TR

Kurumsal Yapı ve İktisadi Büyüme Bağlamında Türkiye Örneği

Giriş

Büyüme ekonomisi, üretimdeki artışların ölçülmesi bağlamında miktar anlayışı üzerine oturtulmuştur. Bu yaklaşım sadece ekonomideki fiziki değişimleri dikkate almakta diğerlerini ise dışlamaktadır. Son yıllarda gündemde olan makro ekonomik düşünce okulları bağlamında büyümenin tanımının yeterli olmadığı konusunda çalışmalar ön plana çıkmış olup kurumların ekonomik büyüme ve kalkınma üzerinde etkili olduğu gözlemlenmiştir. Kurumsal iktisat teorilerinin ekonomik büyümeyi açıklayıcı modellere demokrasi, özgürlükler, kültür, kurum ve kurumsal yapı gibi iktisadi olmayan faktörler de dâhil etmeye başlamıştır. Kurumlar ve kurumsal yapı ülkeler arasındaki ekonomik gelişmişlik farklılıklarının azaltılması veya ortadan kaldırılması konusunda oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Bunun nedeni kurumların, piyasa içindeki iktisadi aktörlerin davranışlarını oluşturma ve düzenlemedeki etkisidir. Toplumu oluşturan bireylerin karşılıklı olarak bir etkileşim ve gelişim süreci içinde olmalarının yanı sıra ülke içindeki mevcut kurumlar da bireylerin tutum ve davranışlarının şekillendirilmesine yardımcı olmaktadır.

Büyümenin tanımına baktığımız zaman Sanayi Devrimine kadar gitmemiz gerekir. Sanayi Devrimi sonrasında birincil ve neredeyse tek amaç haline gelen üretimi arttırmak düşüncesi vardır. Bu bağlamda insan unsuru, sermaye ve doğal kaynak faktörleri üretim için bir araç olarak görülmüştür. Ücretin düşüklüğü, çalışma şartlarının kötülüğü, açlık-yoksulluk durumu, sağlık, eğitim şartlarının kötü oluşu gibi insana dair olan konular göz ardı edilmiştir. Sanayi Devrimi ile günümüzdeki kurumsal yapı birbirinden ayrılmaktadır. Baktığımız zaman günümüzde insan refahının yükselmesi temel amaç haline gelmişken, bu duruma katkı yapan her türlü unsur ise araç olarak kabul edilmektedir.

Bu anlayış doğrultusunda üretim artışının ve ortaya çıkardığı sonuçların toplum refahına ne ölçüde katkı yapabileceği yönünde düşünce ekolleri karşımıza çakmaktadır. Büyüme ile birlikte toplum refahını ilgilendiren istihdam ve işsizlik, gelir dağılımı, doğal kaynaklarının kullanımı, demokratik hak ve özgürlükteki gelişmeler ve kültürel değişim gibi konularda iyileşmelerin olup olmadığı en çok dikkat edilen konular haline gelmiştir.
Bu alanda yaptıkları etkilere göre iyi büyüme ve kötü büyüme ayrımı yapılmaya başlanmıştır. Birleşmiş Milletler ’in 1996 yılı İnsani Kalkınma Raporu yukarıda sorgulanan konulara ek olarak kaçınılması gereken beş kötü büyüme çeşidini aşağıda ki gibi sıralamaktadır.

1. İşsiz Büyüme: ekonomilerde büyüme sağlanmakla birlikte, yeterli istihdam imkanının yaratılmaması nedeniyle işsizlikte artışın görülmesi haline işsiz büyüme denir. ABD ve Avrupa’da yaşanan büyüme süreci bu duruma tipik bir örnektir.
2. Acımasız Büyüme: büyümenin nimetlerinin adil bir şekilde dağıtılmaması hali acımasız büyüme olarak adlandırılır. Bu tür büyüme sürecinde gelir dağılımı düzeltilmediği gibi daha da adaletsiz hale gelir. Zengin grubun gelirden aldığı pay artarken fakirlik sınırının altına itilen insan sayısı oldukça artar. Ekonomik anlamda iyileşmenin yaşandığı Latin Amerika ülkeleri gelir dağılımında ilk sıralarda yer almaktadırlar. Gelir dağılımı adaletsizliği dünya geneli açısından da geçerlidir. Gelirin coğrafi dağılımına göre dünyada bazı bölgelerin hızla büyüdüğü, bazı bölgelerin ise küçüldüğü gözlenmektedir.
3. Sessiz Büyüme: büyüme sürecinde demokratik iyileşmenin sağlanamaması, bireysel hak ve özgürlüklerin kötüleşmesi hali sessiz büyüme olarak adlandırılır.
4. Köksüz Büyüme: büyüme sürecinde toplumun örf-adet, gelenek-göreneklerinin yozlaşması, diğer bir ifadeyle kültürel kimlik kaybının yaşanması haline köksüz büyüme denir.
5. Geleceksiz Büyüme, ekonomik büyümenin daha çok yenilenemeyen doğal kaynakların tüketilmesi pahasına gerçekleştirilmesi halidir. Gelecek nesillere bırakılacak doğa unsurlarının yok edilmesi, her türlü kirliliğe büyüme adına göz yumulması, çevrenin hiçe sayılması gibi birçok kötü örnek son zamanlarda sürdürebilir büyüme gibi yeni oluşumları gündeme getirmiştir. Yukarıda sayılan endişe verici unsurları taşımayan bir büyüme tanımı içsel büyüme teorisyenleri tarafından yapılmıştır. İyi Büyüme olarak adlandırılan bu yaklaşım insan refahını beşerî gelişmeyi temel amaç olarak almaktadır.
Kurumsal yapının etkin işleyişi iyi büyümeyi teşvik eder.
İyi Büyüme; istihdamı teşvik eden, bireye kendi kaderi üzerine karar verme ve denetleme şansını veren refah artışını adil biçimde dağıtan, toplumsal iş birliği ve uyumu sağlayan, beşerî gelişmenin geleceğini koruyacak özelliklere sahip olandır.

