ÖZET
Orta Doğu bir coğrafi bölge olarak tarih boyunca çatışmaların, din savaşlarının, göçlerin merkezi olmuştur. Günümüzde de aynı mücadelenin olduğu görülmektedir. Bütün bu mücadelenin arka planında bölgenin toplumsal, dini ve mezhepsel yapısının farklılığı ve iktisadi verimliliği yer almaktadır. Bu süreç içinde bölge, istikrarsızlaşmış iktisadi ve toplumsal gelişmesini tamamlayamamıştır. Bölgedeki doğal kaynakların sahipliliği sorunu, emperyalist devletler tarafından bölge üzerinde stratejik dengelerin oluşturulmasında etkili olmuştur.
Stratejik dengelerin oluşturulmasında kullanılan yöntemler arasında, ülkelerin iç işlerine müdahale ve iç karışıklık çıkarılması, devletlerin savaşması, dış askeri müdahaleler bulunmakla beraber son dönemlerde terör örgütlerinin kullanılması yer almaktadır. Son yıllarda terörist faaliyetler taktiksel ve niteliksel yönden değişiklik göstermiş ve ilk uygulamaları adeta bu bölgede sahneye çıkarılmıştır.
Orta Doğu coğrafyasından yaşanan bu olaylar Türkiye’yi toplumsal, iktisadi ve güvenlik bağlamında doğrudan ilgilendirmektedir. Bölge halkı ile olan tarihsel, dini ve etnik kimlik bağ, bölgenin yeraltı kaynakları ve bu istikrasız bölgede ülke içi güvenliği tehdit eden unsurların bulunması Türkiye’nin ilgisini sürekli olarak bu bölgede tutmak zorunda bırakmaktadır.
Bu çalışmada Kurtuluş Savaşı belgeler arasında önemli bir yeri olan Misak-ı Milli’de belirtilen sınırları içinde yer alan Musul- Kerkük ve Halep bölgesinde post modern terör örgütleri vasıtasıyla uygulanan politikaların, Türkiye’nin güvenliği ve geleceği üzerindeki muhtemel etkileri incelenecektir.
Bu doğrultuda, bölgenin toplumsal ve iktisadi yapısı incelenerek, emperyalist devletlerin Misak-ı Milli sınırları içindeki nihai amaçları ve uyguladığı yöntem ve taktikler tartışılarak açıklamalar yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler; Misak-ı Milli, Post Modern Terörizm, Türkiye, Güvenlik
1 Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü afgokce@alifuatgokce.com
1. MİSAK-I MİLLİ NEDİR, NEDEN ÖNEMLİDİR?
Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler, Arap Baharı adı verilen ve Tunus’tan başlayarak Müslüman ülkelerde adeta sırasıyla ortaya çıkan ve emperyalist ülkelere tarafından yönlendirilen, demokratikleşme amacını güttüğü söylenen olaylar zinciri, Türkiye’ye komşu ülkelerden olan Suriye’ye de sıçramış ve Ocak 2011’de başlayan olaylar Türkiye’nin güney sınırını tehdit eder hale gelmiştir. 2000’li yılların başında Irak’ta yaşanan olaylar ve Amerika’nın müdahalesi ile güvensiz bir hale gelen Irak sınırına, 911 Km.’lik güvensiz bir Suriye sınırı da eklenmiştir. Güney sınırında bulunan ulus devlet egemenliğinin ortadan kalkmasıyla bölgede egemen olma mücadelesine giren ve farklı isim ve yapıdaki silahlı gruplar, emperyalist ülkelerin yönlendirmesi ve desteğiyle bölgede kaos ve kargaşa yaratmışlardır. Güney sınırında yaşanan bu gelişmeler Türkiye’nin güvenlik politikalarını yeniden üretmeye, ülke içinde 30 yıla yakın mücadele ettiği PKK Terör örgütünün Irak’ın kuzeyindeki yapılanmasına ek olarak Suriye’nin kuzeyinde yer alan bölgede oluşan yeni yapılanması ile karşı karşıya bırakmıştır. Yine bu örgütün dışında bölgede şiddet üreten ve egemenlik mücadelesine giren radikal İslamcı terör örgütleriyle de ülkenin güvenliğini sürdürebilmek amacıyla mücadeleye girmek zorunda kalmıştır.
