TR

Klişeler Işığında Bir Sorun: Kıbrıs

Klişeler Işığında Bir Sorun: Kıbrıs

A. Giriş

Birçok egemen gücün elini geçmişinde güçlendirmiş ve geleceğinde de güçlendirecek bir nokta… Dünya siyasi tarihine başta konumundan ötürü her dönem damgasını vurmuş, vuracak da: Kıbrıs…

Akdeniz’de stratejik öneme sahip olan ve birbirini tamamlayan iki adadan birisi Girit diğeri Kıbrıs’tır. Siyam ikizi olarak adlandırılacak bu adalar, ikisini de elinde bulunduranların bölgede mutlak egemenlik sağlaması açısından da stratejik ve politik bir önemi işaret etmektedir.  Tarih boyunca bu coğrafyada egemenlik kurmak isteyen her topluluğun iştahını kabartan heybetiyle Kıbrıs, zaman zaman birbirinden farklı güçlerin hâkimiyet alanına girmiştir. Öyle ki, önce Kıbrıs’ı alarak sonrasında Girit’i gözüne kestiren Araplardan Bizans İmparatorluğu’na, Venediklilerden Osmanlı İmparatorluğu’na kadar bir şekilde jeostratejik[1] ve jeopolitik[2] önemine hep atıfta bulunulmuştur. George Modelski’nin 15. yy’dan itibaren denizaşırı sömürgecilik ile başlayan, her bir asırda el değiştiren; sahip olduğu ekonomik kapasitesi, askeri gücü ve nüfusu ile diğer devletler üzerinde hâkimiyet ve denetleme yeteneği kazanan başat güç kavramının açıklanması açısından stratejik yerlerde egemenlik kurmak olmazsa olmazdır. Bölgenin dominantlığını elde etmek isteyenler başrol oyuncuları; Kıbrıs ise, Doğu Akdeniz’de ve Anadolu—Ortadoğu—Süveyş Kanalı üçgeninin kontrol kilit noktasında bulunmasından ötürü tiyatronun sergilendiği bir sahne olmuştur. 15 yy’da denizcilik alanındaki gelişmeler, sömürge sisteminin kuruluşu ile merkantilist[3] ekonomi programına dâhil olan ve feodalitenin yıkılışı sonucunda kurulan mutlak krallıkların güç kazanması küresel dinamiklerin el değiştirdiğine, değiştirmeye devam ediyor olduğuna ve değiştirileceğine işaret etmektedir. Her biri selefine karşı meydan okuyarak 15. yy’da Portekizliler, 16. yy’da İspanyollar, 17. yy’da Hollanda, 18. yy’da Fransa, 19. yy’da İngiltere dünya siyasi tarihine yön vermiş; 20. yy’da ise ABD bu bayrak taşıma yarışını devralmıştır. Özellikle Güney Afrika ve Hint Okyanusuna geçişin en kestirme yolu olan Süveyş kanalı, kolonicilik faaliyetleriyle sömürgelerden hammadde ve kaynak akışının sağlaması noktasında oldukça önemlidir. Aynı durum Ortadoğu ve Anadolu için geçmişte olduğu gibi bugün de, yarın da geçerlidir.

Bu bağlamda Kıbrıs; sosyo-ekonomik, kültürel, politik ve fiziki anlamda bir elektrik tesisatındaki sigortanın işlevselliğini gerçekleştirmektedir. Bir nevi tampon bölgedir.[4] Ancak Kıbrıs’ın statüsü farklı olmakla birlikte Türk ve Rum tarafların oluşturduğu iki ayrı devletin varlığı ile son asırdaki yaşanan gelişmeler tampon bölge kavramını, Kıbrıs’ın genel yapısına ve konumuna pek yansıtmamaktadır. İki ayrı güç arasındaki sınır boyunca silahsızlanmanın olduğu alanı işaret etse de Kıbrıs için, tarih boyunca döneminde güçlü olan toplumlar ve onların oluşturduğu devletlerce “doğuya açılan kapı” nitelemesine tabii tutulduğundan dolayı orayı kaybetmemek ve statükosunu devam ettirmek için silahlanma ile korunma ya da ele geçirilme yoluna gidilmiştir. Günümüzde İngiliz Barış Kuvvetleri’nden Tümgeneral Peter George Francis Young tarafından 1964’te çizilen Yeşil Hat ile Kıbrıs adası kuzey ve güney olarak iki ayrılmıştır. Mamafih 1974 öncesi yaşanan gelişmeler, Kıbrıs Barış Harekâtı, 15 Kasım 1983 süreci ve sonrası çok dikkatli okunmalıdır.

