TR

Kitap İncelemesi: Demokrasi Arayışında Kent

İncelenen kitap Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü mezunu olan Kürşat Bumin’e aittir. Demokrasi Arayışında Kent kitabı 1990 yılında Ayrıntı yayınları tarafından basılmıştır. Daha sonra bu alandaki temel kaynaklardan birisi olacak ki 2013 ve 2016 yıllarında farklı yayınevleri tarafından tekrar basılmıştır.

Kitap 170 sayfa ve “Giriş” bölümü de dahil 22 bölümden oluşmaktadır. Yazar ilk bölümden başlayarak kentin geçirdiği evrimi, filozofların kente dair yaklaşımlarına da yer vererek aktarmaya çalışmıştır. “Demokrasi nasıl olmalıdır?” ve “Kabul edilebilir demokratik bir ortamda kenti yaratan aktörler kimler olmalıdır” sorusunu katılımcılığı esas alarak ve dünyadan örnekler vererek yanıtlamaya çalışmıştır. Felsefeyi, mimariyi ve tarihi kentle bütünleştiren, filozofların yaklaşımlarına karşılaştırmalı bir biçimde yer veren eser sade bir dille yazılmasına karşın; alana uzak birisi –hatta alandaki temel okumalarda eksiklikleri olanlarda dâhil- için birkaç kez okumayı gerektirebilir.

Yazar, eserin giriş kısmında, ülkemizdeki kentlerin evrimini, özellikle “şehir” konusunda eser veren yazarlarımızın eserlerinden alıntılar yaparak aktarmaya çalışmıştır. Bu alıntılara en güzel örnek verilebilecek hatta kitabın arka kapağında da yer alan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Konya, Bursa, Erzurum, Ankara ve İstanbul’u anlattığı “Beş Şehir” kitabıdır. Yazara göre bu kitapta bize birbirinden ayrı beş dünya tanıtılmıştır ancak Tanpınar artık bize bu “Beş Şehir”i anlatamayacak hissettiremeyecektir. Çünkü bugün artık yalnızca; sanayi siteleriyle girilen, ağaçsız bir caddeyle merkezde yer alan tek tip “tören alanına” ve “Hükümet Konağı”na ulaşılan, yine tek tip liseler, çatısız apartmanlar ve parklarla bizleri karşılayan “Bir Şehir” anlatılabilecektir. Yazara göre tek tipleşen bu şehirler bizleri seyahat etme zahmetinden de kurtarmaktadır.

“Kent Kimin?” bölümü ile başlayan kitapta kentlilerin kentleriyle kurduğu ilişkiler bizleri demokrasi sorununa götürmektedir. Kentin kimin olduğu sorusuna tek bir yanıt vermek imkânsızdır. Çünkü kitaba göre kentlerin sahibi komünlerden bugüne “kentsel devrim”lerle değişerek gelmiştir. Yazara göre insanlık “bürokratik devrim” de denilen kentsel devrimlerle devletsiz toplumdan, devletli bir topluma geçmiş ve nitekim günümüzde kentlerin sahibi “devlet” olmuştur.

Tarihsel olarak kentlerin gelişimine ve evrimine yer veren yazara göre; “diyaloğun kente indiği” Atina sitesi demokrasiyi en çok düşünmüş ve demokrasiyi yaşamış olanıydı. Herkesin eşit söz hakkına sahip olduğu site meclislerinde her şey tartışılıyordu. İnsanları biçimlendiren siteydi fakat site yurttaşların sitesiydi. Kenti kent yapan taşlar değil yurttaşların varlığıydı. Kenti hiç kimse dışarıdan eline pergel ve cetvel alarak organize etmemiş kent organik olarak doğmuştu. Ancak kentin bu organik oluşumuna ilk müdahale Hippodomas’dan gelmiştir. Hippodomas “geometriyi kente indirmiş” dama tahtasını örnek alan bir kent planı çimiştir. Siteyi düştüğü bu durumdan kurtarmak için kolları sıvayan ise Platon olmuştur. Ona göre mükemmel site mümkündür. Fakat bunu sağlayacak olan halk değil, aklın doğru sesini işiten filozoftur (Filozofun Kenti) ve bunu idealar dünyasını tanıyarak kuracaktır. Platon’dan sonra sitenin filozofları çökmüş, monarşinin filozoflarıyla doğduğu bir dönem başlamıştır.

Avrupa’da X. yüzyılda ortaya çıkmaya başlayan kentler, gerçek kentlerin habercisi olmuştur. Bu yüzyıldan itibaren piskoposluk kentleri ve kale-kentler etrafında oluşmaya başlayan yerleşim alanları hızlıca gelişmiş, yanına yerleştikleri eski kentlerin havasını da tamamen değiştirmiş, her şeyiyle yeni burjuva kentlerine dönüşmüştür. Pirenne’in tezine göre kentlerde gözlenen bu değişimin nedeni, ticaretin canlanmasıdır. Gezgin tüccarlar, uzun yolculuklarında sığındıkları dinsel ve kale kentlerin etrafında yeni yerleşim yerleri kurmuşlar, ticaretin çektiği zanaatçılarla birlikte, buraları, kısa sürede zengin bir kente dönüştürmüşlerdir. Kentler, bu şekilde, “ticaretin ayak izlerinden doğmuşlardır.” Ticaretin ve endüstrinin geliştiği, başlangıçta birkaç senyörün bölgesinde kurulmuş olan bu kentlerin sakinleri yani burjuvalar; savaşarak ve anlaşarak modern devletin üzerinde yükselebileceği farklı bir uygarlık geliştirmişlerdir ve bu özgürlük, eşitlik gibi ideolojilerin kendilerine yer bulduğu uygarlıkta “kent havası” insanı özgür kılmıştır. Özgür kılan bu hava zamanla yerini rekabet ve çatışmaya bırakmıştır.
Rönesans dönemi, düzenli orduların kurulmaya başlamasıyla kenti asker ve mühendislerin, askeri amaçlı tasarladığı bir dönem olmuştur.

19. yüzyılda küçük tesislerin yerini büyük fabrikaların almaya başlamasıyla, kentsel ve kırsal alan ilişkisini zedeleyen ve işçilerin fabrika etraflarında konaklamaya başladığı endüstri kentleri doğmuştur. Fabrika, demiryolu ve bakımsız konutların tanımladığı endüstri kentlerini eleştiren ve kenti konu alan önemli ve farklı bir düşünce çizgisi geliştirenler ise Marx, Engels ve Kropotkin olmuştur. Bu düşünürlerse, farklı nedenlerle de olsa, geleceğin kentini önceden kararlaştırılmış bir örneğe göre çizmeye çalışan ütopistlerin şehircilik anlayışını eleştirmede birleşmiş, kent konusunda örnek sunmayan düşünceleriyle yüzyılımızın şehirciliğini farklı biçimde etkilemişlerdir.

Yazarın Türkiye’deki kentlerin durumunu en net özetlediği bölüm “olmayan bir insana ideal bir kent” bölümü olmuştur. Yazara göre; ülkenin kentleri öyle bir duruma gelmektedir ki, sanki çapsız bir ütopist-şehircinin elinden çıkmış gibidir. Kente her yerde aynı genişlikteki düz caddelerden girilmekte; caddelerin iki yanına aynı “plansızlık”a göre yapılmış yapılar sıralanmaktadır.

Sonuç olarak baktığımız zaman kentlerin doğuşundan günümüze kadar, kente dair bütün sorunları, gücü elinde bulunduranların kente bakışını, filozofların görüşlerine yer vererek açıklamaya çalışan Bumin, demokratik kentin ancak kentli yurttaşların görüş ve önerilerine başvurularak, onların kentin tasarımında yer almalarını sağlayarak ve ademi merkeziyetçiliğin arttırılması ile mümkün olacağını savunmaktadır.
Bumin’in 1990 yılında kaleme aldığı ve günümüzde devam eden kentsel sorunlara 28 yıl önce yer verdiği ve çözümler ürettiği, kentin nasıl olması gerektiğini anlattığı esere rağmen yeşili, ağacı yok etmenin normalleştirildiği günümüzde bu sorunlar artarak devam ediyorsa, tıpkı Bumin’in de dediği gibi “steril sardunya kutularını” andıran yeşil alandan yoksun bina yığınları hala artarak “kenti” oluşturuyorsa, kat etmemiz gereken uzun bir yol var demektir.

“…Demokrasi pantolonlu da olabilir, pantolonsuz da. Demokrasi, insanların kendilerine kabul ettirilmeye çalışılan “ideal” bir “pantolon” içinde, “Işıldayan Kent”te oturup, “ideal” davranışları benimsemeleri değildir. Demokrasinin varlığından, ancak değişik istek ve gereksinimleri olan insanların bu istek ve gereksinimlerini tanıyıp geliştirebilecekleri, bunlar doğrultusunda konutlarını ve kentlerini biçimlendirebildikleri zaman söz edebiliriz…”

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR