ise AB’nin Türkiye’ye yapılan yatırımlardaki ağırlığının %92 olduğu ortaya çıkıyor.
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE TÜRKİYE’NİN ÖNEMİ
‘’Türkiye’nin Avrupa Birliği için önemi her geçen gün artmaktadır. Türkiye’nin önemi sorunu, hiç kuşkusuz, “dış dinamik” ögeleri açısından değerlendirilebilecek bir konudur. Dış dinamik” ögeleri açısından da değerlendirilse, konu, “iç dinamik” ögeleriyle de ilgilidir çünkü Türkiye’nin toplumsal, siyasal ve jeopolitik özellikleriyle yakından bağlantılıdır. Türkiye’nin önemi”ni, üç ayrı anabaşlık altında irdelemek olanaklıdır. Bunlardan biri “Jeopolitik”, öteki, “ekonomik” sonuncusu da “siyasal-kültürel” boyuttur. Örneğin, Türkiye, Avrupa Birliği içerisinde yaşanabilecek Kültür çatışmasını önleyecek ve Dünya’ya Hıristiyan Kulübü değil de Değerler birliği olduğu gösterilecektir. Özellikle “küreselleşme” sürecinin Amerika Birleşik Devletlerini getirdiği “dünya jandarmalığı” konumu, ve ABD’nin bu bölgelere olan uzaklığı, Türkiye’nin dünya üzerindeki stratejik önemini ayrıca vurgulamaktadır. Türkiye bölgesel güç olarak varlığını sürdürmektedir.’’[16]
Türkiye, sadece ekonomik alanlarda değil, jeopolitik konumu itibariyle de Avrupa için önem arz etmektedir. Özellikle Arap Baharı’nın şimdilik son durağı olarak gözüken Suriye’de yaşanan kanlı çatışmalar ve terör faaliyetlerinden dolayı milyonlarca Suriyeli mülteci konumuna dönüştü ve Avrupa bu durumu tehlikeli algılayarak Türkiye’den yardım istemiştir. AB bu yardımın karşılığında Türkiye’ye 3 milyar Euro yardım sözü vermesine rağmen AB kaynaklarından yapılan açıklamalarda, Suriyeli mülteciler için yapılan yardımlar münasebetiyle Türkiye’ye bugüne değin 652 milyon Euro gönderildiği ve bunun 467 milyon Euro’sunun harcandığını dile getirmişlerdir. Türkiye her fırsatta bu durumdan kaynaklanan rahatsızlığı dile getirmektedir. 2016 yılında gerçekleşen Belçika’nın başkenti Brüksel’de AB liderleriyle dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu arasındaki ‘göçmen’ zirvesinden anlaşma sağlanarak Avrupa’ya mülteci akımının durdurulmasını öngörüldü. Bu anlaşmaya göre Türkiye üzerinden Yunanistan’a ulaşan göçmenler 4 Nisan’dan itibaren Türkiye’ye geri gönderilecek ve Anlaşma 20 Mart Pazar gününden önce Yunanistan’a geçen göçmenleri kapsamayacaktı. Anlaşmaya göre:
1- Ankara, Suriyeli mülteciler dahil olmak üzere Yunanistan’a geçen tüm yasadışı göçmenleri geri alacak. 20 Mart Pazar gününden önce Yunanistan’a ulaşan göçmenler ise anlaşma dışında tutulacak. Bunun karşılığında AB de Türkiye’nin aldığı her bir Suriyeli için Türkiye’den bir Suriyeli mülteci kabul edecek.
2- AB’nin Suriyeliler için Türkiye’ye verdiği 3 milyar euro’luk mali yardım iki katına çıkarılacak.
3- Türk vatandaşları için vizeler daha erken kaldırılacak.
4- AB’ye tam üyelik müzakereleri hızlandırılacak. AA’ya konuşan bir AB yetkilisinin verdiği bilgiye göre, üyelik müzakerelerinin yeniden canlandırılması amacıyla “Mali ve Bütçesel Hükümler” başlıklı 33 nolu fasıl, 30 Haziran’da sona erecek Hollanda’nın AB dönem başkanlığı sırasında açılacak.[17]
SONUÇ
Ankara Anlaşması’ndan bu yana Türkiye ile AB arasında ilişkiler aşamalı ve yavaş işleyen süreç ile birlikte gelişmiştir. Türkiye, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda diğer AB ülkeleri gibi ayrıcalıklar elde edebilmek için uğraş vermiştir. Buna rağmen AB, Türkiye’yi mecazen kapıda bekletmiştir ve bekletmeye devam etmektedir. Türkiye’den sonra üyelik başvurusu yapan ülkelerin Türkiye’den önce üyelikleri kabul edilmiştir. Ancak diğer yandan mülteci krizinde yaşananlardan görüldüğü üzere Türkiye’den vazgeçememektedirler. 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana özellikle 16 Nisan referandumu öncesi çoğu AB üyesi ülke, Türkiye’yi bu zor günlerinde desteklemek yerine anti-demokratik biçimde referandum sürecini baltalamaya çalışmışlardır. Fakat bu durum Avrupalı ülkelerle ekonomik yönden kriz oluşturmamış, kriz siyasi olarak sürece yansımıştır. Yakın tarihte mülteci sorunu için Türkiye’nin kapısını aşındıran AB, Türkiye’nin iç karışıklık yaşama noktasına gelmesine pek tepki göstermemiştir.
Türkiye günümüzde bütün dünya ülkelerine şeffaf bir şekilde sürekli ilişkilerin gelişmesi için çabalamıştır. Son zamanlarda yaşanan yeni bir körfez krizinde barışın en büyük destekçisi olmuş ve bu yüzden krizin içindeki bütün ülkelerle tek tek masaya oturarak barışı tesis edebilmek için mesai harcamışlardır. Bu yüzden AB gerçekten barış için oluşturulmuş ulus-üstü bir kuruluş ise Türkiye’nin de bu çabalarından dolayı Avrupa Birliği’ne girmesi elzemdir. Fakat AB, Türkiye’nin olmazsa olmazı değildir. İslam birliği kurma çabaları D-8 ve Avrupa Birliği’ne karşı Sangay İşbirliği Örgütü kozunu kullanması bu tezi ispatlar niteliktedir. Bu yüzden Türkiye sadece AB’ye bağlı değil fakat ekonomik, sosyal, siyasal açıdan AB’ye girilmesi Türkiye için yarar sağlacaktır. Tabi son zamanlarda KKTC halkının AB’ye girebilmek için rum kesimiyle birleşmek istemesi gibi körleşmemek gerekir.
Avrupa, Türkiye için ciddi önem taşıyan bir pazardır. Bunun yanında gelişmiş teknolojilerinden öğrenecek çok bilgi var. Bu yüzden Türkiye, AB’ye ihtiyaç duyuyor ancak AB’nin de tarafsız bir şekilde çifte standart uygulamadan Türkiye’ye karşı dürüst ve güven verici olması gerekiyor.
Kaynakça
[1] Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
[2] Ali AYATA ve Murat ERCAN, Avrupa Birliği ve Türkiye ile İlişkileri – İlişkilerin Siyasi, Askeri, Ekonomik ve Kültürel Çerçevesi, Nobel Yayıncılık, 2016, s22.
[3] http://www.ab.gov.tr/105.html
[4] Entegrasyon, siyasi aktörlerin sadakatlerini, beklentilerini ve siyasi eylemlerini ulus devlet üzerinde yekti sahibi olabilecek, yeni bir merkeze yöneltmeleri sürecidir.
[5] Ali AYATA ve Murat ERCAN, Avrupa Birliği ve Türkiye ile İlişkileri – İlişkilerin Siyasi, Askeri, Ekonomik ve Kültürel Çerçevesi, Nobel Yayıncılık, 2016, s23.
[6] http://www.ab.org.tr, Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri Dergisi, S:4, s1.
[7] http://www.ab.org.tr, Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri Dergisi, S:4, s2.
[8] http://www.ab.org.tr, Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri Dergisi, S:4, s5.
[9] Gökyıldız Fatih, ‘’Neden Avrupa Birliği’’, Akademik perspektif, Kasım, 2014, s42
[10] Keleş H. İbrahim, ‘’1996-2013 Yılları Arası Avrupa Birliği – Türkiye Dış Ticaret İlişkisi’’, Akademik perspektif, Kasım, 2014, s.19
[11] Demir S.(2009), ‘Avrupa Birliği Mali Yardımları’, Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Anabilim Dalı, Gaziantep
[12] Yücel E. (2009), ‘ Akdeniz Ülkeleri ve Türkiye’ye Yönelik Avrupa Birliği Mali Yardımlarının Analizi’, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Avrupa Birliği Ve Uluslar arası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalı, Ankara
[13] Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, http://www.ab.gov.tr/index.php?p=5
[14] İthal ikamecilik: toplam arz içinde ithalatın payını düşürerek yurt içi üretimin payını artırmayı amaçlayan ekonomik gelişme ve sanayileşme stratejisidir.
[15] http://www.ab.org.tr, Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri Dergisi, S:4, s13
[16] Ercan Murat, ’’Türkiye –Avrupa Birliği ilişkilerinin Siyasi Yönü ve bugünkü Mevcut Durum’’, Bilim Eğitim ve Düşünce Dergisi, Aralık 2007, C.7, S.4
[17] http://www.hurriyet.com.tr/avrupa-birligi-ile-turkiye-arasindaki-gocmen-anlasmasi-onaylandi-40071635