B. Kıbrıs Kronolojisi

Kuzeyinde Türkiye, güneyinde Mısır, batısında Yunanistan; doğusunda Suriye, Lübnan, İsrail’i de içine alan sınırları kesin olmayan, Akdeniz’in doğu sahillerini ifade eden ve kültürel, coğrafi ve tarihi adlandırması ile Levant bölgesine deniz komşusudur Kıbrıs. Jeopolitik açıdan kimisi Türkiye’ye kimisi Yunanistan’a kimisi Ortadoğu’ya kimisi ise Akdeniz’e ait olduğunu düşünmektedir. Hal böyle olunca paylaşılması güç bir yer olmaması düşünülemezdi. Tarihi süreçler de paylaşılamama doktrini çerçevesinde şekillenmişti. Hitit, Mısır, Fenike, Venedik, Roma, Osmanlı ve İngiltere gibi birçok uygarlık tarafından hükmedildi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş evresinde 1829’da Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi ve sonraki süreçte 93 Harbi[5] ile İngilizlere Rusya ile yapılacak anlaşmada arabuluculuk etmesi adına Rusların Kars, Ardahan, Batum gibi vilayetlerden çekileceği zamana kadar elli yıllığına kiralandı. Ancak I. Dünya Savaşı’na girme kararı alan Osmanlı’ya İngiltere’nin cevabı 1914’te Kıbrıs’ın ilhakı oldu. İngiltere Lozan’a giden süreçte ve sonrasında elini güçlendirmiş; 1950’lere kadar adadaki yönetimi devralmıştı.

Fakat 1829’dan bu yana Kıbrıslı Rumlar, “enosis”i[6] gerçekleştirmek hayalindeydi. Aslında sömürgecilik karşıtlığı oluşan enosis düşüncesi, İngiltere’nin adadaki yönetimine karşı oluşmuş olsa da daha sonraları Türklerin “taksim tezi”ni[7] hedef almışlardır. Artan milliyetçilik ve Yunanistan’a dâhil olma isteği perspektifindeki Rumlar, EOKA(Kıbrıs Milisleri Helen Ulusal Örgütü)’nü kurar ve önce İngilizler’e sonra ise Türkler’e karşı 1955 yılından itibaren kanlı saldırılarına başlamıştır. Ayrıca 1958’de Macmillan Planı[8] Kıbrıs’ta barışın temini için atılmış bir adım olarak karşılaşılsa da Türk tarafınca görüşülebilir denmesine rağmen Rum tarafınca Türkiye’nin ada üzerinde söz hakkına sahip olmasını istememesi üzerine reddedilmiştir. 1955 I. Londra Konferansı’nda bir sonuç elde edilememiş; 11 Şubat 1958 Zürih’te biraraya gelen taraflar prensip anlaşmasına varmış ve 1959 II. Londra Konferansı’nda ise Kıbrıs’ın bağımsızlığı kabul edilmiştir. Adada Türklerden ve Rumlardan oluşan ikili bir yönetimi öngören kararla Kıbrıs’ın bağımsızlığı Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğüne devredilecekti. Hiçbir devletin enosis ya da taksimi gerçekleşmeyecek olan Kıbrıs’ta adanın savunmasına Türk ve Yunan tarafı katılacak; İngiltere ise askeri üslerini koruyacaktı. Aynı zamanda Kıbrıs ordusuna Türklerin %40, mahalli kolluk kuvvetlerine ve yönetime %30 oranında katılımı; bakanlar kurulunda 3 Türk 7 Rum olacak ve cumhurbaşkanı Rum iken yardımcı sıfatı ise Türk olacaktı. Her iki toplumun içişlerine bakacak Cemaat Meclisleri olacak, ceza mahkemelerine ise suçlunun milli kimliğine göre yargıçlar atanacak, Türkçe ve Rumca resmi dil olacak, her iki taraf için de anavatanları eğitim ve kültürel alanlarda yardımda bulunabilecekti. Anayasal konulardaki anlaşmazlıklarda taraflardan birer yargıcın yanında bir de tarafsız yargıçtan oluşan Anayasa Mahkemesi kurulacaktı. Bu anlaşmaya ek olarak Garanti Anlaşması[9] Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında imzalanmıştır. 1963 yılına gelindiğinde Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios bir dizi karar değişikliğine giderek: cumhurbaşkanı yardımcısı statüsünün veto hakkını düşürür, Temsilciler Meclisi’ndeki ayrı çoğunluklar ilkesini ortadan kaldırarak basit çoğunluklar ile kararlar alınmasının önünü açar, ayrı belediyelerin varlığını yok sayar… Bunlar kuruluş anayasasında ortak mutabakata varılmış değiştirilemez maddeler olarak göze çarpmaktadır. 7 Haziran 1964’te Kıbrıs’a harekât düzenleneceği kararı TBMM tarafından onaylandı. Ancak öncesinde 5 Haziran’da ABD Başkanı Johnson, İsmet İnönü’ye bir mektup göndererek ağır ve tehdit dolu ifadeler kullanmıştır. ABD ve NATO tarafından yalnız bırakıldığını anlayan Türkiye hem askeri kararlılık hem de diplomatik esneklik yoluna girişmiştir. Lakin 1967’de tekrar Rum saldırıları yoğunluklu olarak başlamıştır. Bu arada Yunanistan ise ordusundan 15.000 askeri adaya gayri resmi yerleştirmiştir. Türklere karşı asimile ve sindirme politikalarının durdurulması için Türkiye ve Yunanistan Başbakanlarının yaptığı görüşmeler de sonuçsuz kalmıştır. Bunun üstüne Türkiye adaya askeri müdahalede bulunacağını açıklarken TBMM tarafından yetkilendirilmiştir. Türk uçakları Kıbrıs semalarında uçarken donanma ve çıkarma birlikleri de harekete geçmiştir. ABD’nin arabuluculuk yapması ile Yunanistan birliklerini geri çekmiş ve harekât durdurulmuştur. 15 Temmuz 1974’te darbe yaparak yönetimi ele geçiren Albay Nikos Sampson’un enosis ilan etmesinden hemen sonra meşhur “Ayşe tatile çıksın” repliği ile Kıbrıs Barış Harekâtı düzenlenmiştir. Aslında sadece Türkler için değil bütün adada barış, güvenlik ve toprak konusundaki endişelerin giderilmesi açısından yapılmıştır. Sonrasında 1976’da Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edilmiştir.

Türkiye’nin etkin garantisi olmadan Rum toplumu ile tekrar bir araya gelemeyeceklerini belirten Türk Federe Devleti Meclisi oybirliği ile self-determinasyon hakkını kullanarak 15 Kasım 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ilan etmiştir. Yunanistan ve Rumların tepkisinin yanında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı 550 sayılı karar sonucunda ayrılıkçı bir hareket tanımlaması ile karşılaşmıştır. Bu dakikadan sonra küresel bir sorun olarak dünya siyasetinde kendisine yer edinen Kıbrıs için 24 Nisan 2004’te Annan Planı çerçevesinde tekrar birleşme referandumu Güney Kıbrıs tarafından kabul edilmemiş; 1 Mayıs 2004’te Rum Kesimi, adanın tamamını temsilen Kıbrıs Cumhuriyeti olarak Avrupa Birliği’ne katılmıştır.