Kurumsal yapılar ekonomik büyümeyi etkiler, zira hem işlem maliyetlerine hem de üretim sürecindeki dönüşüm maliyetlerine harcanan miktara etki ederek, maliyetleri belirler. İşlem maliyetleri, mülkiyet haklarının iyi tanımlanmadığı veya hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı durumlarda çok daha yüksektir. Bu gibi ülkelerde özel firmaların ölçeği küçük olabilmekte, yasa dışı faaliyetler, yer altı ekonomisi artabilmekte ve rüşvet-yolsuzluk yaygınlaşabilmektedir.

Benzer bir şekilde, dönüşüm maliyetleri de önemli ölçüde artarak, sözleşmelerin uygulanması noktasında problemler yaratabilmektedir. Ucuz teknolojiyle üretime devam etmek kısa vadede daha az verimli ve rekabetçi bir çalışma ortamına neden olmaktadır. Toplumda, kurumların işleyişi yeterince tanımlanmadığında, ekonomik faaliyetler de kişiler arası değişimlerle sınırlı kalmakta, kitlesel ve ileri bir ekonomik sistem kurulamamaktadır. Böyle bir ortamda işlem maliyetleri düşük olabilir, ancak ekonomi çok düşük bir uzmanlık düzeyinde çalıştığı için bu defa dönüşüm maliyetleri yüksek olacaktır. Zayıf kurumların bulunduğu bir ortamda firmalar, gelişmiş ekonomilerde olduğu gibi, karmaşık, uzun vadeli ve çoklu sözleşmeleri etkili bir şekilde uygulayamamaktadır. Oysaki uzun vadeli sözleşmeleri teşvik eden mülkiyet hakları yapısı, sermaye piyasaları ve ekonomik büyümenin oluşturulması için gerekli görülmektedir. Zayıf bir kurumsal yapı altında, siyasi ve ekonomik organizasyonların gelişmesi ve ilerlemesi önemli miktarlarda batık maliyetler içerebilir. Esasen bu tür organizasyonların sonuçta kurumsal yapıda bir gelişmeyi zorlayabileceği düşünülebilir ancak bu, belirli bir etkinsizlik eşiğine ulaşılmadığı sürece, zayıf kurumsal çevreyi sürdürme ve sağlamlaştırma yönünde olacaktır. Ülkeler-toplumlar-coğrafyalar arasında vaka gelişmişlik farklılıkları, farklı büyüme performansları değişken iktisadi yapıların nedenleri yine farklı ülke koşulları ve tarihsel süreçler nedeniyle, kolay bir şekilde açıklanabilecek problem alanları olarak gözükmemektedir. Zira tüm bu farklılıkların gerisinde birikimli ve karmaşık bir kurumlar örgüsü yatmaktadır.

Literatür

Etkin çalışan kurumların, ülkelerin ekonomik büyümesi üzerinde olumlu etkiye sahip olacağı birçok araştırmacı tarafından incelenmiştir (North: 1992, Lal: 1998, Acemoğlu ve Johnson ve Robinson: 2004, Glaeser vd: 2004, Chang: 2005, Yanıkkaya ve Karakayalı: 2006, Avellaneda: 2006, Milo: 2007, Boyer: 2008, Acemoğlu ve Robinson: 2010, Burchi veTridico: 2010, Chang: 2011, García-Quero ve Castellano: 2011). Etkin işleyen kurumların, yoksulluk üzerindeki etkisi ise dolaylı şekilde bu çalışmalarda değinilmiştir.

Ülkelerin büyüme ve kalkınma problemleri üzerinden bir yanıt aramayı tercih etmişlerdir. Gleaser (2004) birçok araştırmacının da yer aldığı çalışmasında yoksulluğu azaltmak için doğru politikalar izlenmesinin ancak uygun kurumlar varken mümkün olabileceğini savunmaktadır. Kurumların nasıl çalıştığı ve nasıl daha etkin çalışacağı konusu ise her toplum için farklılık arz edeceğinden, yoksulluğu azaltacak uygulamalar her toplumun kurumsal yapısına göre şekillenmelidir (Gleaser vd. 2004: 6-9). Chang (2005) ”Kurumlar ve Ekonomik Kalkınma Arasındaki İlişkiyi Anlamak” isimli çalışmasında, 21.yüzyılın başında ülkelerin en önemli görevinin, kurumsal yapı ile ekonomik kalkınma arasındaki ilişkiyi anlamak ve bunların süjelerini harekete geçirmek olduğunu vurgulamaktadır. Bu ilişkinin oldukça karmaşık olduğunu ifade eden Chang (2005), temel birtakım tanımlamalar ile kurumlar ve ekonomi arasındaki pozitif yönlü ilişkiyi açıklamaktadır (Chang, 2005: 5-7). Boyer (2008) ise, kurumlar ve yoksulluğa karşı alınan politika uygulamalarının eş zamanlı olarak ülkenin büyüme kapasitesi üzerinde olumlu etkiler yapacağını vurgulamaktadır. Bu savının kapitalist ekonomilerde gerçekleşmesi için, piyasa, hukuk, yenilik ve siyaset gibi alanlarda uygun kurumsal yapının var olması gerektiğinin altını çizmektedir. Diğer bir deyişle Boyer (2008) kurumsal tamamlayıcılık hipotezi (The Institutional Complementarity Hypothesis) dediği kavramın içerisine kapitalist ekonominin devamlılığını sağlayacak uygun kurumsal yapıyı eklemektedir. Örneğin iyi makroekonomik temele sahip ülkelerde uygulanacak yoksulluğu azaltma politikaları beklendiği üzere daha etkili olacaktır. Ancak aynı yoksulluğu azaltma politikaları, iyi makroekonomik temele sahip olmayan bir ülkede daha az etkili olacak ya da hiç etkili olmayacaktır (Boyer, 2008: 2-3). Pür Neo Klasik politika uygulamalarının yoksulluk problemini çözmede başarısız olacağını savunan Boyer (2008), kurumsal yapı farklılığı nedeniyle her bir ülke için farklı yoksulluk stratejileri izlenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Boyer iddiasının açıklayıcıları olarak, sermayenin gelişimi, girişimci varlığı, etkin fiyat sistemi, ekonominin açık olması, beşeri sermayenin varlığı, kurumların etkin ve şeffaf oluşu, devletin etkin çalışması, demokrasinin varlığı, hak ve özgürlüklerin korunması, yolsuzluğun önlenmesi ve çevre olarak belirlemiştir. Açıklayıcı maddelerin iyi işlemesi halinde sürdürülebilir büyüme, yoksulluğun azalması, insani kalkınma ve yüksek yaşam standartlarının sağlanması, özgürlüklerin korunması ve çevresel sürdürülebilirlik amaçları gerçekleştirilebilir (Boyer, 2008: 4). Bazı ülkeler zenginken, bazıları neden değil sorusuna cevap arayan Acemoğlu ve Robinson (2010) bunun soru olarak basit, ancak cevap olarak karmaşık bir karşılığının olduğunu savunmaktadır. Buna göre, bazı ülkelerin sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel kurumları eş güdüm içerisinde hareket ettiği için, bu ülkelerde büyüme ve kalkınma sorunları ortadan kalkmakta, yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliği gibi sorunlar daha az görülmektedir. Bunun yanında bir ülkede işler durumda olan, kurumsal yapı ve reformlar, bir başka ülkede uygulanmaya ya da oluşturulmaya çalışıldığında genellikle aynı etkiler elde edilememektedir. Bunun nedeni siyasi, sosyal ve kültürel yapının ve birikimin benzersiz olduğu, tek bir uygulamanın tüm ülkelere uyum sağlamayacağı (one size can’t fit all) yönündedir (Acemoğlu ve Robinson, 2010: 2). Eski ve Yeni Kurumsal İktisadın ortaya koyduğu, kurumların insan davranışlarını ve aynı zamanda insan davranışlarının kurumları etkilediği (Burchi veTridico, 2010: 1) bir toplumda yoksulluğun kurumsal yapıdan ayrı düşünülmesi neredeyse olanaksızdır. Bir ülkede firma ve piyasa yapısı, mülkiyet yapısı, sosyal ve demokratik haklar, politik istikrar gibi kurumsal göstergelerin iyileşmesi demek yoksulluk gibi sosyal problemlerin en aza indirilmesi demektir. Kurumların ekonomik boyutu işlem maliyetlerini en aza indirmek, mülkiyet haklarını korumak suretiyle daha büyük yatırım ve büyüme rakamlarının elde edilmesine neden olur (World Bank, 2013: 3). Chang (2011), kurumlar ve ekonomik kalkınma ilişkisinin oldukça ortodoks bir anlayışla ele alındığını vurgulamış ve kurumsal yapının varlığını kabul etmenin bile bir heteredoks yöntem olduğunun altını çizmiştir. Her ülke için farklılık arz eden kurumsal yapının, tek bir büyüme ve kalkınma teorisinin her ülkeye uyacağını söyleyen ortodoks bir yaklaşımla ele alınamayacağını ifade etmiştir (Chang, 2011: 2-3).

Kurumsal yapının işlerlik kazanması tüm toplumlar için hayati önemdedir. Kurumsal yapı etkin işlediği takdirde toplumun yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliği gibi sorunlarının ortadan kalkacağı kanaati yaygındır. Kurumsal yapı ve büyüme kalkınma sorunları arasındaki ilişkiler göreli olarak yeni bir mesele olmasına karşın yankıları daha büyük, derinden ve etkileyicidir (Sasaoka, 2005: 33). Ülkemizde de kurumsal altyapı ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalar bulunmaktadır. Yapılan bu araştırmalardaki bulgular farklı değişkenlerle incelenmiş, kurumsal altyapı ile büyüme arasında pozitif bir ilişkinin olduğu ortaya konmuştur (Karakayalı ve Yanıkkaya: 2006, Gökalp ve Baldemir: 2006, Beşkaya ve Manan: 2009, Yıldırım: 2010, Artan ve Hayaloğlu: 2012/2014, Biber: 2010, Aytun ve Akın: 2014). Yapılan çalışmalarda genel olarak gözlemlenen, kurumların ekonomik büyüme üzerinde pozitif ve önemli bir etkiye sahip olduğu yönündedir. Bunun yanında özellikli bir alan olarak Türkiye ekonomisinin kurumsal durumu, kurumların etkinliği gibi hususlar araştırılmıştır. Kurumsal yapı, insan etkileşimlerinin ortak sonucu (Aktan: 2006), oyunun kurallarının belirleyicisi (North: 1990) ve gelecekte alınacak ekonomik, sosyal ve siyasal politikaların gerçekleşeceği alan (Hodgson: 2000) olması nedeniyle, yoksulluk sorununu açıklamakta etkili olduğu su götürmez bir gerçektir.

İktisadi Büyüme ve İktisadi Gelişme

İktisadi büyüme ve kişi başına gelir ekonomileri değerlendirirken tek ölçüt olamaz, insanların refahını, yaşam kalitesini, gelir bölüşümünü, sağlığı, eğitimi ve değişen çevre koşullarını da dikkate almak gerekmektedir. Ancak iktisadi büyüme olmadan iktisadi gelişme sağlamak, yani toplam gelir ve üretim artmadan yaşam kalitesini artırmak, sağlık ve eğitimde iyileşme sağlamak çok daha zordur. Diğer taraftan çevre koşullarını yeterince dikkate almayan bir iktisadi büyüme anlayışının sürdürülebilirliği konusunda kuşkular giderek artmaktadır. Bu bağlamda son yıllarda ekonominin gelişimini değerlendirirken kişi başına gelir dışında kullanılan en yaygın gösterge insani gelişme endeksidir.

Dünyada Büyüme

İktisadi büyüme 19.yy’da başlamasa bile hız kazanmıştır. 1820 – 2010 yılları arasında dünyada kişi başına gelir yaklaşık 8 kat artış göstermiştir. Ancak tüm ülkeler ya da bölgeler aynı hızda büyümemiştir. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika gibi sanayileşmenin erken başladığı ülkeler 1. Dünya savaşına kadar (20. Yy.’ın ortalarına kadar) hızlı büyürken, bugün gelişen ülkeler 2. Dünya savaşı sonrası sanayileşmeye başlayarak hızlı büyümüşlerdir. 2. Dünya savaşı sonrasında güney Avrupa, Japonya ve Kore gibi az sayıda ülke ve bölge üretim ve gelirde hızlı artış gerçekleştirerek yüksek gelirli ülkelerle aralarındaki farkı kapatabilmişlerdir. Ancak bu istisnalar dışında, dünyadaki genel eğilimlere göre, yüksek gelirli ülkelerle gelişen ülkeler arasında 19.yy’da açılan farkın son 50 ya da 100 yılda kapanmadığı görülmüştür. Bugünün gelişmiş ülkeleri ile gelişen ülkeleri arasındaki gelir farkı son 200 yılda artmıştır. Bu sonuçlara göre sanayi devriminden bu yana geçen 200 yılda dünya ölçeğindeki eşitsizlikler büyük ölçüde artmış, bu dönemde söz konusu eşitsizlikleri belirleyen en önemli etkenin sanayileşme ve daha fazla verimlilik sağlayan teknolojilerin kullanımı olduğu ortaya çıkmıştır. 1950 sonrasında sanayileşmenin gelişen ülkeler arasında yayılması ve hızlanması ile birlikte, dünya ölçeğindeki eşitsizlikler artmaya devam etse de daha iniş ve çıkışlı bir seyir göstermiştir. Son 200 yılda dünyada kişi başına gelir 8 kat artsa bile eşitsizlikler de artmıştır. 1820’de en zengin ülkede kişi başına gelir en fakir ülkedekinin 3 katı iken, artık 60 katına yükselmiştir. 200 yıl önce tam tersi geçerliyken, bugün ülkeler arasındaki gelir eşitsizliği ülke içindekinden çok fazladır.

Kurumlar ve  İktisadi Gelişme

Son yıllarda yapılan çalışmalar, bugün ülkeler arsındaki kişi başına verimlilik ve gelir düzeyleri arasındaki farklılıkları açıklamaya çalışırken, dikkate alınması gereken en önemli değişkenin bir ülkedeki kurumların niteliği ve kalitesi olduğunu, şimdiye kadar kullanılan coğrafya, uluslararası ticaret ve ekonominin dışa açıklık derecesi gibi değişkenlerin gücünün az olduğunu göstermektedir. Araştırmalara göre, kurumların güçlü ve kaliteli olduğu ülkeler, fiziki ve beşerî sermayelerini daha hızlı artırabildikleri gibi, var olan fiziki ve beşerî sermayelerini de daha verimli kullanabiliyor.

İktisadi kurumlar denilince birbirleriyle örtüşen ve birbirlerini tamamlayan iki kümeden söz edilmektedir. Birincisi aşağıdan yukarıya doğru biçimlenen kurumlar (kişilerin ortaklıkların, iktisadi faaliyetlerinde belirsizliği azaltmak, verimliliği artırmak ve farklı kişi, topluluk ve kuruluşlar arasındaki iş birliğini güçlendirmek amacıyla geliştirdikleri kuralları ve bunların uygulanmasını kapsıyor). Kurumları aşağıdan yukarıya doğru biçimlendiren etkenler arasında güven önemli bir yer alıyor. Aile, etnik gruplar, çeşitli toplumsal ağlar, koalisyonlar, iş ortaklıkları, loncalar ve vakıflar bu grubun örnekleri arasındadır. Üretim ve ticaret büyük ölçüde bu kurumlar çerçevesinde örgütlenmektedir. Bu kurumlar daha sonra ekonomiyi, siyaseti, siyasi kurumları ve devletin yapısını da etkilemektedir. Kurumlar sadece formel olmayabilir, topluluk bağlarına örneğin akrabalık ilişkilerine, etnik ya da dini bağlara dayanan enformel kurumlara daha çok tarihi örneklerde ve gelişen ülkelerde rastlanmaktadır.

Yukarıdan aşağıya doğru oluşan kurumlar ise, siyasi kurumlar, devlet, hukuk, yasalar, mülkiyet hakları, emek, sermaye ve devlet arasındaki düzenlemeler ve diğerleri siyasi süreçler sonucunda biçimleniyorlar.

Kurumların bir özelliği de bir kez biçimlendikten sonra süreklilik kazanmaları ve bu yolla dünün yapıları bugünü, bugünün yapıları da yarını etkiliyor. Ancak yeni kurumların oluşması ve güç kazanmaları sayesinde eskilerinin etkisini aşmak mümkün olabiliyor.

Dışlayıcı Kurumlar ve Kapsayıcı Büyüme

Dünya Bankası iktisatçılarının bahsettiği kapsayıcı büyüme, ekonomide ki büyümeyi sağlamak, ekonomide meydana gelen refah artışını toplumun her kesimine yayarak ekonomik büyümeye olumlu katkı sağlama potansiyeline sahiptir.

Robinson ve Acemoglu’nun açık bir şekilde ifade ettiği gibi demokrasinin etkin olmadığı kurumlara sahip ülkelerin güçlü iktidarları, kısa veya orta vadede iyi bir iktisadi büyüme performansı sergileyebilmektedir. Dışlayıcı kurumların olduğu toplumda iktisadi büyüme oranları yeterince hızlıysa, dışlayıcı kurumlara rağmen yoksulluğun azalması, eğitim performansının artması, sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması mümkün olmaktadır. İktisadi büyümeye eşlik eden yapısal dönüşüm, refah artışına katkı sağlayabilmektedir. Güçlü siyasal iktidarlar, uzun dönemde güçlü olabilmek için refahta meydana gelen artışların faydalarını görmektedir. Son yıllarda iktisadi büyümenin yakın nedenleri ve temel ya da nihai nedenleri arasında bir ayrım yapılmaktadır. Yakın nedenlerle, önceki büyüme yaklaşımlarında olduğu gibi, yatırımlar yoluyla girdi miktarlarında ve teknolojik gelişme yoluyla verimlilikte sağlanan artışlar kastedilirken, temel nedenlerle ise, ekonominin içinde yer aldığı toplumsal ve siyasal ortam gösterilmekte, kurumların önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’de yeni teknolojilerin kullanılması ve sanayileşme 19.yy’da yavaş ilerlemiş, 1930’lu yıllarda ivme kazanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası tarımda yeni teknolojilerin kullanılmaya başlamasıyla verimlilik artışları olmuştur. Kişi başına verimliliğin ve toplam üretimin artmasıyla kişi başına gelirler de yükselmiş, tasarruflar ve dolayısıyla yatırımlar artmıştır. Yakın nedenlerle bu süreçler kastedilmektedir.

İktisadi büyüme ve gelişmenin temel nedeni olarak görülen kurumlara önem veren yeni yaklaşıma göre, uzun vadede iktisadi gelişme ve büyüme ancak kurumların istikrarlı bir biçimde üretim ve verimlilik artışlarına yol açan faaliyetleri desteklemesi ve özendirmesi sayesinde olacaktır. Kurumlar, toplum içinde kişiler veya farklı gruplar ya da kesimler arasındaki ilişkileri biçimlendiren ve yönlendiren yazılı ve yazılı olmayan kurallar, örgütlenmeler ve bunların uygulanması olarak tanımlanmaktadır. Kurumları belirleyen en önemli etken toplumsal yapı ve toplumsal kesimler arasındaki çıkar çatışmalarıdır. Kurumların tümü olmasa bile pek çoğu toplumdaki eşitsiz güç ilişkileri sonucunda biçimlenirler ve bu güç ilişkilerini yansıtırlar. Kurumların bir özelliği de zaman içinde süreklilik kazanmaları yani bugün biçimlenen kurumların geleceği etkilemesidir. Bir ülkenin kendisine özgü kurumları ve ülkeler arasındaki kurumsal farklılıklar da tarihi gelişmeler sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’de yeni teknolojilerin kullanılması ve sanayileşme 19.yy’da yavaş ilerlemiş, 1930’lu yıllarda ivme kazanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası tarımda yeni teknolojilerin kullanılmaya başlamasıyla verimlilik artışları olmuştur. Kişi başına verimliliğin ve toplam üretimin artmasıyla kişi başına gelirler de yükselmiş, tasarruflar ve dolayısıyla yatırımlar artmıştır. Yakın nedenlerle bu süreçler kastedilmektedir.

İktisadi büyüme ve gelişmenin temel nedeni olarak görülen kurumlara önem veren yeni yaklaşıma göre, uzun vadede iktisadi gelişme ve büyüme ancak kurumların istikrarlı bir biçimde üretim ve verimlilik artışlarına yol açan faaliyetleri desteklemesi ve özendirmesi sayesinde olacaktır. Kurumlar, toplum içinde kişiler veya farklı gruplar ya da kesimler arasındaki ilişkileri biçimlendiren ve yönlendiren yazılı ve yazılı olmayan kurallar, örgütlenmeler ve bunların uygulanması olarak tanımlanmaktadır. Kurumları belirleyen en önemli etken toplumsal yapı ve toplumsal kesimler arasındaki çıkar çatışmalarıdır. Kurumların tümü olmasa bile pek çoğu toplumdaki eşitsiz güç ilişkileri sonucunda biçimlenirler ve bu güç ilişkilerini yansıtırlar. Kurumların bir özelliği de zaman içinde süreklilik kazanmaları yani bugün biçimlenen kurumların geleceği etkilemesidir. Bir ülkenin kendisine özgü kurumları ve ülkeler arasındaki kurumsal farklılıklar da tarihi gelişmeler sonucunda ortaya çıkmaktadır.

Türkiye 19.yy’da açık ekonomi modelini, 20.yy’ın ilk yarısında ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ithal ikamesi yani içe dönük, korumacı ve müdahaleci sanayileşme stratejisini izlemiştir. 1980 sonrası ise piyasa yanlısı neoliberal politikalara ve ekonominin tekrar dışa açılışına dönmüştür.
Sanayi Devriminden sonra, teknolojik gelişmelerle ve yatırımların ivme kazanmasıyla birlikte, üretim ve gelirler sürekli artmaya başlamış, iktisadi büyüme (kişi başına üretimin ya da gelirin kalıcı biçimde artışı) özellikle İkinci dünya Savaşından sonra ulusların zenginliğini ve yoksulluğunu belirleyen temel süreç konumuna gelmiştir. Örneğin İngiltere’de 1820 yılına kıyasla kişi başına gelir 12 kat, Türkiye’de kişi başına gelir 1820 yılına kıyasla 2010 da 14 kat artmıştır.

İktisadi büyümenin en önemli nedenlerinin teknolojik gelişme ve yatırımlar yoluyla kişi başına fiziki sermaye ve eğitim düzeylerinde sağlanan artışlar olduğu, verimlilik artışlarının bu yolla gerçekleştiği vurgulanmaktadır. Nüfusun büyük bölümünün tarımdan kent ekonomisine geçişi de yatırımların ve verimlilik artışının tüm ekonomiye yayılmasını hızlandırmıştır. 20.yy’ın ikinci yarısında araştırma ve geliştirme süreçlerinin giderek kurumsallaşmasıyla birlikte teknolojik gelişmeler daha da hız kazanmıştır. Son yıllardaki araştırmalar ülkeler arasında kişi başına verimlilik farklarının sınırlı bir bölümünün kişi başına fiziki sermaye veya eğitim miktarlarıyla açıklanabileceğini, bu farkların daha büyük bir bölümünün birim girdi başına elde edilen verim düzeyindeki farklardan kaynaklandığını göstermektedir. Kurumların iktisadi gelişme için daha uygun olduğu ülkelerde, daha fazla yatırım yapıldığı gibi, birim girdiden elde edilen verim de daha yüksektir.

Sonuç

Kurumlar, belirsizliği azaltıp işlem maliyeti üzerinde etkili olarak, iktisadi faaliyetleri üretken alanlara yönlendirerek ve güveni sağlayıp işbirliğini geliştirerek ülke ekonomilerinin performansı üzerinde etkili olurlar. Ancak, kurumsal yapı ve ekonomik büyüme ilişkisinin araştırıldığı çalışmada kurumların büyümeyi olumlu yönde etkilediğine ilişkin net sonuçlara ulaşılamamıştır. Ülke grupları itibariyle kurumsal yapı değişkenlerinin ekonomik performans üzerindeki etkileri farklı çıkmıştır. Yalnızca, yolsuzluğun önlenmesi değişkeninin üç ülke grubunda da ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkilediği bulgusuna ulaşılmıştır. Buna göre, D.C. North’un;“kurumlar üretkenlik artışına da azalışına da yol açan yamalı bir bohça gibidirler” ifadesini bir kenara bırakacak olursak, elde ettiğimiz sonuçlar; kurumların ekonomik büyümenin bir nedeni değil sonucu olduğu ve/veya kurumsal düzenlemelerin şekli yapısının da önemli olduğu şeklinde yorumlanabilir.

Türkiye’de kurumsal yapının uzun dönemde büyümeyi etkileyen bir faktör olması Türkiye’de kurumsal yapının gelişmesi adına alınacak önlemlerin büyüme sürecindeki önemini ortaya koymaktadır. Bu sonuçtan yola çıkarak Türkiye’de temel hak ve özgürlükler, mülkiyet hakları, yolsuzluk vb. kurumsal alanlarda iyileştirmeler yaparak daha sağlam bir kurumsal yapıya sahip olunması neticesinde uzun dönemde daha yüksek bir ekonomik performansa erişilebileceğini söylemek mümkündür. Yeni anayasa çalışmalarının da bu sürece katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Türkiye’deki kurumsal yapının güçlendirilmesi adına alınması gereken önlemlerin başında temel hak ve özgürlüklere daha fazla serbestlik tanınması gelmektedir. Bu kapsamda Türkiye’nin kurumsal yapısına ilişkin çeşitli raporlarda yer alan Türkiye hakkındaki değerlendirmelerde temel haklara ilişkin olarak; düşünce, din ve vicdan özgürlüğü konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiş olmakla beraber özellikle ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü konusunda ciddi adımların atılması gerektiğinin altı çizilmektedir. Bu durum söz konusu alanlarda köklü reformlar yapılması gerektiğinin bir göstergesi olarak ifade edilebilir. Bunun yanında mülkiyet hakları kapsamında özellikle fikri mülkiyet haklarının korunması konusunda yasal önlemler alınmalıdır. Mülkiyet haklarının korunması bir ülkedeki teknoloji, verimlilik ve yatırımlar ile doğrudan ilişkili olduğundan ekonominin işleyişine etki etmektedir. Bu doğrultuda mülkiyet haklarının daha iyi korunması ekonomik gelişmeye katkı sağlayabilir.

Türkiye’de temel hak ve özgürlükleri güçlendirmenin bir yolu da anayasa reformu aracılığıyla olabilir. Bu amaçla yeni anayasanın oluşturulması sürecince yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda da AB standartları doğrultusunda hukuki ve kurumsal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu şekilde insan hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmış olduğu demokratik bir toplum olmanın gereklerini yerine getirmede önemli bir adım atılmış olacaktır. Bu kapsamda demokrasi düzeyi; politik istikrarsızlık, beşerî sermaye, gelir eşitsizliği ve mülkiyet hakları gibi çeşitli kanallarla büyüme üzerinde etkili olduğundan demokrasi düzeyinin gelişmesiyle beraber ülkelerin iktisadi performansının bundan olumlu etkileneceği ifade edilebilir.

Türkiye’nin kurumsal yapısına ilişkin raporlardaki bir diğer değerlendirme yolsuzlukla mücadele konusunda son yıllarda sınırlı bir ilerleme kaydedildiği yönündedir. Kurumsal yapının önemli bir göstergesi olan yolsuzluk düzeyinin yüksek olması, Türkiye’nin demokratik kurumların güveninin sarsılmasına yol açmakta, kurumların tarafsızlığı, gücü, şeffaf ve hesap verebilir olmasına engel teşkil etmektedir. Dolayısıyla yolsuzlukla mücadelede daha fazla ilerleme sağlanması kamu kurumlarının daha şeffaf, açık ve hesap verebilir olarak algılanmasını beraberinde getirecektir. Bu doğrultuda yolsuzluğun azaltılması için belirlenen strateji, plan ve programların etkin bir şekilde uygulanması Türkiye’nin ekonomik performansını olumlu etkileyebilecektir.


Kaynakça

Acemoğlu, D. ve Johnson, S. ve Robinson, J. (2004). Instıtutıons As The Fundamental Cause Of Long-Run Growth. Natıonal Bureau Of Economıc Research Working Paper 10481, ss.386-414, Erişim: http://www.nber.org/papers/w10481, Erişim tarihi: 10.01.2016.

Acemoğlu, D. ve Robinson, J. (2010). The Role of Institutions in Growth and Development. Review of Economics and Institutions, Vol. 1, No. 2, ss.1-38, Erişim: http://www.rei.unipg.it/rei/article/view/14/22, Erişim tarihi:10.01.2016.

Aktan, C.C. (2006). Kurumsal İktisat, Kurallar, Kurumlar ve Ekonomik Gelişme. Sermaye Piyasası Kurulu Yayınları, Yayın no:194, Ankara.

Arıca, F. (2014). Türkiye’nin Dış Ticaret Potansiyelinin Genişletilmiş Linder Hipotezi Çerçevesinde Değerlendirilmesi: Bir Panel Data Analizi. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Anabilim Dalı, Doktora Tezi.

Artan, S. ve Hayaloğlu, P. (2014). Kurumsal Yapı ve İktisadi Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği. Sosyoekonomi Dergisi, Sayı: 2, ss.347-367, Erişim: http://www.sosyoekonomi.org/140216.pdf, Erişim tarihi: 12.02.2016.

Avellaneda, S. D. (2006). Good Governance, Institutions and Economic Development: Beyond the Conventional Wisdom. Paper to be presented at the Forum de Recerca, Departament de Ciencies Politiques Socials, Universitat Pompeu Fabra, ss. 195 – 224, Erişim: http://www.upf.edu/dcpis/_pdf/sdellepiane.pdf, Erişim tarihi: 10.01.2016.

ALCHINAN, A., & DEMSETZ, H. (1973). The Proberty Rights Paradigm. 33(1), 16-27.

OKI, M. (2007). Endogenizing Institutions and Instutional Changes. Journal of Instituonal Economics, 3(1), 1-31.

ARROW, K. J. (1994). Methodological Individualism and Social Knowledge. The American Economics Review, 84(2), 1-9.

Biber, A. E. (2010). İktisadi Büyümede Kurumsal Faktörler ve Kurumsal Değişim. Akademik Bakış Dergisi, Sayı: 19, ss.1-24, Erişim: http://www.akademikbakis.org/eskisite/19/05.pdf, Erişim tarihi: 12.02.2019.

Boyer, R. (2008). Growth Strategies and Poverty Reduction The Institutional Complementarity Hypothesis. UNRISD Flagship Report: Combating Poverty, ss 1.-50 http://www.unrisd.org/80256B3C005BCCF9/search/DOpenDocument, Erişim tarihi:11.02.2019.

CHAVANCE, B. (2009). Institutional Economics.

COASE, R. (1937). The nature of the firm. Economica, 4(16), 386-405.

COASE, R. (1960). the Problem of Social Cost. Journal of Law and Economics, 3, 1-44.

COLEMAN, J. (1995). Organizational Structure And The Emergence of Informall Norms. (P. FOSS, Dü.) Economic Approaches to Organizations and Institutions.

COMMONS, J. R. (1934). Institutional Economics: its plays in political economy.

DEMSETZ, H. (1967). Toward a Theory of Property Rights. The American Economic Review, 57(2), 347-359.

DEMSETZ, H. (1997). The firm in economic Theory: A Quiet Revolution. The american Economic Review, 87(2), 426-429.

EGGERTSSON, T. (1990). Economic Behavior and Institutions. içinde Cambridge: Cambridge university press.

FEDER, G., & FEENNY, D. (1991). Land Tenure And Property Rights: Theory And Implications for Development Policy. 5 (1), 135-153.

FOSS, N. J. (1995). The Theory of the Firm: The Austrians as Precursors and Critics of Comtemporary Theory. Review of Austrian Economics, 7, 31-64.

FURUBOTN, G. E., & RICHTER, R. (2000). Institutions and Economic Theory the Contribution of the New Institutional Economics.

HAYEK, F. (1973). Rules and Order.
HODGSON, G. (1998). The Apparoch of INstitutional Economics. Journal of Economic Literature, 36(166-192).

HUME, D. (1740). A Treatise of Human Nature.

KIZILKAYA, E. (2007). Weber, Veblen ve Kapitalizmin Ruhu”, Kurumsal İktisat. E. ÖZVEREN (Dü.). içinde Ankara: İmge Kitap Yayınevi.

Not: Kapak Görseli https://www.setav.org/yuzde-48-ekonomik-buyume-neden-onemli/ adresinden alınmıştır.

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR