- GİRİŞ
Başlangıç tarihi, sebepleri, sonuçları ve hatta ontolojisi üzerinde hala ateşli tartışmalar yapılsa da, küreselleşme olgusu her geçen gün şiddetini arttırarak toplumlar ve kurumlar üzerinde yapısal değişikliklere yol açmaya devam etmektedir. Küreselleşmenin yarattığı değişim ve dönüşümlerden, siyaset ve sivil toplum da mutlak bir biçimde etkilenmiş, buna bağlı çeşitli değişim ve dönüşümler yaşamaya başlamıştır. Küreselleşmenin nihaî birer sonucu olan “küresel siyaset”, “küresel sivil toplum” gibi kavramlar da böylece tartışmaya açılmıştır. Burada da küresel sivil toplumun küresel siyasetle olan ilişkisi tartışmaya açılmıştır.
Batı menşeli bir kavram olan sivil toplum, geçirdiği çok farklı evrelerden sonra bugün artık iletişim ve teknolojinin bireylerde farkındalığı arttırması ve insanların dünyada meydana gelen olaylara daha duyarlı hale gelmeleri sonucunda önce uluslararası, ardından küresel bir nitelik kazanmıştır. “Devletten/kamu otoritesinden bağımsız” bir alanı ifade eden sivil toplum, yine iletişimin yaygınlaşmasıyla siyaset kurumu üzerindeki baskılarını da arttırma imkânı bulmuş ve bizzat devletlerin anlaşmaya gitme yolunu tercih etmeye başladığı bir baskı grubu haline gelmiştir. Bu da bölgesel ve uluslararası karar alıcılar olan devletlerin etkinliğini çözmeye başlamış, hükümetlerarası uluslararası örgütler nezdinde sivil toplumun, yani hükümet-dışı kuruluşların meşruluğunu arttırmıştır. Bu çalışmanın amacı da 21. yüzyıl ile beraber gücünü ve meşruluğunu iyice arttırmış olan “küresel hükümet-dışı örgütler”in küresel siyasal karar alma veya daha öncesinde alınmış olan kararları uygulama mekanizmalarına olan etkilerini, yine küresel çapta faaliyetler yürüten Uluslararası Af Örgütü’nün uygulamalarından örneklerle ortaya koymaktır.
Bu maksatla çalışmanın ilk bölümünde kavram olarak küreselleşmeden ve küreselleşmenin siyaset ve sivil toplum/hükümet-dışı örgütler üzerinde yarattığı dönüşümlerden bahsedilecektir. İkinci bölümde ise küresel hükümet-dışı örgütler detaylıca incelenecek, son bölümde de Uluslararası Af Örgütü’nden ve küresel siyaset üzerindeki etkilerinden bahsedilecektir.
2. KÜRESELLEŞME, KÜRESELLEŞEN SİYASET VE KÜRESELLEŞEN SİVİL TOPLUM
Her şeyden önce küreselleşmenin birbirinden farklı tanımları yapılmaktadır. Küreselleşmenin farklı tanımlarının ve boyutlarının olması, konuya kimin, nereden ve nasıl baktığı hususuyla açıklanabilir. Küreselleşmeye taraftar olmak, karşıt olmak, fırsat olarak görmek veya tehdit olarak bakmak şeklindeki yaklaşımlar, net bir küreselleşme tanımının ortaya konulamamasındaki esas faktördür. Ancak burada “küreselleşme” kavramının taşıdığı derin anlam farklılıklarına girilmeyecektir. Bu çalışma açısından küreselleşme, bir “süreç” olarak kabul edilmektedir. Bir süreç olarak ele alındığında küreselleşme ekonomik, toplumsal, siyasal ve teknolojik boyutlara sahip birden fazla değişim sürecini ifade eder. Bu anlamda küreselleşme, dünyada yaşayan insanları küresel bir toplumda bir araya getiren süreçlere karşılık gelmektedir.
Küreselleşen siyaset ifadesinden kasıt ise demokrasinin birkaç ülkeyle sınırla kalmayarak yaygınlaşması, küreselleşmenin ulus-devlet üzerinde etkide bulunması, bölgeselleşmenin artması, uluslararası kurumların etkinliğinin artması, siyasî ilişkilerin yoğunlaşması, küresel yönetişimin potansiyelinin anlaşılması ve bu son nedene bağlı olarak küresel sivil toplumun rolünün önem kazanması şeklinde özetlenebilir. Nitekim Keyman (2005: 19), küreselleşmenin, ulus-devletin modernite içindeki ayrıcalıklı konumunu ciddi bir krize soktuğunu ve ulus-devletin egemenliğini sınırladığını, parçalamaya başladığını ileri sürmektedir. Keyman’a göre, küreselleşme süreci, ulus-devletin modernite içinde veri alınan egemenliğini çözmektedir. Bunun göstergesi olarak devletin sorunları çözme kapasitesinin krize girmesini, hatta devletin kendisinin bir biçim olarak sorunların çözümüne engel olmasını, özellikle küresel ekonomik sistem içerisinde özerkliğini yitirmesini ve toplum içinde belli bir meşruiyet krizine girmesini içeren söylem olmasını göstermektedir.
Küreselleşme ile sivil toplum arasında da bir bağ ve hatta karşılıklı bir nedenselliğin olduğu söylenebilir. Küreselleşme sürecinde sivil toplum yeni bir içerik ve etkin bir işlevsellik elde etmektedir. Her şeyden önce, küreselleşme ve sivil toplum, yükselen değerler olmakta ve birbirine başat bir gelişim sergilemektedirler. Yukarıda kısaca bahsedildiği üzere küreselleşme ile ulusal sorunların sınır aşan boyutlara ulaştığı da görülmektedir. Devletler, iç meseleleri olarak değerlendirilemeyecek küresel sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Bu sorunlarla mücadele etmek devletler için maliyetli bir süreci beraberinde getirmektedir. Sivil toplum ise küreselleşme sürecine yapısı itibariyle daha kolay uyum sağlayabilmiştir. Yerel olarak sınırlı kalmayıp uluslararası alanda da faaliyet göstererek veya yerel faaliyetlerinde uluslararası örgütlerle işbirlikleri yaparak sisteme uyumlu bir gelişim göstermektedir.
Sivil toplumun küreselleşmesi, hareket alanlarının ve faaliyetlerinin ulusaldan çok uluslararası ve bölgesel alanda faaliyet göstermesi anlamında kullanılmaktadır. Yerelden küresele geçen faaliyetleri, sosyal, ekonomik, politik ve çevresel sorunları içeren konularda çalışmaları birbirleriyle ilişkili ağlar oluşturmaktadırlar. Küresel sivil toplumu, devletlerden ve piyasalardan bağımsız, vatandaşların ulusal devletin sorumluluğunun dışında sahip oldukları faaliyet alanı şeklinde tanımlamak mümkündür. Bu anlamdaki küresel örgütler, çevreden üçüncü dünyanın borçlarına, fakirlik, cinsiyet ayırımı, şiddet, çocuk köleliği, insan hakları ve demokratikleşmeye kadar bir dizi konuyla ilgilenmektedirler. Bu örgütlerin, uluslararası politikaya yaptıkları etki, hegemonik olmayan bir değişim projesi olarak adlandırılabilir. Bu haliyle küresel sivil toplum, hem liberal demokrasi kurumlarının uygunsuz ve yetersiz empozesinin bir kritiği ve hem de küresel eylemler yoluyla “küreselleşmenin sivilleştirilmesidir”. (Yıldız, İstanbul Üniversitesi, 2006: 58)
3. KÜRESEL HÜKÜMET-DIŞI ÖRGÜTLER
Küresel hükümet-dışı örgütler, devletin/kamu gücünün kurduğu, yürüttüğü kurumların dışında ortaya çıkan uluslararası sivil yapılardır (ed. Özen ve Tonus, 2014: 201). Siyasal, ekonomik, dinî, kültürel, toplumsal vs. birçok alanda kâr amacı gütmeden, uluslararası alanda gönüllü faaliyet göstermek üzere kurulan bu yapıları devletlerden ve onların oluşturduğu uluslararası örgütlerden ayırt etmek için “gönüllü kuruluşlar”, “sivil toplum kuruluşları” ve “hükümet-dışı kuruluşlar” başta olmak üzere farklı kavramlar kullanılmaktadır. Bu kavram farklılığı, konunun niteliğinden kaynaklanmaktadır. Kimisi adlandırmada geleneksel siyasî yapılanmalardan farklı olunduğunu vurgulamakta, kimisi bir tür devlete karşıtlıktan ziyade onu ‘tamamlama’ amacını ön plana çıkarmakta, kimisi ise konunun ‘hukuksal’ yönüne vurgu yapmaktadır. “Küresel hükümet-dışı örgüt” kavramının kullanılmasından kasıt, çalışmaya konu edinilen örgütlerin çalışma yöntemleri, politika yapım süreçleri, yaygınlıkları vs. ve en önemlisi yarattıkları etkiler bakımından ‘küresel’ bir niteliğe sahip olmalarıdır.
3.1. Kavram Olarak Küresel Hükümet-Dışı Örgütler
Hükümet-dışı örgütleri tanımlamak için bir takım resmî çabalar olmuştur. Bunlardan en önemlisi Birleşmiş Milletler’in 23 Mayıs 1968 tarihli, 1296 sayılı kararıdır. Bu kararda tarif edici ve belirleyici bir hükümet-dışı örgütler tanımı yapılmıştır. Buna göre, “devletlerarası anlaşmayla kurulmamış tüm uluslararası örgütler hükümet-dışı örgüt olarak kabul edilir” (Hasgüller, 2007: 451) denmiştir. Bir diğer açıklama da Avrupa Konseyi tarafından yapılmıştır. Konsey 1986’da hazırladığı 24 Sayılı Sözleşme’de çeşitli ölçütlerden bahsetmiştir. Bu ölçütlere göre hükümet-dışı örgütler kâr amacı gütmemeli, uluslararası yarar gütmeli, Avrupa Konseyi tarafı bir devletin iç hukukuna göre kurulmalı, en az iki devlette faaliyet göstermeli ve taraf devletlerden birinde merkezi bulunma özelliği göstermelidir. Bunun dışında Konsey, 2002 yılında bir takım “temel ilkeler” belirlemiştir. Bu bağlamda hükümet-dışı örgütlerin siyasî partilerin kapsamı dışında olması, tüzel kişiliğinin şart olmaması ve faaliyetlerden elde edilen kazancın yeni faaliyetler için harcanabileceği ancak üyelere dağıtılamayacağı vurgulanmıştır. (ed. Özen ve Tonus, 2014: 202). Bu tanımlardan başka literatürde de yapılan tanımların çoğunda, hükümet-dışı örgütleri açıklayabilmek için en fazla başvurulan ölçütler arasında ‘kâr amacı gütmeme/gönüllülük’ ve ‘uluslararası toplumsal yarar gütme’ bulunmaktadır.
Kâr amacı gütmeme ölçütüne göre, bir oluşumun hükümet-dışı örgüt olabilmesi için özel/ticarî şirketlerden farklı olarak, faaliyetlerini herhangi bir maddi beklenti olmadan yürütmesi gerekmektedir. Burada vurgu yapılan, üyelere ve çalışanlara “kâr payı dağıtmamaları”dır. Öte yandan, genelde faaliyet gösterebilmek için her durumda ekonomik kaynaklara ihtiyaç duyulduğu ve bunu karşılamanın bireysel katkılar, bağışlar ve aidatlarla mümkün olmadığı vurgulanmakta ve yine üyelere dağıtılmamak ve diğer faaliyetlerde kullanılmak kaydıyla kâr getirici faaliyetlerin temel ilkeye halel getirmediği söylenmektedir. Tüm uluslararası toplumun ve özellikle de geleneksel olarak devletlerarası ilişkiler alanının birçok açıdan dışarıda bıraktığı toplumlar arası örgütlenmeleri ve insanların genel yararının güdülmesi şeklinde tanımlanabilecek olan uluslararası toplumsal yarar gütme ölçütü, diğer bir açıklama ölçütüdür. Ancak ‘uluslararası toplum’, ‘yarar’, ‘genel yarar’ gibi tanımda geçen kavramların çoğu, tartışmaya açık durumdadır. Kimileri bu ölçütün bir örgütü hükümet-dışı örgüt olarak tanımlamaya yetmeyeceğini iddia ederken kimileri de büyük ölçüde sınıflandırmasını bu ölçüte göre yapmaktadır.
Son olarak hükümet-dışı örgütlerin “küresel” yönünden de bahsedilmelidir. Hükümet-dışı örgütlerin küresel boyutta faaliyet göstermeye başlamasının nedenlerini Hasgüller şu dört temel sebebe bağlamaktadır: “1. Kapitalist küreselleşmenin başta çevre, küresel ısınma, kültürel değerler, insan hakları gibi evrensel değerler üzerinde yol açtığı tahribat, tüm bu alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin de küreselleşmesi sonucunu vermiştir. 2. Batı sermayesi burjuva devrimleriyle ülkesel iktidarları ele geçirdikten sonra ülke dışına taşma arayışlarına girdi. Emperyalist rekabetler dünya savaşlarına ve yıkıma neden oldukları için artık bu işin barışçı yollarla yapılması gerekiyordu. Bu amaçla da başta sosyalist blok olmak üzere bütün kapalı pazarları açmak için buralardaki toplumların Batı anlayışına göre biçimlendirilmesi lazımdı. Bunun için de küresel sermayenin desteklediği sivil toplum örgütleri kaçınılmaz olarak küreselleştiler ve ‘küresel hükümet-dışı örgütler’ doğdu. 3. Batı dünyasındaki yabancılaşmanın doğurduğu örgütler de zaman zaman faaliyetlerini küresel düzeye yayacak duruma gelmişlerdir. Bu, aynı zamanda kapitalizmin küreselleşmesine koşut olarak yaşanan bir süreçti. 4. Devletlerarası rekabette de sivil toplum örgütleri iç işlere karışmada masum olduğu kadar çok da işe yarayan etkili bir mekanizmaydı. Mesela kapitalist blok içerisinde olmasına rağmen Türkiye, Şili, Endonezya, Güney Kore gibi rejimlere bu yolla müdahale edilmiş ve sivilleşmeleri sağlanmıştır.” (Hasgüller, 2007: 449-450).
3.2. Küresel Hükümet-Dışı Örgütlerin Gelişimi
1946 yılında hükümet-dışı örgütlere danışmanlık statüsü verilmesi amacıyla Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi (BM ECOSOC)’nin bir yan organı olarak Hükümet-Dışı Örgütler Kurulu’nun kurulması, hükümet-dışı örgütlerin hem küresel çapta organizasyonlarını daha profesyonel hale getirmiş hem de bu örgütlere küresel bir meşruluk kazanmıştır. Neticede uluslararası alanda BM kadar etkili olan bir kurum daha yoktur. Bununla birlikte hükümet-dışı örgütlerin küresel çapta esas atağa kalktıkları dönem, 1992 yılında Rio de Janeiro’da gerçekleştirilen Çevre ve Kalkınma Konferansı ile beraber başlamıştır. Bu zirveyle beraber hükümet-dışı örgütlerin BM sisteminde etkili bir konum elde etmeleri hız kazanmıştır. Aynı şekilde 1994 yılında Kahire’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Nüfus ve Kalkınma Konferansı ve 1995 Kopenhag Sosyal Gelişme Konferası’nda yayınlanan bildirilerde, hükümet-dışı örgütlerin “yenilikçi ve sorun çözme potansiyeli olan yapılar” olduğu vurgulanmıştır. Yine 1995 yılında Pekin’de düzenlenen Birleşmiş Millet 4. Kadın Konferansı’nda “kadının örgütlenmesi ve güçlendirilmesinde hükümet-dışı örgütlerin önemi” vurgulanmıştır. 1996 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler 2. İnsan Yerleşimleri (Habitat) Konferası’nda da “yönetimlerin hükümet-dışı örgütlerle işbirliği yapma potansiyellerini geliştirmesi” konusunda özel vurgular yapılmıştır. 1950’li ve 1960’lı yıllarda BM ‘nin ve diğer uluslararası örgütlerin düzenlediği zirvelere katılan hükümet-dışı örgütlerin sayısı 150-200 civarındayken, 1996 yılına gelindiğinde bu sayının 1500’lere çıkmış olması (Çaha, 2000: 26-27), bu noktada hükümet-dışı örgütlerin küresel gelişiminde katettiği aşamayı göstermesi açısından son derece önemlidir.
Giderek prestiji artan küresel hükümet-dışı örgütler, yeni bir aktör olarak kabul edilmenin dışında, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin kalkınmasında yeni bir yaklaşım biçimi olarak da görülmektedir. Bununla birlikte, bu tip örgütlenmeleri kültürel, siyasal, ekonomik, toplumsal değerleri Batı’dan Batı dışı dünyaya taşıyan “emperyalizmin yumuşak ve masum şubeleri” şeklinde tanımlayanlar da vardır.
4. ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ (AMNESTY INTERNATIONAL-AI)
4.1. Kuruluşu ve Faaliyet Alanları
28 Mayıs 1961 yılında, İngiliz avukat Peter Benenson’un kaleme aldığı The Forgotten Prisoners (Unutulmuş Mahkûmlar) isimli makalenin yayınlanmasıyla gelen olumlu cevaplar üzerine kurulma sürecine giren Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) (Amnesty International-AI), bugün hem ulaştığı kapsama alanı ve etkinliği hem de tanınırlığı açısından en önde gelen küresel hükümet-dışı örgütlerdendir. UAÖ, bir yandan sömürge altındaki devletlerin bağımsızlaştığı diğer yandan da insan hakları alanında uluslararası düzeyde yoğunlaşan tartışmalar çerçevesinde mevcut devlet sisteminin farklı bakış açılarıyla eleştirildiği bir dönemde kurulmuştur.
Genel olarak insan hakları alanında faaliyet gösteren UAÖ; fikir, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kovuşturmaya uğrayan ve özgürlüğü kısıtlananların haklarını savunmak amacıyla yola çıktı. Fikir suçlularının mahkûmiyetlerinin son bulması ve serbest bırakılmaları yönünde ilerletilen kampanyalarla elde edilen başarılar ve artan destekle, diğer insan hakları ihlalleriyle de ilgilenmeye başlamışlardır. UAÖ bu çerçevede işkence ve kötü muameleye son verilmesi, idam cezasının kaldırılması, şiddete başvurmamış tüm siyasî mahkûmların serbest bırakılması, kadınlara karşı şiddetin ve ayrımcılığın durdurulması, yoksul ve yoksunların haklarının ve onurunun gözetilmesi, göçmenlerin ve sığınmacıların haklarının korunması, küresel silah ticaretinin düzenlenmesi ve terörle mücadelenin adaletten ayrılmadan yürütülmesi, nefret söylemi hariç ifade özgürlüğünün sağlanması gibi konularda aktif kampanyalar yürütmekte, çeşitli hükümetler ve uluslararası örgütler nezdinde baskı ve lobi faaliyetleri yapmaktadır.
150’nin üzerindeki ülkeden yaklaşık 2.8 milyon gönüllüsü,destekçisi ve abonesi olan UAÖ’nün, 80 ülkede de büroları bulunmaktadır. Üye sayılarına ve büyüklüklerine göre şube ve yapı olarak anılan bu büroların her biri, UAÖ’nün statüsü ve temel ilkeleri doğrultusunda çalışmak üzere özerk örgütlenmesini oluşturabilmektedir. 1977’de Nobel Barış Ödülü, 1978’de de BM İnsan Hakları Ödülü alan UAÖ, genel olarak da en etkin ve en saygın küresel hükümet-dışı örgütlerden sayılmaktadır. Ayrıca çeşitli uluslararası örgütler, resmî konferanslar gibi platformlarda danışmanlık/gözlemci statüsü de elde etmiştir. Türkiye’den de Prof. Dr. Mümtaz Soysal 1970’li yıllarda örgütün çeşitli uluslararası kademelerinde görev almıştır. Merkezi Londra’dadır.*
4.2. Örgütlenmesi
Her hükümet-dışı örgütte olduğu gibi resmî yapılanmalardan farklı olarak görece esnek ve yatay olarak örgütlenen UAÖ’nün en üst düzey yönetim organı ‘Uluslararası Konsey’dir. İki yılda bir toplanan Konsey hem genel politikaları belirlemekte hem de bir anlamda iç denetim yapmaktadır. Bunun dışında bir de Uluslararası Konsey tarafından seçilen üyelerden oluşan ‘Uluslararası Yürütme Komitesi’ bulunmaktadır. Komite’nin ana amacı tüm faaliyetlerin UAÖ’nün statüsüne, ilkelerine ve Konsey tarafından belirlenen genel politikalara uygun bir şekilde yürütülmesini gözetlemek, denetlemek ve sağlamak olarak belirlenmiştir.
Örgütün sürekliliğini ve devamlılığını sağlayan kilit organ olan ‘Sekreterya’ ise, Konsey ve Komite’nin günlük rutin işlerini takip etmekle görevlidir. Genel sekreterin başkanlığında yaklaşık 500 profesyonelin çalıştığı Sekreterya, merkezden yürüttüğü çalışmalar çerçevesinde çeşitli kampanyalar, projeler, programlar, araştırmalarla lobi faaliyetlerini yürütmektedir.
4.3. Faaliyet Yöntemi
UAÖ, çalışmalarını belli prosedürler dahilinde yürütmektedir. Buna göre UAÖ, ihlal mağdurları için eylemde bulunmanın gerekli olduğunu saptadığı anda, üyelerini harekete geçirir örgüt gönderdiği uzmanları ihlal mağduru kişilerle görüştürür. Bu uzmanlar ayrıca mahkemelere gözlemci olarak katılırlar, yerel insan hakları savunucuları ve resmî örgütlerle de irtibata geçerler. Örgüt iddia edilen insan hakları ihlali hakkında gerçeğe ulaşabilmek için yüzlerce medya organını izler ve dünyanın her yerindeki güvenilir bilgi kaynakları ile temasa geçer. UAÖ, konu ile ilgili gerçekleri netleştirdikten sonra olay ile ilgili eylemler başlar. Hükümetlerle görüşülür, medya bilgilendirilir ve ayrıntılı raporlar yayımlanır. Konuyla ilgili gerçekler, el ilanları, posterler, web sitesi, bültenler ve el ilanları halka ulaştırılır. Dünyanın her yanındaki destekçiler ve UAÖ çalışanları, hükümetlere ve diğer nüfuzlu kişi ve kurumlara ihlallerin durdurulması doğrultusunda baskı uygulanması için kamuoyunu harekete geçirir. Küresel ve yerel kampanyalarla lobi faaliyetleri de bu etkinliklere dahildir. (Abdülhakimoğulları, 2006: 75)
UAÖ’nün doğrudan protestoyu sağlayan en önemli silahları mektup, faks ve elektronik postalardır. İnsan hakları mağdurları için bu iletiler örgüt tarafından “özgürlüğün anahtarı” olarak değerlendirilir. Hayat kurtarmak için acil eylem gerektiğinde dünyanın dört bir yanındaki gönüllüler haberdar edilir ve birkaç saat içinde olayın vuku bulduğu ülkenin yetkililerine on binlerce mektup, faks ve elektronik posta ulaştırılır. Bu yöntemle UAÖ tarafından geçmişte himaye altına alınan ilk muhalifler, 1966 yılında anti-Sovyet propagandaları sebebiyle hapse mahkum edilmiş iki Rus yazardı. (Leaud, 1994: 126)
4.4. “Ülke Kuralı”
Burada UAÖ’yü diğer hükümet-dışı örgütlerde ayıran önemli bir özelliğe dikkat çekmekte yarar var. Bu özellik ‘ülke kuralı’dır. Bu kurala göre örgüt temsilcilikleri, bulundukları ülkede hak ihlaline uğrayanlarla ilgili raporlar yapamamaktadır. İnsan hakları mücadelesinin millî değil ‘uluslararası’ bir sorumluluk olduğundan hareketle getirilen ve idam cezası ile göçmenlerin durumu konusunda istisnası olan bu kuralın iki temel amacı vardır: Yürütülen faaliyetlerin tarafsızlığını teminat altına almak ya da bu manada örgüt içine/dışına teminat vermek ve üyelerle gönüllü-profesyonel tüm çalışanların herhangi bir baskı olmadan çalışmasını garanti altına almak. Öte yandan UAÖ’nün internet sayfasında ve diğer ilgili platformlarda vurguladığı gibi ülke kuralı, çalışanların ve örgütlerin kendi ülkelerinde insan hakları konusunda farkındalığı arttırma, aktivistleri destekleme, insan hakları konusunda genel faaliyetlerde bulunma vb. çalışmalara bir engel teşkil etmemektedir.
4.5. Uluslararası Af Örgütü’ne Yönelik Eleştiriler
Genel olarak hükümet-dışı örgütlere yöneltilen eleştiriler bir yana, UAÖ’ye gelen spesifik eleştiriler de bulunmaktadır. Batılı devletlerin Marksist/sosyalist kökenleri olduğu gerekçesine dayanan itirazları, UAÖ’nün ABD ve İsrail başta olmak üzere Batılı devletlerin dış politika uygulamalarına, askerî-sivil müdahalelerine ve bu bağlamda ortaya çıkan insan hakları ihlallerine oransal olarak daha fazla eğildiği noktasında yoğunlaşmaktadır. Buna göre demokratik sistemleri gereği, ihlal iddialarının gündeme gelmesine karşı baskıcı ve sansürcü bir anlayış sergilemediği için açık toplumlar olan Batılı devletlerin en küçük ihlalleri bile etkin ifade ve şikâyet mekanizmalarıyla hemen gündeme gelebilmekte, bu durum ise sanki Batılı devletler daha çok sayıda ihlal yapıyormuş gibi bir durum ortaya çıkarmaktadır. Oysa özellikle de kapalı toplumlarda çok daha fazla ve yaygın olan ihlallerin bu kadar kolay gündeme gelmemesi, sanki ortada oransal olarak farklı bir durum varmış izlenimini yaratmaktadır. Öte yandan Batılı devletlerden gelen bu itirazların anlamsız olduğunu, tüm ihlallerin gündeme getirildiğini ve UAÖ’nün Batı-dışı dünyada –en azından aktivistler nezdinde- görece saygın bir imaja sahip olmasının tam da bu duruşundan kaynaklandığını dile getirenler de vardır.
Yine bazı devletler de insan haklarına ve insan hakları örgütlerine genel yaklaşımları çerçevesinde evrensel insan hakları kategorileri konusunda itirazlar dile getirmekte ve kültürel/yerel değerlere ve anlayışlara dikkat edilmediği eleştirisini yapmaktadır. Bu durum her ne kadar Batılı olmayan devletlerle anılsa da, bu eleştiriye aslında Batı içinde de rastlanılmaktadır. Bu bağlamda özellikle de Katolik Kilisesi ve Vatikan’ın sıkça gündeme getirdiği kürtaj, eşcinsellik vb. konularda insan hakları söyleminin içi boş evrensel değerler olarak dayatıldığı yönündeki eleştirilerden bahsedilebilir.
5. ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ’NÜN KÜRESEL SİYASETTEKİ ETKİLERİ
Benenson’un makalesi yayınladığı anda ciddi bir çelişkiyi ortaya çıkardı. Bir yanda devletlerin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne resmî bağlılıkları, diğer yanda ise yine çok sayıda devletin bizzat korumaları beklenen hak ve özgürlükleri hiçe saymaları söz konusuydu. Benenson makalesinde “dünyada mevcut düzene uymayanların hapsedilmelerinin gerçek nedenlerinin gizlenmesi, gittikçe büyüyen bir eğilimdir” diyordu. Arkadaşlarıyla UAÖ’yü kurarken şunu açıkça belirtmişlerdir: Totaliter rejimlerde, insan haklarına yönelik saldırılar bu rejimlerin muhaliflerini hedef almaktadır. Bu konuda ise bizzat uluslararası kamuoyuna seslenilmelidir. Böylesi bir seferberlik şunları gerektirmektedir; kampanyaların olabildiğince çok sayıda ülkede yürütülmesi, siyasal ve ideolojik düşüncelerle gölgelenmemesi ve farklı fikirleri de savunsalar ideoloji, din ya da ırk kökenli devlet şiddetine muhalefet ve özgürlük sevgisi temelinde birleşebilen erkek ve kadınların bir araya getirilmesi. (Leaud, 1994: 10-14)
Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın birinci maddesinin üçüncü fıkrasında BM’nin amacı “ekonomik, sosyal, kültürel ve insancıl nitelikteki uluslararası sorunları çözmede ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve ana özgürlüklerine saygının geliştirilip güçlendirilmesinde uluslararası işbirliğini sağlamak”* olarak belirlenmiştir. Ancak BM’ye üye olmasına rağmen bu hakları ihlal eden devletlerin bulunması, BM’nin bu hakların korunması ve geliştirilmesi konusunda tek başına yeterli olmadığını göstermektedir. İşte UAÖ de, hem ulusal seviyede hükümetler nezdinde hem de uluslararası seviyede hükümetler arası örgütler nezdinde bu amacı gerçekleştirecek bir çabanın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu maksatla UAÖ AB, Avrupa Konseyi, Amerikan Devletleri Örgütü, Afrika Birliği Örgütü gibi örgütlerle ortak çalışmalar yürütmektedir. Ama en çok etkileşim içinde bulunduğu örgütler BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ile Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’dür.
UAÖ’nün etkin bir küresel hükümet-dışı örgüt olarak faaliyetlerine bakacak olursak, işkencenin önlenmesi konusunda 1970’li yılların başlarında başlattığı etkin ve ses getiren kampanyalar sonucu oluşan ciddi kamuoyu sebebiyle, 1973 yılında BM Genel Kurulu soruna eğilmiş, ardından BM İnsan Hakları Komisyonu’na işkencenin önlenmesi konusunda bağlayıcı bir sözleşme hazırlanması için görev verilmiştir. (Başlar, 2005: 24)
Yine işkence ile ilgili olarak UAÖ’nün 2000 yılında 190 ülkede görülen yaklaşık75 işkence yöntemini bildiren bir kampanya başlatmasının ardından bu eksiklik, 2002 yılının sonunda hazırlanan BM Ek Protokolü ile giderilmiştir. Ayrıca UAÖ, 1993 yılında yapılan Dünya İnsan Hakları Konferansı’nda, BM’ye bağlı İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin kurulması için de yoğun çaba sarf etmiştir.
UAÖ’nün küresel çapta yürüttüğü kampanyalar ise kadına yönelik şiddetin önlenmesi, silahlanmanın kontrolü, işkencenin önlenmesi, idam cezasının kaldırılması ve çocukların silahlı çatışmalarda kullanılmasının önlenmesidir. Bu amaçla yürütülen faaliyetlere 12 Şubat 2002 tarihinde yürürlüğe giren silahlı çatışmalarda yer alan çocuklar konusundaki Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin Seçimlik Protokolü’nün devletler tarafından onaylanmasına ilişkin çabası ve BM bünyesinde oluşturulan İnsan Hakları Konseyi’nin 19-30 Haziran 2006 tarihleri arasında yaptığı ilk oturumu sonrasında BM’nin insan hakları alanında daha etkili bir politik yapı olmasının desteklenmesi kapsamındaki faaliyetleri örnek gösterilebilir. (Abdülhakimoğulları, 2006: 76)
Görüldüğü üzere UAÖ, doğrudan devletlere karşı çıkmak yerine insanların haklarının korunması için devletler ve devletlerarası örgütlerle işbirliğine gitme yolunu tercih etmektedir.
6. SONUÇ
Devletler, yüzyıllardır taşıdığı birikimle ortaya çıkan sorunları kendisi çözmeye çalışmış ancak 1980’lerden sonra daha da yoğunlaşarak görüldüğü üzere devletler sadece sorun çözmedeki başarısızlıklarıyla kalmamış, üstüne bizzat kendisi sorun yaratan bir yapıya bürünmüştür. Devletlerin taşıdığı merkezî ve hantal yapılar bunun en önemli sebebidir. Bunun en önemli göstergesi de iki dünya savaşıdır. Bu savaşlar devletlerarası mücadeleye tekabül etmiş ancak sonuçları itibariyle çok daha yeni sonuçlar ortaya çıkmıştır.
Yine 1980’lerden sonra bilgi ve iletişim teknolojisinin gelişmesi başta olmak üzere, yaşanan değişimler ve dönüşümler bütüncül bir bakış açısıyla, “küreselleşme” kavramının yardımıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Bu dönemden sonra bireyler ve toplumlar daha duyarlı hale gelmiş, bu da devletten bağımsız olan –siyasal alana karşı- sivil alanın küresel bir şekle bürünmesine yol açmıştır. Küreselleşen sivil toplum/hükümet-dışı kuruluşlar çevreden insan haklarına, silahlanmadan işkence ve kötü muameleye kadar tüm konularla ilgili olmaya başlamıştır.
Küresel bir nitelik kazanan Uluslararası Af Örgütü de insan hakları alanında sivil/hükümet-dışı bir mücadele vermiş ve küresel siyasal karar alımlarında ve norm yapımlarında gözle görülür etkiler yaratmıştır. UAÖ her ne kadar yürüttüğü kampanyalarda devlete ve devletlerarası kuruluşlara doğrudan karşı çıkmak yerine onlarla uzlaşma yoluna gitmeyi amaçlasa da, ortaya çıkışından yürüttüğü kampanyalara kadar maddî ve manevî anlamda hükümet-dışı bir gayeyle hareket etmektedir. Bu tür küresel hükümet-dışı örgütlerin ülkesinin imajına vereceği tahribattan korkan devletler de bunları mutlak surette ciddiye almakta, başarılı olarak yürütülen bir kampanyayı göz ardı edememektedir.
KAYNAKÇA
* Bilgiler http//www.amnesty.org.tr adresinden alınmıştır.
* BM Antlaşması, Ankara, BM Enformasyon Merkezi, 1997, s. 5
Abdülhakimoğulları, E. ve U. Kedikli, “Bir Hükümet Dışı Kuruluş Modeli Olarak Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Haklarının Gelişimine Katkısı”, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2006/10, (3-4), ss. 70-80
Amnesty International, http//www.amnesty.org.tr (07.11.2017)
Başlar, K., (2005), Uluslararası Hukukta Hükümet Dışı Kuruluşlar, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara
Çaha, Ö., (2000), Aşkın Devletten Sivil Topluma, Gendaş Yayınları, İstanbul
Özen, Çınar ve Ö. Tonus (2014), Uluslararası Örgütler, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir
Hasgüller, M. ve Uludağ, M., (2007), Devletlerarası ve Hükümet-Dışı Uluslararası Örgütler: Tarihçe, Organlar, Belgeler, Politikalar, Alfa Yayınları, İstanbul
Keyman, F., (2005), Globalleşme, Katılımcı Demokrasi, Haklar ve Sorumluluklar, (Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı, İstanbul
Leaud, A. (1994), Uluslararası Af Örgütü, İletişim Yayınları, İstanbul
Yıldız, O., (2006) Küreselleşme SürecindeSivil Toplum Kuruluşlarının Dünya Politikasında Artan Rolü: Uluslararası Kuruluşar Açısından Bir Değerlendirme, (yayınlanmamış doktora tezi), İstanbul Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, İstanbul (Türkiye)
Görsel: https://www.amnesty.org.tr/