Bütün bunların yanında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini sadece Türkiye tanımakta iken; Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni de yalnızca yine Türkiye tanımamaktadır. Kıbrıs’taki çözümsüzlükte klişelerden öteye geçilememiştir. İngiltere’nin fiili olarak yönetimden elini çekmesiyle birlikte başlayan çözüm süreçleri tarafların ortak yaşama isteği ve ortak moral-motivasyona sahip olmaması üzerine hep sekteye uğramıştır. Üç ülkenin garantörlüğü altında ilerleyen bu süreç zaman zaman gerilimlere ve çatışmalara meydan vermiştir. Adada mevcut bulunan güney ve kuzey yönetimlerinin federal bir devlet düzenine girmek istemesi tarihsel perspektiften bakıldığında daha önce denenmiş ama başarılamamıştır. Demografik yapının bozulması, garantör ülkelerin askeri ya da siyasi varlıkları, eşitlik anlayışını bahane eden Rum yönetimi, halen enosis hayalleri peşinde koşmaktadırlar. Ancak 2004 Annan Planı’nın reddi ile sonuçlanan referanduma rağmen uluslararası arenadaki aktörler ve adadaki taraflar görüşmelerine devam etmiştir. Öyle ki 1 Temmuz 2008’de Mehmet Ali Talat ve Dimitris Hristofyas tek egemenlik altında birleşen tek vatandaşlık noktasında anlaşarak kurulacak yeni devletin Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti olmasında ortak bir tutum sergilemişler ve Lokmacı sınır Kapısı’nın açılmasına karar kılmışlardı. “16 Nisan 2008 tarihinde ise, Yönetim ve Güç Paylaşımı, Ekonomik Konular, AB Konuları, Mülkiyet, Toprak ve Güvenlik ile Garantiler başlıklarında altı çalışma grubu ile Çevre, Sağlık, Kriz Yönetimi, Ekonomik ve Ticari Konular, Suç ve Suça İlişkin Konular, İnsani Konular ve Kültürel Miras başlıklarında yedi teknik komite ilan edilerek çalışmalarına başlamıştır.”[10] Bu süreç 2008 yılından 2014 yılına kadar süregelmiştir.

“Müzakereler, bütün konular üzerinde anlaşmaya varılmadan hiçbir şey üzerinde anlaşmaya varılamayacağı” ilkesi üzerinde yoğunlaşıldığından dolayı ilerleme yavaş gitmektedir. 2015’te BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Eide’nin çabalarıyla tekrar başlamıştır. 2017 Cenevre Görüşmeleri’nde de adadaki Türk ve Rum liderler ilk kez kendilerinin çizdiği yol haritasını BM’e sunmuşlar ve tekrar masaya oturmuşlardır. Garantör devletler dışişleri bakanları nezdinde bu görüşmelere dâhil olmuş ancak kırmızı çizgileri olan tarafların tutumları nedeni ile sonuçsuz kalmıştır. Türk tarafı, Rauf Denktaş dönemindeki mecliste kabul edilen oran %29+ toprak sahipliği ve Kıbrıslı Türkler ile Rumların eşit siyasal platformda buluşması gerektiği üzerinde durmuştur. Buna karşılık Rum kesimi, %7 değil de %8 oranın toprak alınarak bu oranın %28.2’ye indirilmesini istemiştir. İki taraf da haritalarından taviz vermeyeceğini açık bir şekilde “kabul edilemez” olarak dile getirmiştir. Rum Meclisinin “enosis” referandumunun yıl dönümünün okullarda kutlanacağına dair aldığı karar oldukça endişe verici bir eylem olarak tanımlanmakta; iki toplumlu, iki kesimli federal bir devlet oluşturma ve güvenlik ile garantiler konusunun olumlu neticelendirmenin önünde bir engel teşkil etmektedir. Ekonomi, AB ve mülkiyet konularında ortak mutabakata varılsa da yönetim—güç paylaşımı, toprak, güvenlik ve garantiler konularında henüz bir netlik sağlanamamıştır. Bu bağlamda tarafların yarım asırı geçen bu sorunu sağlıklı yorumlayarak ilerlemesi elzemdir.

