Giriş
Türkiye’ de aydın kimliğinin oluşumu ve tarihsel süreçteki gelişimi Türk modernleşmesi ile paralellik gösterdiğini ileri sürebiliriz. Türkiye’de aydın kimliğinin oluşumu İttihat ve Terakki’den bu yana devletin içinde, devlete sahip çıkarak onu dönüştürme misyonu geliştirmiştir (Özgür, 2010: 1). Osmanlı dönemi ile başlayan bu gelenek Cumhuriyet dönemi aydınında devam etmiş görünmektedir. Kökleri Osmanlı’ya dayanan, Türkiye’nin modernleşme sürecine bakıldığında, iti gücü askeri alandaki yenilgiler olmakla birlikte, Tanzimat’la başlayan ve devam eden süreçte hem yasal hem toplumsal düzenlemelerin sürecin genel yapısını belirlediği bilinmektedir (Oğuzhan Börekçi, 2014: 13). Bu bağlamda değerlendirdiğimizde Osmanlı-Türk modernleşmesi batıdan farklı olarak bir devlet projesi olarak hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Osmanlı-Türk toplumunda modernleşme, yönetici kadronun öncülüğünde merkezden çevreye doğru gelişen bir yapı sergilemiştir. Toplumsal ve siyasal yapıyı iyileştirmeye ve düzeltmeye yönelik çabalar tepeden tabana inen bir süreç içinde olmuştur (Oğuzhan Börekçi, 2014: 13-14).
Cumhuriyet döneminde aydının merkezdeki konumu daha da pekişmiş olarak devam etmiştir (Aydın, 2005: 69). Bu dönemde modernleşme bir devlet projesi olarak benimsenmiş ve Türk entelektüeli bu projeyi kendine misyon edinmiş gözükmektedir. Cumhuriyet aydını ile ilgili önemli bir nokta, neredeyse tümünün Osmanlı’nın dağıldığı dönemde yetişmiş olmaları ve Osmanlıca eğitim almalarıdır (Akkaş, 2001: 34). Bu bağlamda Cumhuriyetin kuruluşunda Osmanlı bürokrat aydınlarının oynadıkları rol ön plana çıkmıştır. Cumhuriyet aydını, Osmanlı döneminin ilim adamı olan ulemanın yerini tam anlamıyla almış; ancak Osmanlı aydınından farklı olarak kültürü ve toplumu Batılılaştırmaya yönelik ciddi çabalar sarf etmiştir (Altınkaş, 2011: 115). Bu çabalarda en önemli aracı ise kitle iletişim araçları ve edebi eserler olmuştur iddiasında bulunabiliriz. Edebiyat ve medya toplumsal dönüşümün, kültürel şekillenmenin ve bilincin oluşmasında etkinliğinden dolayı bu dönemde modernleşmenin topluma yayılmasında en önemli iki araç olarak kullanıldığı görülmektedir.
Cumhuriyet dönemini romanın genel karakteri yeni bir ulus yaratma çabası etrafında şekillenir. Cumhuriyetçi devletin ideolojik kaygılarının bu dönem romancıları tarafından yazın sahasına taşındığı görülür (Gündüz, 2002: 16). Dolayısıyla romanlarda ele alınan konular ve temsil edilen aydın kahramanlar, çoğunlukla yeni ulus devletinin amaçlarına uygun şekilde biçimlendirilmiştir. Yine bu dönemde milli kimliğin oluşmasında edebiyatçı aydınlar söz konusu amaca uygun bir yapı sergilediği görülür (Oğuzhan Börekçi, 2014: 21). Özellikle Cumhuriyet Dönemi aydın romancılardan olan ve muhalif eserler veren Ahmet Hamdi Tanpınar(1901-19962) ve Yusuf Atılgan(1921-1989) bu çalışmanın inceleme konusunu oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı Türk modernleşme tarihi içinde genel geçer yaklaşımlara uymayan, gerçeklikle bağdaşık ilişkisi olan ve evrensel anlamda çalışma yapmaya çalışan aydınları incelemektir. Bu bağlamda edebi eserler veren iki yazar aydın kimlikleri üzeriden değerlendirilecektir. Edebiyat bağlamı ve roman karakter analizleri bu çalışmanın dışında tutulacaktır. Ayrıca bu değerlendirmede fenomonolojik ve betimsel bir yaklaşım benimsenmiştir.
Aydın Kavramı ve Türkiye’de Aydın Kimliği
Türkiye’deki çeşitli kavramsallaştırma modellerinde “münevver” “aydın”, “entelektüel” kelimelerinin temsil ettikleri kimlikler farklı özellikler taşıyan grupları ifade etseler de (Özgür, 2010) bu çalışmada “aydın” kelimesi, kavramı yerine evrensel bir terim olan “entelektüel” kullanılacaktır.
“Entelektüel” kelimesi, ortaçağın sonlarına doğru, Latince intellectualis biçiminde türetilmiştir (Kılıçbay, 1995:175). Entelektüelin soyağacına baktığımızda ilk olarak sofistler daha sonra rahipler ve filozoflar olarak kategorileştire biliriz. Çağımızın entelektüelinin ilk ceddi sofistlerdir. Sofistler hem ahlak hem de düşünce alanında birer devrimcilerdir. Soyut delillere itibar etmeyen yerleşmiş inançlara savaş açan yapıları onları ilk entelektüeller olarak değerlendirmemizi sağlar. Daha sonra batı irfanını yoğuran ikinci entelektüel grup ise rahipler olmuştur. Bilgisiyle topluma hizmet eden, halka gerçek ihtiyaçlarını sezdiren ve bir nevi öğretici görevi üstlenen grup olarak düşünüldüğünde entelektüel olarak adlandırılabilmektedirler. Tarihsel gelişimde son olarak Filozoflar entelektüel bireyler olarak görülürler. Çağdaş intilijansiyanın gerçek öncüsü olarak filozoflar görülmektedir. Filozof yani bilgelik dostu ve akılcı çağın ilmi gelişiminde değerini ispat etmiş yöntemleri(tahlil) kullanan kişiler olarak değerlendirirler (Meriç, 1983: 130-131). Modern anlamda entelektüel Fransız İhtilalı zamanda ortaya çıktığı kabul edilmektedir. 19.yüzyılda Fransa’daki Dreyfus Olayı’nda Zola ve arkadaşlarının yayınladıkları “Manifesto des Intellectuels” (Entelektüellerin Beyannamesi) ile birlikte ilk defa tartışma konusu olmuştur (Balcı, 2002).
Entelektüel kavramı ve entelektüellerin yapısı, doğası ve özellikleri birçok düşünür tarafından farklı biçimlerce ifade edilmeye çalışılmış görünmektedir. Entelektüelin tanımı üzerinde literatüre baktığımızda tam anlamıyla bir fikir birliğinin olmaması dikkat çekicidir.
Said, (2013); entelektüeli sürgün, yabancı ve marjinal olarak adlandırmaktadır. Ayrıca soyut düşünceyi cisimleştiren, somutlaştıran bireyleri entelektüel olarak ele almaktadır. Said’e göre entelektüel sürgün portesinde otorite ve iktidara karşı hizmeti ret eder (Said, 2013). Sartre, (2016) ise entelektüeli, soyut olan hedefleri somutlaştıran araştırmacı, sorgulayıcı ve analitik düşüne bilen kişiler olarak ifade etmektedir. Foucault’a göre; (2016) evrensel entelektüel uzmanlığını her alanda kullanabilen kişilerdir.Gramsci ise, (1967); entelektüeli toplumda belli işlevleri yerine getiren kişi olarak tanımlar. Gramsci aydınları iki açıdan ele almaktadır. İlki; toplumsal yapıyla bütünleşmeleri açısından, ikincisi ise; tutkuları yer ve siyaset ve tarihte oynadıkları rolle tarih sürecinde yer almaları açısındandır. Bu anlamda organik bağa dikkat çeker. Benda, (2017), entelektüelleri maddi kazançla ilgilenmeyen, şahsi çıkar peşinde koşmayan , ikbal ve mevki gayreti olmayan ve siyasal iktidara karşı duruşu olan kişiler olarak ifade etmektedir. Ayrıca Benda’nın tanımına göre gerçek aydınlar kazığa bağlanıp yakılma, sürgüne gönderilme, çarmıha gerilme riskine girmek durumundadır. Evrensel olarak entelektüelin özeliğine baktığımız ise en belirgin olarak eleştirel yaklaşım, sorgulayıcı ve erklere karşı bir duruşun sergilenmesi gerektiği yaygın olarak görülmektedir (Said, 2013&Foucault, 2016 & Gramsci, 1967 & Benda, 2017 & Sartre, 2016).
Türkiye’de entelektüel kimliğin oluşumu Tanzimat ile başladığını söyleyebiliriz. Öncelikle Türkiye’nin modernleşme süreci yaklaşık iki yüzyılı aşkın bir süreci kapsamaktadır. Tanzimat ile resmen başlayan bu süreç; siyasi, hukuki, ekonomik ve kültürel birçok yeniliği beraberinde getirmiştir. Ayrıca Avrupa’da yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeler sonucu olarak gelişen modernleşme çabaları devlet ile toplum arasındaki geleneksel dönemdeki ilişkinin değişmesine neden olmuştur (Aslan & Alkış, 2015:19). Bu değişim sürecinde en büyük rolü aydın kimlikleri olan kişiler oynamıştır. Bir yandan devletin çözülmesini engellemek için çözüm yolları üretirken diğer yandan toplumsal ve siyasal değişimin öncüleri olmuşlardır. Özellikle kitle iletişim araçları ve edebi eserler ile toplumsal bilincin oluşmasında önemli roller üstlenmiş gözükmektedirler. Toplumsal değişim konusu Türk aydını için önemli bir sorundur. Türk aydını temelde yerel bağlama hapsolmuş, politik olarak angaje olmakla birlikte bilgi ve düşünce bakımından durmadan kendini yeniden üreten bir aydın tipinin ön planda olduğu görülür. Devlet dışında ayağını basacağı sağlam bir yer bulamadığı için kendisine toplum tarafından belirlenmiş bir politik misyon yüklemektedir(Özgür, 2010:8-9). Bu durum Türk aydını ile batıda doğan büyüyen ve gelişen aydının arasındaki en belirgin fark olarak karşımıza çıkmaktadır. Tabi burada en belirleyici unsur, coğrafi farklılıktır. Bu durum, her ulusun kendine toplumsal ve siyasal dinamiklerinin farklı olması ile açıklanabilir.
Cumhuriyet dönemine baktığımızda ise çok farklı bir manzara ile karşılaşmayız. Modernleşme bu dönemde resmen devletin programı olmuştur (Ortaylı, 1985: 134). Özellikle erken Cumhuriyet döneminde aydın devletten bağımız bir yapıda değildir. Bu dönemde modernizemi topluma benimsetme ve yayma için önemli görevler üstlenmiştir. Ancak değişen rejim ve yapıyla beraber muhalif aydınlarda kendilerini kabul ettirmiştir. Evrensel entelektüel tanımına uygun özelliklerini farklı mecralarda icra edebilmişlerdir.
Türkiye’de modernleşme süreci siyasal demokratikleşmeye paralel olarak 1950 sonrasında yeni bir döneme girmiş, “muhalif” kimliğin dönüşümüne ve gelişimine zemin hazırlamıştır. Söz konusu dönemde merkezden bağımsız yeni aydın tiplerinin ortaya çıktığı görülmektedir. 1960’lı yıllara gelindiğinde ise Türkiye’de çok partili düzen içerisinde pek çok kemsin siyasal arena kendini ifade etme olanağı bulduğu görülmektedir. Bu yılların başka özelliği ise, sosyalizmin, Türkiye’ye batılılaşmanın bir türevi olarak girmesi olmuştur. 1960 yılın kadar dar bir aydın hareketi olan sosyalizm, bu yıllarda genç aydın hareketi olarak toplumsal ve siyasal hayatta varlık bulmuştur. 1970 ve 80’li yıllarda gençlik kesiminde hareketlenme dikkat çekici olmuştur. Bu dönem içerisinde yaşanan ideolojik, etnik ve kültürel çekişmeler Türk aydının gelişimini farklı boyutlarda etkilemiş görünmektedir. Yine bu yıllar arasında yaşanan askeri müdahaleler bir başka önemli gelişmelerdir. Etkileri ve sonuçları günümüzde halen tartışmalara konu olmakla beraber, aydınların “muhalif” kimliğini ve söylemlerini önemli ölçüde etkilemiştir. Buna göre bazı aydınlar, ideolojik eğilimleri ölçüsünde daha muhalif tavır alışlarda bulunurken, bazıları da geçmiş dönemden gelen özelliklerini korumaya devam etmiştir. Dolayısıyla söz konusu dönemde aydınların muhalif söylemlerinde belli ölçülerde değişim ve dönüşüm gözlemlense de, Türk aydının genel niteliğinin 1980’li yıllara kadar köklü bir değişim geçirmemiş olduğu ifade edebilmek olasıdır. 1980’li yıllardan sonra devlet eksenli modernlik anlayışından, toplum ağırlık modernleşme anlayışına kayılmış, dünyadaki global söylemlerden Türkiye’de etkilenmiştir. Böylece hem farklı kimlikler hem de farklı politik akımlar toplumsal ve politik yaşamda daha fazla görünür olmuşlardır (Oğuzhan Börekçi, 2014: 16-18). Yaşanan tüm bu süreçler az veya çok aydın kimliğini yön vermiş görülmektedir.
Tüm bu dönüşüm sürecinin en başından itibaren modernleşme Osmanlı-Türk romanına ve gazete/dergiye konu olmuştur. Özelikle edebi eserler modernleşmenin bir ürünü olarak ortaya çıkmışlar ve toplumsal değişimde mihenk taşı olmuşlardır. Bu çalışmanın konusu içerisinde edebiyat ve ürünleri analiz edilmemekle beraber aydın kimlikleri ve verdikleri eserlerle Türk modernleşmesinde önemli yere sahip olan iki edebiyatçı Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yusuf Atılgan’ın aydın kimlikleri üzerinden hem modernleşme süreci hem de değişim ortaya koyulmaya çalışılacaktır.
Edebiyatçı Bir Aydın Olarak Ahmet Hamdi Tanpınar
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962), Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü ve Batılılaşmanın kültürel etkisi üzerinde ciddi şekilde kafa yoran Türk aydınlarından ilk akla gelenlerden biridir. Tanpınar müzik, şiir ve mimari başta olmak üzere düşüncesini estetik kategorilerle birleştirmeyi başarmış sayılı birkaç düşünürden biridir (Gündüz, 2002: 19). Tanpınar’ı aydın kimliğinden önce bir insan olarak ele aldığımızda; babasının mesleğinden dolayı sık sık şehir değiştirmiş ve ülkenin birçok yerinde eğitim almıştır. İstanbul’da maarif’te başladığı okul hayatı Sinop, Siirt ortaokullarında Vefa, Kerkük ve Antalya liselerinde devam eder. Tanpınar 1919 yılında girdiği İstanbul Darülfünun Edebiyat bölümünden 1923’te mezun olur. Akabinde Erzurum’dan başlayarak Konya ve Ankara liselerinde edebiyat öğretmenliği yapar. 1930-32 yılları arasında Gazi Terbiye Enstitüsü’nde çalışır. 1933’te Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanata tarihi hocalığına getirilir. 1934’te bunlara estetik ve mitoloji dersleri de eklenir. Ayrıca Amerikan Koleji’nde Türk edebiyatı dersleri okutur. 1939 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı kürsüsü profesörlüğüne getirilir. 1942 ara seçimlerinde Maraş’tan milletvekili seçilir. 1946’da Milli Eğitim Bakanlılığı müfettişliğine getirilir. 1948’de tekrar Gazi Sanatlar Akademisi estetik hocalığına tayin edilir. Bir yıl sonra yeniden Yeni Türk Edebiyatı profesörlüğüne getirilir ve vefatına kadar bu görevi yürütür. Ayrıca Avrupa’nın birçok ülkesini gezme fırsatı bulunur. 24 Ocak 1962’de geçirdiği kalp rahatsızlığı sonucu vefat eder (Balcı, 2002: 6-7).
Ahmet Hamdi Tanpınar, Türkoloji bölümünde okurken hocası olan Yahya Kemal’in çok etkisinde kalmıştır ve üzerindeki bu etki ömür boyu devam etmiştir. Tanpınar’ın şairden devraldığı en önemli kavram devamlılıktır. Batılılaşma hareketi ile geçmiş kültüre sırt çevrilmesinden şikayetle geçmiş ve şimdiki zamanı, giderek geleceğe uzlaştırmak anlayışla hareket etmiş ve eserlerini bu anlayış doğrultusunda vermiştir. Ayrıca Tanpınar kültüreli bireyi üretecek kaynak olarak sunmaktadır. Tanpınar’ın yaşadığı zamanda tanıklık ettiği Fransız varoluşçuluğu ile Bergson felsefesi arasındaki çok yakın, hatta tamamlayıcı ilişki açıktır (Özgür, 2010: 26).
Tanpınar eserlerinde en çok kullandığı anahtar kelime “mazi” dir. Temel sorun, mazi ile bugün arasında ilişkinin nasıl kurulacağı üzerindedir. Edebi açıdan geçmiş ve bugün arasında belli bir melankoli ve ikilem olmadan bunun yapılabilmesi zor gibidir. Tanpınar’da bu durumun yol açtığı gerilim kendini derin bir şekilde hissettirir. Mazi ile yeni arasındaki giderilemez kopukluk durumu onun edebiyatının merkezinde durmaktadır (Doğan, 2016: 144). Bu durumun en önemli nedeni olarak Tanpınar’ın ara kuşak edebiyatçı olması ileri sürebiliriz. Bir cümle ile ifade etmek gerekirse; Tanpınar, kültürel bir ikilemin ve çatışmanın ortaya çıkardığı bunalımın içerisinde estetik varoluşu ile Türk edebiyatının ana taşlarından biri olmuştur.
Tanpınar’ın aydın kimliğine baktığımızda edebiyatçılığı ile baş başa giden düşünür kimliği içinde Tanpınar, aydın kimliği üzerine de kafa yormuş olması gerektiği üzerine ayrıntılı görüşler bildirmiştir (Özgür, 2010: 28). Berksoy’ a göre (2006: 111-112); Tanpınar’ın zihninde aydının tek bir biçimi vardır: Aydınlanma döneminin ideal insan olarak meşrulaştırdığı; 20. yüzyılın, devrimci niteliklerle yapısını donattığı aydın. Kurgusal olsun olmasın yazılarında çizdiği entelektüel; işlediği olgu, yalnız kendi yaşadığı ülkenin toplumsal, kültürel, iktisadi ve siyasi yapılarının değil dünya realitelerinin de ışığında görülür. Bir Namık Kemal Antolojisi’nde zihinsel etkinliğe yönelen; bilgili, değerlendirme ve eleştiri gücü yüksek, topluma öncülük etme misyonu yüklenen bir Rönesans aydını vardır. İçinden çıkılması zor konuları ortaya koymak; kanıtlarıyla sunmak; oradan buradan karşı görüşlere güçlü yanıtlar vermek; bu aydının yetkinliğidir. Tanpınar; girişim, plan, yöntem, çalışma ve araştırma gibi aydınlanmacı kavramlara düşkündür.
Tanpınar, hayatın içindeki devinimi ve çelişkilerin yarattığı dinamiği kavramayı bilmiş; bu bilinci kendiliğinden edinmiş bir yazar. Bundan başka, kavram koyan; etkilerini inceleyen ve Huxley, Valery gibi sayılı entelektüelleri buluşturan bir ortak düşünme yöntemi/sanatı içinde ortaya çıkan bir entelektüel (Berksoy, 2006: 113). Berksoy’a göre Tanpınar’ın bütün dünya ile aynı zamanda çağını ve çağının getirdiği sorunları ayrıntılı bir biçimde izlediği kesindir( 2006: 121). Ayrıca Tanpınar içinden çıktığı milletin kimliğini ve kişiliğini taşıyan; zekasını ve yeteneklerini onun yararına kullanan; kesinlikle insancı ve dürüst bir aydındır(Berksoy, 2006: 122). Abdullah Uçman da Tanpınar’ın yaşadığı dönemdeki ayrıksı konumunu şu sözler ile ifade eder: “Çağdaşları arasında Tanpınar seviyesinde hem Doğu hem de Batı kültürüne sahip, musikiyi, mimariyi, resim sanatını bilen, estetik zevki olan, gerçek anlamda şiiri bilen, felsefe ve psikoloji ile ilgilenen, yani çok geniş bir alanla ilgisi olan başka biri yok. Böyle birini bir takım ideolojik kalıplara oturtturmak mümkün değil (Uçman’dan akt. Özgür, 2010: 29). Cemil Meriç’e göre ise Tanpınar, Türk aydınları içinde “en aydınlık kafa”dır ama defoludur ve Meriç bu defolu olma halini şöyle ifade eder: “ Edebiyatımızda derin bir irfan, uyanık bir tecessüs, olgun bir zevkle eğilen bir müsteşriktir. Dürüsttür, samimidir. Ama imanını kaybeden insanın büyük yabancılığı içindedir”. Tanpınar, Meriç’e göre Oryantalisttir. “Batılılaşmış Doğu’nun timsalidir. Realiteyi bütünüyle kucaklamak isteyen namuslu bir gayretin sahibidir. “Söyledikleri ile sarhoş olmayan” bir yazardır (Armağan’dan akt. Özgür, 2010: 29). Tanpınar’ın diğer çağdaşlardan farkı, düşünme yolundaki gayretidir diyebiliriz. Ayrıca Tanpınar’ın aydın kimliği düşünce adamı olmasından gelmiştir. Tam anlamıyla bir eylem adamı olmasa da iyi bir düşünce adımı olduğunun altı çizilmiştir. Özellikle Cumhuriyet döneminde rejimin geçmişi şiddetle silme girişimine karşı devletin gidişatı ile ilgili düşüncelerini doğrudan bir tavır ile söylememiş, bir aydın sanatçı kimliğiyle estetik içerisinde romanlarında sunmayı tercih etmiş görünmektedir. Ayrıca Tanpınar “tereddüt eden adam” olarak adlandırılmaktadır. Bunun en önemli sebebi olarak ifade ettiği görüşlerin ve eserlerinin hem yaşadığı dönemde hem de sonrasında varolan sınıflandırmaların hiçbirine tam olarak yerleştirilememesi olduğu ileri sürülebilir.
Yalnız Bir Aydın Romancı Olarak Yusuf Atılgan
Yusuf Atılgan 1921-1989 yılları arasında yaşamıştır. Türk edebiyatına Aylak Adam ‘ la giriş yapmış ve az sayıda etkili eserler vermiştir. Ayrıca Atılgan üniversitedeyken üç yıl boyunca Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öğrencisi olmuştur. Tanpınar’dan etkilendiği bilinmektedir. Bu anlamda aralarında bir tür devamlılık ilişkisi olduğunu ileri sürebilir. Edebiyat bağlamında moderniz tartışmalarına baktığımızda ilk modernistler ve ikinci modernistler olarak ikiye ayrılan bir yapıyla karşılaşırız. İlk grubun en önemli temsilcisi olarak Tanpınar görülürken bu gurubun en son temsilcisi olarak ise Yusuf Atılgan görülmektedir. Türk edebiyatına farklı bir soluk getirmiş olan Atılgan, dönemin bilimsel gelişmelerine ve modernist akımın özelliklerine paralel olarak romanlarında birçok yeni özelliklere yer vermiştir (akt. Gelir & Tütak, 2017: 1094). Atılgan, eserlerinde yalnızlık, yabancılaşama, intihar, kötümserlik, kadın-erkek ilişkileri, aşk, dışlanmışlık, erotizm vb. konu ve izlekleri işler ve yazar edebiyatımızın “bunalım edebiyatının” en önemli temsilcisidir (Karabulut, 2012: 1376).
Yusuf Atılgan yazarlığından söz ederken şöyle der: “Benim yazarlığım insanlığımdan sonra gelir. Yani yaşamamdan sonra gelir. Yazmak istediğim zaman, o yazdığım iyi de olsa atıyorum” der (akt. Özgür, 2010: 55-56). İnsanlara önemli mesajlar ileten biri olmadığını söyler. Yazma isteği duyduğu zaman yazmaktadır (Özgür, 2010: 59). Buradan yola çıkarak Atılgan hocası Tanpınar’ın devamı gibi görünse de özellikle düşün adamı olarak ve bir entelektüel olarak Tanpınar’dan farklılık gösterdiğini söyleye biliriz. Kendi özgü üslubu ve romlarındaki konu ve karakterler ile toplumsal farkındalık ve toplum sal değişimde önemli etkileri olmuş görünmektedir bu anlamda aydın kişiliğinden söz edebiliriz. Döneminde siyasete ve gelişmelere tam anlamıyla net bir tavır koymadığı da ayrıca ifade edilebilir. Ahmet Say, Yusuf atılganın serüvenini şöyle özetlemektedir: “Bir dönemde sosyalist olarak anlaşılamamak, kahır çekmek… Sonra başka bir dönemde bütün bunları aşarak insanoğlunu gökten ve yerin altından seyredip yazmak ve yine anlaşılamamak… (Özgür, 2010: 56).
Yusuf atılganın Hacırahmanlı köyüne inzivaya çekilmesinin ve suskunluğunun en önemli nedeni 1946 yılında komünistlik suçuyla yargılanıp on ay hapiste kalmış olmasıdır. Bu olaydan sonra öğretmenlik mesleğinden uzaklaştırılınca köyüne dönüp çiftçikle uğraşmayı seçmiştir. Başına gelenlerden sonra eylem adamı olmadığını anladığını kendiside ifade etmektedir (akt. Özgür, 2010). Entelektüel bağlamında bu olay hakkında da yorum yapacak olur isek; entelektüel bireylerin aktivist kimlikleri ve kapatılmayı, sürgüne gitmeyi göze alan yapılarının olduğunu düşünürsek bu yönüyle bir entelektüel tavrının olduğunu ileri sürebiliriz. Ancak eylem adamı olmadığı düşüncesi ise tam bir entelektüel özelliğiyle de ötüşmediği yorumunu ileri sürebiliriz.
Atılgan’ın bütün roman ve hikaye kişilerinde birtakım ortak ve farklı özellikler bulunur. Bu kişiler arasındaki farklılıklarından ziyade toplumla ilişkilerinden kaynaklanan problemli yapıları ve uyumsuzlukları bakımından benzerlik önemlidir (Oğuz, 2012), özelliklede kentleşme konusunda önemli betimlemeleri ve kentleşmenin sonucu karakterlerin yabancılaşması önemli bir toplumsal mesaj olarak algılanabilir. Ayrıca Yusuf Atılgan hikayelerinde köy olgusunu da derinden imcelemiştir. Kentleşme sorununa bezer bir şekilde köy olgusu da önemli mesajlar ile doldur. Ayrıca Atılgan’ın kişilerine sosyal bir misyon yüklemesi kendi döneminde eleştirilmesine sebep olmuştur (Oğuz, 2011). Son olarak Yusuf Atılgan roman ve hikayelerinde işlediği konular ve karakterle ile topluma verdiği mesajlar doğrultusunda entelektüel bir özellik sergilemektedir. Diğer taraftan ise, reel hayatta yaşamı ile edebiyatçı kimliğinin dışında değerlendirdiğimizde bu entelektüel kimliğinden uzak bir görünüm sergilemektedir.
Sonuç
Türkiye’nin modernleşmesi esas itibariyle Tanzimat dönemi ile başlamış ve halen devam eden bir süreç olarak görülmektedir. Hem toplumsal hem de siyasal gelenek içinde kendine has entelektüel/aydın bireyler yetiştirmiş olan Türk modernleşmesi, Batı’nın aydınından farklı bir yapıdadır. Batı ile Türk aydını arasındaki en önemli fark ise, Türk aydını hemen hemen her dönemde devletin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Özelikle Osmanlı Devleti döneminde devletin çözülmesini engellemek için misyon üstlenmiş görünmektedir. Ayrıca, bu misyonunu devam ettirirken toplumundan bağımsız olmamıştır. Özelikle kitle iletişim araçları ve edebi eserleriyle toplumsal ve siyasal değişimin öncüleri olmuşlar ve toplumsal bilincin oluşmasında etkin rol üstlenmişlerdir. Cumhuriyet dönemine baktığımızda ise durum çok farklı görünmemektedir. Devletin programında olan Batılılaşma ve modernizm yine aydın kimliğine sahip olan kişiler tarafından topluma yayılması sağlanmış ve aydın devletle hep organik bağ kurmuştur. Yine bu dönemde de en etkili araçlar medya ve edebiyat özelde de romanlar olmuştur. Bu araçlar ile batılı yaşam tarzları ve modernleşmeyi halk ile buluşturulmuş Türk aydını kimliğinin misyonunu edebi eserler vererek gerçekleştirmiş, Türk romancılığı da gelişim göstermiştir.
Ahmet Hamdı Tanpınar ve Yusuf Atılgan Türk edebiyatında önemli ve farklı eserler vermiş aynı zamanda kendi dönemlerine damga vurmuşlardır. İki yazarında genel özellikleri siyasal merkezden ve onun niteliklerinden uzak durmak olmuştur. Ayrıca muhalif olmakla beraber militan( yani devlete karşı düşmanlık ve saldırı içinde olmayan ) olmadıkları bilinmektedir. Özellikle Tanpınar’ın edebiyatçı kişiliğinin yanında düşünür kimliğinin olması onu kuşağından ayıran en önemli özelliği olmuştur. Düşün dünyası içerisinde ve eserlerindeki konu ve karakterlerle net bir şekilde aydın kimliği belli olmuştur. Aynı düşünceyi tam anlamıyla Atılgan için ifade edemeyiz. Hocası olan Tanpınar’dan etkilenmesi edebi anlamada olmuştur. Edebiyatçı kimliğiyle Atılgan bir modernist bir aydın olarak düşünebiliriz. Ancak normal gündelik hayatta ise tam anlamıyla bir entelektüel birey olarak ele alamayız. Burada Yusuf Atılganın içinde yaşadığı dönemin etkisi de söz konusu olabilir. İki yazarda Türk edebiyatın da önemli yerler tutmuşlar, gelecek için birer ışık olmuşlardır.
Kaynakça
Akkaş, H. H. (2001). Türk Modernleşme Tarihinde Muhafazakar Siyasi Düşünce. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 3(2).
Altınkaş, E. (2011). Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri. Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, 7(14), 114–132.
Aslan, S., & Alkış, M. (2015). Osmanlı’dan Cumhuriyete Geçişte Türkiye’nin Modernleşme Süreci: Laikleşme ve Ulusal Kimlik İnşası. Akademik Yaklaşımlar Dergisi, 6(1), 18–35.
Aydın, M. (2005). Aydınlar ve Günümüzdeki İşlevleri. Içinde K. Çağan (Ed.), Entelektüel ve İktidar. Ankara: Hece Yayınları.
Balcı, Y. (2002). Türk Romanında Aydın Problemi (1908-1950). Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları Kültür Eserleri Dizisi.
Benda, J. (2017). Aydınların İhaneti. (C. Soydemir, Çev.). İstanbul: Doğubatı Yayınları.
Berksoy, B. (2006). Bir Entelektüel Olarak Tanpınar. Doğubatı Düşünce Dergisi, 9(37), 111–132.
Doğan, Z. (2016). Doğu Batı Arasında İki Mütereddit: Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay. Mediterranean Journal of Humanities, 5(1), 143–154.
Foucault, M. (2016). Entelektüelin Siyasi İşlevi. (F. Keskin, O. Akınhay, & I. Ergüden, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Gelir, Y., & Tütak, M. (2017). Modernist Bir Yazar Olarak Yusuf Atılgan. Ulakbilge, 5(13), 1091–1108.
Gramsci, A. (1967). Aydınlar ve Toplum. (V. Günyol, F. Edgü, & B. Onaran, Çev.). İstanbul: Çan Yayınları.
Gündüz, O. (2002). Türkiye’nin Batılılaşma Serüveninde Özgün Bir Portre: Ahmet Hamdi Tanpınar. U.Ü Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 3(3), 13–28.
Karabulut, M. (2012). Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam” Romanında Anlatım Teknikleri. Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 7(1), 1375–1387.
Kılıçbay, M. A. (1995). Türk Aydınının Dünyasını Anlamak, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Meriç, C. (1983). Batıda ve Bizde Aydının Serüveni. Içinde Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (C. 1–1, ss. 13–137). İstanbul: İletişim Yayınları.
Oğuz, O. (2011). Yusuf Atılgan’ın Hikayelerinde Köy. Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 6(3), 1097–1115.
Oğuz, O. (2012). Yusuf Atılgan’ın Hikayelerinde Kent. Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 7(1), 1653–1699.
Oğuzhan Börekçi, Ü. A. (2014). Muhalif Aydın Romanlar Üzerinden Zihniyet Okuması (1.Baskı). Ankara: İmge Kitapevi.
Ortaylı, İ. (1985). Batılılaşma Sorunu. Içinde Tanzimattan Cumhuriyete Türk Ansiklopedisi (C. 1–1.cilt). İstanbul: İletişim Yayınları.
Özgür, N. (2010). Modernleşme ve Aydın Kavramları Çerçevesinde Edebiyat Bağlamında Aykırı Eserler Veren Romancı/Aydınlar: Ahmet Hamdi Tanpınar,Yusuf Atılgan, Oğuz Atay (Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul.
Said, E. (2013). Entelektüel: Sürgün, Marjinal, Yabancı. (T. Birkan, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sartre, J. P. (2016). Aydınlar Üzerine. (A. Bora, Çev.). İstanbul: Can Yayınlar.