Bütün bu olayların yaşandığı ve ülke güvenliğini tehdit eden bu coğrafya, Türkiye’nin tarihi mirası olan yer olarak geçmişte hakimiyeti altında olmuş ve halen bölgenin toplumsal yapısı ile doğrudan ilişkisi olan bulunmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu coğrafyadaki siyasal gelişmelerle alakalı olması gayet normal ve gerekli bir husustur.
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında yaşanan olaylara tepki olarak İstanbul’da toplanan Osmanlı Mebusan Meclisi, ülkenin toprak bütünlüğü ile gelecekte uygulanacak dış politikanın esaslarını altı maddelik bir deklarasyon haline getirmiştir. “Ahd-ı Milli Beyannamesi” adı verilen bu belge, toplantıya katılan 121 milletvekili tarafından oybirliği ile 28 Ocak 1920’de kabul edilmiş ve 17 Şubat’ ta kamuoyuna açıklanmıştır. Ahd-ı Milli, Peyman-ı Milli, Milli Ant, Ulusal Ant ve National Pact olarak da isimlendirilmiş, Cumhuriyet döneminde Misak-ı Milli olarak benimsenmiştir (Sakin, 2002: 312-315). Modern milliyetçilik anlayışının gerisinde İngilizlerin Magna Charta, Fransızların İnsan Hakları Beyannamesi’nin yanında üçüncü önemli bir belge Türk Misak-ı Milli belgesidir. Dolayısıyla Misak-ı Milli, milli mücadelenin, cumhuriyetin ve yasamanın temel taşı olarak değerlendirilebilir (Ezherli, 1992: 22, 23; Sakin, 2002: 314).
Mustafa Kemal Paşa tarafından Erzurum kongresinde şekillenen Misak-ı Milli’nin sınırları, Sivas Kongresi’nde de aynen kabul ediliyordu. Bu kararlara göre; Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 günü Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde yer alan büyük çoğunluğu İslam olan ve kültürel, ekonomik üstünlüğü Müslümanlara ait bulunan, birbirlerinden ayrılması imkansız öz kardeş, dindaş ve soydaşlarımızın oturduğu memleketlerin bölünmesi düşüncesinden vazgeçilmesi isteniyordu (Bostancı, 2015: 197).
Meclis-i Mebusan’da kabul edilen Misak-ı Milli’nin birinci maddesinde “Osmanlı Devleti’nin özellikle Arap çoğunluğun yaşadığı ve 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin (Mondros Mütarekesi’nin) kabulünde düşman orduları işgali altında kalan kısımlarının geleceğinin, halkının serbestçe beyân edecekleri oylara uygun olarak tayin edilmesi gerekir. Sözü edilen mütareke hattının içinde ve dışında din, ırk ve ülkü birliği bakımlarından birbirlerine bağlı olan, karşılıklı saygı ve fedakârlık duyguları besleyen, ırk ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin şartlarına saygı gösteren Osmanlı-İslam çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tamamı, ister bir eylem ve ister bir hükümle olsun birbirlerinden ayrılamayacak bir bütündür.” şeklinde belirtiliyordu. (Tuncay, 1976: 12; Soysal, 2000: 15,16).
İşte bu kararlara göre, güneyde bugünün sorunlu bölgeleri olan Musul, Kerkük ve Halep yerleşimleri Osmanlı Devleti’nin sınırları içindeydi. Ancak, Lozan Konferansı’nda alınan kararlar ve sonrasında yaşanan süreç içinde Anadolu’da Nasturi Ayaklanması ve Şeyh Said isyanı bu toprakların elden tamamen çıkmasına neden olmuş, Türkiye’nin bölgeye müdahale etmesini engellemiştir ( Rapor, 2014: 4; Kılıç, 2009).
Bölge, Türkiye açısından toplumsal, iktisadi ve güvenlik açısından önem arz etmektedir. Bölgenin toplumsal yapısında din ve etnik yapı Türkiye’nin mevcut sınırları içinde kalan yapıyla örtüşmektedir. H.1325 tarihli salnamede “Kerkük şehrinde 26.510 Müslüman, 432 Keldani ve 463 Musevi olmak üzere 27.405 erkek nüfus ve bunlara kadın ve yabancıların eklenmesiyle şehrin toplam nüfusunun 57.810 olduğu, şehir halkının genellikle Türk olduğu ve Türkçe konuştuğu, yine yabancı ve bir miktar Arap ve Kürt ile az miktarda İranlının olduğu belirtilmektedir. Aynı salnamede Musul vilayeti ve çevre köylerde Türk, Kürt, Ermeni, Keldanilerin de bulunduğu belirtilmektedir (Eroğlu, Babuçoğlu, & Özdil, 2012: 46,47). Irak’ın nüfusu 2013 yılı itibarıyla 34,8 milyon kişidir. Bu nüfusun %75-80’lik kısmını Araplar, %15-20’lik kısmını ise Kürtler oluşturmaktadır. Geri kalan %5’lik kısım ise büyük ölçüde Türkmenlerden oluşmaktadır. Araplar ülkenin güneyinde yer alırken, kuzeyi Kürt ve Türkmen ağırlıklıdır. (Türkiye İş Bankası, 2015: 7).
Türkiye’nin tarihsel mirası olan bu bölgenin dünya enerji piyasasında önemli bir yeri mevcuttur. Kuzey Irak petrol yatakları olarak adlandırılan bölge Musul ve Kerkük bölgesini içermektedir. Irak petrol rezervlerinin yaklaşık % 80’ni Kerkük ve Musul bölgesindedir. 1995 yılı verilerine göre Irak 13.4. milyar tonluk petrol rezervi ile dünya genelinde ikinci sırada yer almaktadır. Irak’ta 2000 ve 2001 yıllarında ortalama günlük 2,5 milyon varilin yaklaşık 1 milyon varili sadece Kerkük bölgesnden çıkarılmıştır (İnan, 2013: 70).
Bugünkü rakamlara bakıldığında Irak’ta tespit edilmiş 143 milyar metreküp petrol rezervi bulunmaktadır. Bu rezervin 45 milyar metreküpü Musul’da, 10 milyar metreküpü ise Kerkük’tedir. Kuzey Irak’ta tahmin edilen doğalgaz miktarı ise 3.2 trilyon metreküptür. (Milliyet Gazetesi, 2016).22 Ağustos 1973 yılında Ankara’da imzalanan Türkiye-Irak Ham Petrol Boru Anlaşmasına göre kurulan Kerkük- Yumurtalık petrol boru hattı Irak petrollerinin Akdeniz’e ulaşmasını sağlayan bir hat olarak hem Irak hem de Türkiye’ye maddi kazançların yanı sıra stratejik kazançlar ve avantajlar da sağlamaktadır. Petrol boru hattının güvenliğinin sağlanması ise önem arz eden başka bir husustur. Mevcut petrol boru hattının dışında Kuzey Irak petrol ve doğalgazının uluslararası piyasalara sevk edilebilmesi için önemli limanlar arasında İskenderun, Mersin limanları yer almaktadır. Petrolün Akdeniz’e inerek uluslararası arenaya ulaşması Türkiye’nin güneyi ile Irak ve Suriye’nin kuzeyinin önemini artırmaktadır. Sözkonusu bu bölgeler Misak-ı Milli sınırları içinde yer almakta ve halen Orta Doğu’daki şiddet sarmalının, kaos ve kargaşanın merkezi durumundadır.