C. Kıbrıs’ta Federal Bir Yönetim Mümkün Mü?

“Kıbrıs’ta kurulacak hukuk sisteminin amacı, yaşayabilir bir devlet, uzlaşabilir bir toplum ve sürdürülebilir bir barış şeklinde olması tasarlanmalıdır. Aslında Kıbrıs’taki federal hukuk siteminin kaynağı, devlet-toplum-insan paradigması içinde şekillenmektedir. Bu paradigmanın dinamikleri farklı kaynaklardan beslense de esas amaç, Kıbrıs’taki hukuk sisteminin adil ve kalıcı olmasıdır. Bir diğer mesele ise Kıbrıs’ta kurulacak hukuk sistemine dair prensiplerin, ‘yatay ve dikey entegrasyon’ kriterine göre şekillenmesidir.”[11]

Federal devlet yönetiminde eyaletler esastır; içişlerinde bağımsız, dışişlerinde merkezi yönetime bağlıdır. Üniter devletlerde yasama, yürütme ve yargı organlarının genel bir meclisten idare edilmesinin aksine Federal devletlerde bu sistem yerini ayrı hukuk kurallarına bırakmaktadır. Yani bölgesel bazda merkezi hükümetten ayrı bağımsız bir yönetim sergilenebilmektedir. Fakat federal devletlerde her parça bir bütün olarak değerlendirilmekte; merkezi devlet otoritesi yerel yönetimlerle paylaşılmaktadır.

Diğer taraftan merkezi yasama organın aldığı kararlar yerel yönetimleri bağlayıcı niteliktedir. Anayasa merkezi meclis kanalıyla inşa edilir. Aynı zamanda, eyaletlerde bulunan meclislerin aldığı kararlar eyalet sınırlarında bağlayıcıdır. Eyalet dışı ve uluslararası arenada merkezi devletle birlikte hareket eder; dış politika veya diğer eyaletlerin görev alanlarına müdahalede bulunmazlar.

“Federal devlet özellikleri şöyle sıralanabilir”[12]:

  • Devlet belirli eyaletlere ayrılmıştır.
  • Her eyaletin yöneticilerini eyalet sakinleri seçer.
  • Merkezi devlet bütün eyaletlerin üstünde bir güce sahiptir.
  • Merkezi devlet yönetimini bütün ülke halkı seçer.
  • Bütün eyaletlerin bağlı olduğu ortak bir anayasa vardır.
  • Verilen verginin bir kısmı eyalete, bir kısmı ise merkezi devlete gider.
  • Dış işlerde ve askeri konularda merkezi devlet yetkilidir.
  • Eyaletlerde yasama, yürütme ve yargı güçleri bulunmaktadır.

Vatandaşın yönetime katılımını arttırma, merkezi devletin güvenliğe ve ulusal sorunlara daha çok yoğunlaşmasına izin verme, otoriterleşmeyi önleme, merkezin ulaşamadığı yerlere daha hızlı ulaşma—ulaşılabilirlik, farklı taleplerin bir arada yaşamasına olanak sağlama, gücü paylaştırıp etkin kullanılmasını sağlama gibi federal devlet sisteminin avantajları bulunmaktadır. Diğer taraftan yönetimde ikilik oluşturarak merkezi otoriteyi zayıflatma, ülke birliği ve bütünlüğünün korunmasının zorlaşması, bölünme ve eyalet bağımsızlığı tehlikesi, merkezi otoriteye direnç göstererek problem çıkarma federal yönetimlerin yaşadığı sıkıntıların başında gelmektedir. Kıbrıs’ta tek bir egemen gücün, tek bir vatandaşlığın oluşturulması için atılan adımların geçmişte boşa çıktığını hep beraber gördük. Asıl en önemli konu, milli birlik oluşturmanın iki taraf için de oldukça zor olmasıdır. İnsan olarak düşünülmediği takdirde, halen enosis gibi milliyetçi yaklaşımların sergilendiği bu topraklarda 1950’den sonra neler yaşandığı ortada. Özellikle Kıbrıs coğrafyasındaki Türk ve Rum tarafların karşılaşacağı “ortak değerlerin benimsenmediği toplumlarda aşırı uç—radikal eğilimler” tehlikesi Kıbrıs sorununun federal devlet inşası yönünde neden çözülmediğini en iyi anlatan durumdur. Türk tarafı, 1960 sürecinde nüfusun dağılımına göre aldığı hakların zamanla Rum yöneticilerce nasıl gasp edildiği, üstüne enosis hayali kuran milliyetçiler tarafından katliam noktasına geldiğinin aşikâr olduğuna vurgu yapmaktadır. Ancak bütün bunlara rağmen gerek Türkiye gerekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti herhangi bir çözüm noktasında yapılan görüşmelerde ve anlaşmalarda ılımlı tavrını sergilemekten de kendini alıkoymamıştır. 1960’tan sonra uluslararası platformda ses getirmiş ve ilgisini çekmiş olan bu sorunun çözümü adına farklı planlar ile fikir alışverişi gerçekleştirilmiştir. Mamafih 2004 referandumunda birlemiş, tek egemen gücün Kıbrıs Cumhuriyeti olmasına yeşil ışık yakmışken Rum tarafı kırmızı ışık yakarak trafiğin akışını engellemiştir. Dahası 2008’den sonra görüşmeler tekrar hız kazanmış, zaman zaman gerek politik gerek ekonomik gerekse askeri anlamda sekteye uğramış olsa da 2017 Cenevre görüşmeleri öncesine kadar çalışmalar devam etmiş ve neticesinde tarafların haritalar, siyasal haklar, güvenlik ve garantörlük gibi konularda anlaşamaması üzerine rafa kaldırılmıştır. Görüldüğü üzere Kıbrıs Sorunu’nda en büyük ayrıştırıcı etken aslında ortak benlik, ortak irade, ortak aidiyet ve bir millet olma isteğinin vuku bulmaması sorunsalının iki ayrı toplumda da radikal noktalara getirileceği endişesini ve “geçmişin izlerinin geleceği belirleyeceği” önermesini desteklemektedir. Hatta federal yapının dezavantajları birbirinden ayrı kültür, ayrı geçmiş, ayrı ahlaka sahip toplumlarda daha da gün yüzüne çıkacaktır. 


Kaynakça ve Dipnotlar

[1] Strateji; önceden belirlenmiş “kırmızıçizgilerde” kalarak hedef, amaç ve öncelikler doğrultusunda bütün maddi—manevi kaynakların zamanında, hızlı ve etkin olarak kullanmaktır. Stratejik açıdan coğrafi unsurları inceler, stratejik sonuçlar çıkarılmasını amaçlar. Coğrafi materyaller sosyal, ekonomik, politik ve fiziki olabilir. Bu yüzden jeostratejik kavramı, genel bir yol haritasıdır. 

[2] Jeopolitik kavramı ise bir bütün olarak dünyadaki siyasal bölgelerin dağılımı ile alakalıdır. Siyasal anlamda neden önemli ya da neden değer kaybettiğinin coğrafi değişkenlerle olan ilişkisini irdeler. Dünya güç merkezlerinin bulunduğu bölgeye göre dünya siyaseti şekillenmektedir. Bu bağlamda başat güç ekseninde dönen bu kurgu, realist değerler dizisinin bir sonucu; Hans Morgenthau’a göre ise uluslararası arenadaki gövde gösterisi ve özünde güç meselesidir.

[3] Merkantilizm; ticaretle uğraşmak, bir mal satmak anlamına gelmektedir. İthalatı kısıtlayıp, ihracatı teşvik ederek güçlü ve zengin bir devlet inşa etmeyi amaçlayan iktisadî milliyetçiliktir. Millî zenginlik ve gücün, ihracatı yükselterek bunun karşılığında değerli madenler elde etmeye paralel olduğunu iddia eder. Devleti, bir takım iktisadî düzenlemelerle refah içinde tutmayı amaçlayan politikalar bütünüdür. İktisadî bütünlüğü ve politik kontrolü hedefler. Feodalizmin çöküşüne yakın tarihlerde ortaya çıkmış olan; değerli külçe birikimini, dış ticaret fazlasını, tarımın ve üretim sektörünün gelişmesini ve dış ticaret tekellerinin kurulmasını sert idarî düzenlemelerle tüm millî ekonomiyi kontrol ederek sağlayıp, bir milletin parasal zenginliğini ve gücünü birleştirerek artırmayı hedefleyen iktisadî sistemdir.

[4] Tampon bölge: Hukukta iki devlet arasında, sınır boyunca, asker bulundurulmayan bölgedir. İngilizce’de “buffer zone” olarak adlandırılır. Düşman birlikleri, grupları veya milletleri birbirinden ayırmak için oluşturulmuş ara bölgedir. 1964’te Kıbrıs’ta oluşturulan Yeşil Hat buna bir örnektir.

[5] 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı olarak da bilinir. Balkanlar ve Kafkaslar’da yoğun yaşanan bu savaş sonucunda Osmanlı İmparatorluğu hem toprak hem de itibar kaybetmiştir. Ayrıca bu kaybedilen topraklarda yaşayanların göç etmek zorunda kalmıştır. 1856 Paris Konferansı’nda oluşturulan statükonun geçerliliğini kaybetmesi üzerine Ruslar sıcak denizlere inme politikasını tekrar ateşlemiş; Balkanlar’da Panslavizm ateşini yakarak isyanları kışkırtmış ve dinsel alanda kendisini Ortodoks halkının koruyucusu ilan etmişti. Ayestefanos Anlaşması ile son bulan 93 Harbi neticesinde bölgede hâkim bir Rus gücü Avrupa’da dengelerin Rusya lehine döndüğünü gören ve büyük endişe duyan Avusturya, İngiltere, Fransa ve Almanya 1878 Berlin Anlaşmasına gitmişlerdir. 

[6] Yunanistan ile birleşmek adına oluşturulan bir düşünce ve eylemler olarak düşünülebilir. XIX. yüzyılda Girit, XIX. yüzyılda da Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmelerini amaçlayan siyasi hareketlere verilen ad. Yunanca “birleşme” anlamına gelir. 1829’da Yunanistan bağımsızlığa kavuşurken Girit ve doğu Ege adaları bu ülke sınırları dışında kalmıştı. Pan-Helenizm tarafları Yunan milliyetçileri Yunan-Rum asıllı halkların yaşadıkları bu adaları Yunanistan’a katılması ile bu amaçlarına ulaştılar. Enosis’in ikinci halkası olan Kıbrıs’ın ilhakı için de Georgias Grivas liderliğinde EOKA örgütü kuruldu. Bu örgüt 1950’lerin ortalarından itibaren Kıbrıs’ta Enosis için faaliyetlere başladı. 15 Temmuz 1974’te EOKA Kıbrıs’ta Makarios’u devirerek Nikos Sampson’u başa geçirdi. Bunun üzerine Türkiye Kıbrıs’taki garantörlük haklarını kullanarak adaya askeri müdahalede bulundu (I ve II. Barış Harekâtları). Sonuçta Enosis hayata geçirilemedi.

[7] 1955 I. Londra Konferansında dile getirilen Taksim tezi, adada Türk-Yunan dengesini koruma amaçlıdır. Lozan Anlaşması ile kurulan düzene atıfta bulunur. Ulusların kendi kaderini tayin etmesi olan Self-determinasyon Kıbrıs için geçerli değildir. Şayet İngiltere adadan çıkacaksa eski sahibi olarak Türkiye’ye iade etmeliydi. Bu durumdan Rumlar endişe duyacaktı.

[8] Bu plana göre Kıbrıs’ın İngiliz Milletler topluluğunda kalmasını ve Türkiye ile Yunanistan’a karşı bağlarının devam etmesini öngörüyordu.

[9] Bu anlaşmanın ilk iki maddesi Kıbrıs’ın bölünmez bağımsızlığının taraflarca da kabul edilmesini içerir. Tarafların ilhak, enosis ya da taksim tezlerinin teşvikini de yasaklamıştır. Taraflar bunun teminatı olacaktır, der. Ayrıca 4. Madde’de ise herhangi bir şekilde ortak ya da anlaşarak hareket olasılığı kalmadığı takdirde garanti veren her üç devletten her biri, bu anlaşma ile kurulan düzenin tekrar tahsis etmek amacı ile eylemde bulunma hakkını saklı tutar.

[10] https://mfa.gov.ct.tr/tr/kibris-meselesi/kibris-muzakereleri/2008-muzakere-sureci/

[11] KIBRIS’TA KURULMAK İSTENEN FEDERAL DEVLETİN HUKUK SİSTEMİ VE ÖZELLİKLERİ, Dr. Soyalp TAMÇELİK, Akademik Bakış Dergisi, sayı:19, ocak-şubat-mart 2010.

[12] http://webders.net/608/federal-devlet-nedir.html

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR