Politik Psikoloji; büyük grupların, kitlelerin ve ulusların birbirleriyle olan ilişkilerini ele alarak bu ilişkilerde rol oynayan psikolojik etmenleri değerlendirmektedir. Bununla birlikte, politik psikoloji büyük gruplar ve uluslarla, bunların liderleri ve liderler arasındaki ilişkilerin psikolojik boyutlarını da incelemektedir. Politik psikoloji, psikolojik kanıları sosyal uygulamaya bağlayan ve psikolojik süreçleri sosyal olaylarla ilişkilendiren bir kaynak olarak ve görülebilir. Politik psikoloji, psikolojiyi ve toplumu birleştiren bir kesişim noktasıdır. Bir diğer anlatımla, yönetim biçimleri her ne olursa olsun tüm toplum ve topluluklarda, sağlıklı bir yöneten-yönetilen fotoğrafı çekebilmek için, birey/vatandaş/üye/zümre/grup ya da tüm ulus gibi farklı katmanlarda politik psikoloji açısından bilimsel bir çözümleme yapmaya çalışmak gerekiyor. Hele ki, siyaset gibi tüm varlığını “ilişki yönetimi” üzerine konumlandırması gereken bir sahada, bu ilişkileri yönlendirecek, yönetecek, kriz anlarında çözüm sunabilecek olan güç iletişim olduğundan; iletişim ortamının mükemmelliği için, yapılan bu psikolojik tahlil, çözümleme ve değerlendirmelerin etkililiği kaçınılmaz olacaktır.
Psiko politik analiz bireylerin , toplumsal grupların, milletlerin birbirleriyle ilişkilerinin şekil almasında rol oynayan etkenler üzerine yoğunlaşır . Bireylerin toplumla, toplumlar arasında ve milletler arasında algı ve ilişkilerin görünüştekinden daha derin psikolojik nedenleri vardır.
Bu alan psikanaliz ile uğraşan bilim insanları tarafından ortaya atılmıştır. Psiko politik analiz siyasal davranışların ve algıların, insanların psikolojik gelişiminde etkisi ve kurumsal etkilerin bileşimiyle ortaya çıkmaktadır.
Harold Laswell, kişisel gelişim ile sosyo-siyasal gelişim arasında bağlantı kurmuş ilk isimlerdendir.
Laswell’e göre, bireyde iki kimlik yapısı şekillenir.
a) Bireyin Çekirdek Kimliği:
– Yaşamın erken dönemlerinde ayrımlama ve bütünleşme olarak nitelenen iki temel görev vardır.
>> Ayrımlaşma ile birey kendine ait olanla ötekine ait olanı birbirinden ayırt eder. birey duygusal olarak iyiyi ve kötüyü imgesel olarak ayırır ve kendine ait bir iyi-kötü algısını ve diğerine ait iyi-kötü algısını kurgulayarak gelişimini tamamlamaya çalışır.
>>Bütünleşmede ise birey 3 yaşından itibaren özbenlik ve nesne imgelerini bütünleştirmeye başlar. Bunu yaparken çevresinde bulunan insanlarla özdeşim kurarak özbenliğini zenginleştirir. Her yeni imge başarıya bütünleştirilmezse dışsallaştırılma tehdidi ortaya çıkar. Kendi konumunu tehdit altında hisseden birey öz benliğinde yaşadığı gerilimi başka bireylere yansıtarak aşmaya çalışır.
b) Bireyin Grup Kimliği :
-Bireyin çocukluktan itibaren çevre ile ilişkileri dolayısıyla geniş grup üyeliği edinirler. Özdeşim yolu ile önceki kuşaklardan da nasibini alırlar. Örselenen gruplarda ebeveynler ve grup liderleri özbenlik imgelerini karşısındakine aktararak ortak bir trajedi imgesi ortaya çıkarırlar. Bu şekilde trajedinin kendisi grup kimliğinin belirleyici unsuru haline gelir. Trajedinin zihinsel tasarımla uyumu, kuşaktan kuşağa aktarılan intikamcılık duygusu yerleştikçe önemini yitirir.
Sonuç olarak “zaman çökmesi” ile karşı karşıya kalınır. Yani gruptakiler 100 yıl önce yaşanmış tarihi olayları daha dün yaşamışcasına bunun acısını çekerler ve intikam duygularını bu şekilde sürekli besleyip büyütürler. Böylece grup içinde rasyonel olmayan politik kararlar kolaylıkla alınabilir hale gelir. Bireysel ya da grup kimliği içinde oluşan intikam duygusu gelişen olaylar sonucunda, bireysel ve kitlesel şiddet eylemlerine yol açabilir. Psiko-politik analize göre; toplumsal şiddeti benimseyen bu tip travmalar sistematik bir şekilde ve travma yumuşatılmasına gidilerek kalıcı bir şiddet dalgasına dönüşmesi engellenmelidir.
Bu fikirler doğrultusunda uluslararası kuruluşların ve STK’ların psiko-sosyal önlemlere başvurması gereklidir. Fakat psiko-politik yüzleşme günümüzde kitlelerin algısını yönetmek için kullanılan, toplumları kutuplaştırmaya yarayan bir metod halini almıştır.
Konu hakkında somut örnekler verecek olursak en büyük örneklerinden biri 11 Eylül Saldırılarıdır. 11 Eylül saldırıları sonrasında bu algının kullanılması için büyük finansal destek alan medya sayesinde İslamofobi hızla Dünya’ya yayılmaya başlamıştır. “İslamofobi” yeni savaşlara, Ortadoğu’da bitmeyen kaosların yaşanmaya başlamasına sebebiyet vermiştir.
Kendi çevremizden de bu konu hakkında bazı örneklere rastlayabiliriz. Toplum içinde çoğu kez yara almış bir insanın siyasete ilgi göstermeye başlaması, içinde bulunduğu durumu değiştirme isteğinden ötürü ortaya çıkan bir şeydir. Tam aksine siyaseten toplumda artık hiç bir şeyin-savaş, darbe, şiddet olayları vs. hariç- değişmeyeceğini düşünen insanlar da siyasetten oldukça uzak dururlar.
Elbette politik psikoloji üzerinde sadece siyaseten gerçekleştirilmiş olan olaylar tesir etmez. Bazen doğanın kendi kendine yarattığı durumlar da politik psikolojiye tesir edebilir hale gelir. Misal 17 Ağustos 1999 da yaşanan Gölcük depremi de Türk toplumunun yaşadığı en büyük travmatik olaylardan bir tanesidir. O zamanlar Erzurum’da yaşayan ve İstanbul’da yaşayan bir akrabası olmayan bir adam belki de bu deprem dolayısıyla yaşanan travmanın etkisi altına girmeyecektir. Sadece üzülecektir o kadar. Fakat İstanbul’da 20000 kişi Türk olduğu için öldürülse ve işkence görse, Erzurum’da yaşayan aynı kişi bu travmayı çok derinde hissedecek ve etkisi altında kalacaktır. Bu tür yaşanan ağır travmalar çabuk yayılır ve etkisi o grup üzerinden kolay bir şekilde atılamaz. Böylece grubun yaşadığı travma politikleştirilmeye,toplum içinde şiddet olaylarının tırmandırmaya ve kaosa elverişli bir hale gelebilir.
Kaynakça :
-İnan, Ece, Politik Psikoloji ve Siyasal İletişim, “www.kamudiplomasisi.org/pdf/politikpsikoloji/pdf” (17 Kasım 2017)
-Volkan,V.D. (2007) Politik Psikoloji Seminerleri:”Kimlik Adına Katillik”,(24-28 Eylül 2007),İstanbul : Bahçeşehir Üniversitesi