İnsan Kötüdür: Terörizme Boyun Eğmek
Önsöz
Hayat, oldukça karmaşık… Bir yandan insan, bu kısa oyunda figüran olmaktan öteye gidemiyor; diğer yandan ise her şeyin merkezinde sanıyor kendini. Bir çıkmaz sokak misali bu paradoksu an be an yaşıyor. Aslında mutlu olmak için yapıyor her şeyi; mutlu olmak için diğer bireylerin çıkarlarıyla çatışıyor. Hâlbuki insan olmak, sevgi ve saygı ile başlar; hoşgörüyle taçlandırılır ve sonunda toplumsal refah vücut bulur. Âdem ve Havva ile başlayan bu serüven gerçekte insanın doğasının kötülükle zehirlendiğinin kanıtıdır bir noktada. Kötülük böyle hayat bulur: sonuçta yasak olanı yapmak, bir başkaldırıştır.
Geçmişten günümüze tarihi hep savaşlardan ibaret saymaktı belki de hatamız ilkin. Kazanmayı bir onur, kaybetmeyi ise hüsran kabul etmekti. Lakin kazanan ya da kaybeden olarak ayrılmasaydık her şey daha farklı olabilirdi. Tarihi değerlendirirken sebep-sonuç ilişkilerine, taraflar arasında geçen diyaloğa bakmaktan öteye geçebilseydik keşke. Elbette bunlar önemli; ama bütünsel anlamda Yaradan’ı görmemek, O’nun emir ve yasaklarına uymamaktan dolayı sistemli ya da sistemsiz bir yok oluşa doğru gidiyoruz göremediğimiz veya görsek de görmek istemediğimiz.
Başlangıç: Aile ve Devlet
Dünya siyasi tarihini ele aldığımızda ise halkların yönetimi konusunda farklı alternatifler, birbirinden ayrı yönetim şekilleri aile ile başlamıştır aslında. Ataerkil aile yapısı da günümüz devlet anlayışının temel prensiplerini içerisinde barındırmaktadır. Bir aile; anne, baba ve çocuklardan oluşur. Baba; ailede birlik ve beraberliği sağlamak, ekonomik kalkınmayı ve refahı tahsis etmek ve ailesini koruyacak ve ailenin devamını, gelecek nesillere ulaştırmak adına atılacak adımları—yani geleceği inşa etmek için yönetim tasarrufunda bulunur. Günümüzde devletin yaptığı da gerçekte budur; olması gereken de…
Devlet halkı için—çekirdek aile örneğimizdeki aile fertleri için babanın yüklendiği görev ve ödevleri üstlenmektedir. Özellikle güvenlik ve istikrar bu konuda çok önemlidir. Bir baba, ailesine dışarıdan gelebilecek tehditlere ve saldırılara karşı koruyucu kalkan görevi üstlenmekte ve bütün olumsuzlukları bertaraf etmek üzere gereken hamleleri yapmaktadır. Şu anki mevcut devlet sistemi aileye işaret etmekte. Özü itibariyle devlet, bütün kurumları ve mekanizmalarını kullanır; kamu yararını düşünür, iç veya dış tehditlere—terörizme karşı hazırlıklı olur. Terörizm, aile yapısını bozduğu gibi devletin işlevselliğini de sekteye uğratmaktadır. Eğitim, sağlık, ekonomi vb. alanlara aktarılacak fonlar, moral ve enerji terörizm karşısında erir gider.
A. Korkudan Titreyiş
İnsanoğlu, tarihi boyunca başta bireysel daha sonra ise yapılanmanın verdiği şekliyle kolektif bir güvenlik çemberi oluşturmak adına sınırlar belirlemiştir. Bu güvenlik çemberi içerisindeki insan, dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı kendisini doğal olarak daha çok güvende hissetmiştir. Önceleri doğaya karşı bir savaşım veren birey, zamanla diğer insanları ve onların eylemlerini kendisine tehdit olarak algılamış ve buna göre hareket ederek kırmızı çizgilerini çizmiştir. Kurumsallaşma, diğer bir ifade ile devletleşme hareketleri içerisinde yaprak misali savrulurken birey, kolektif bu çatı altında ortak duygular ve amaçlar taşıyan diğer insanlarla bu güvenlik çemberini koyultmuş, genişletmiştir. Fakat günümüzde küreselleşmenin sonucu olarak bireyin kırmızı çizgilerini dahi ortadan kaldırabilecek seviyeye gelmiştir. Çünkü tehdidin nereden, nasıl, ne zaman ve kim tarafından geleceği muğlâklaşmıştır. Bu durum günümüz insanını, kimseye güvenmeyen, “ben” kimlikli birer bireyler haline sokmuştur. Korkudan titreyiş ise en büyük güvenlik sorununu teşkil etmekte ve terörizmin pençesinde insanlar nasıl yaşayacağını algılamaktan aciz kalmaktadır. Terörizmin de istediği bu değil midir zaten?
B. Terörizmin Doğası
Türkiye coğrafyası, dünyada bulunan ender bölgelerden sadece bir tanesi ve jeopolitik bir öneme sahip. Tarihin şekillenmesi ile beraber bu coğrafyada sayısız medeniyetler kurulmuş, sayısız savaşlar yapılmış, sayısız el değiştirmeler yaşanmış… Medeniyetler çatışmasının ortasında kalmıştır hep. Birçok dinsel öğretiyi de bünyesinde barındırmıştır bu bağlamda.
Lakin “terörizm insanoğlunun ilk varoluşundan; Hz. Âdem’in oğullarından Kabil’in, kardeşi Habil’i öldürmesinden bu yana çeşitli şekillerde var olmuştur. Tarihsel kökenleri çok eskiye dayanan terörizm, adaletin sağlanmasında takip edilecek bir yol olarak tanımlanmıştır. Romalıların genellikle zorbaları öldürenleri alkışladığı ifade edilir. Çiçero ayrıca İmparatoru öldüren suikastçıların tüm suçlarından aklanması ve af yasası çıkarılması talebinde bulunmuştur. Yine Seneca’nın “Bir müstebidin[1] kanından fazla hiçbir kan Tanrı’nın hoşuna gitmez” sözünü söylediği iddia edilmektedir. Ayrıca “Hükümdarın görevi adaleti tahsis etmektedir, aksini yapıyorsa öldürülmelidir” fikri kendisine geniş bir taban bulmuş ve Schiller’in “Hayır, istibdadın da bir sınırı vardır ve son çare olarak başka bir şey işi halletmiyorsa insanın kılıcı vardır” sözü zorbalığa karşı şiddete başvuranların referansı olmuştur. İmparatorun Brütüs tarafından öldürülmesi, I. Dünya Savaşı’nı başlatan sebep olarak gösterilen Avusturya Arşidükü’ Veliaht Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi olayları da tarihte zorbalığa ve/veya mevcut yönetime karşı şiddet kullanmanın (günümüzde bu tür olaylar terörizm olarak ifade edilmekte) somut örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Platon ve Aristo, baskıcı yönetimleri bir sapma, sapıklık ve en sonunda en kötü hükümet şekli olarak tanımlamışlardır. Bu yüzden eski Yunanda zorbaları öldürenler milli kahramanlar olarak kabul görmüşlerdir”.[2] Tarihsel açıdan bakıldığında değerlendirilmesi gereken önemli bir diğer konu da, XІ. Yüzyılda İran’da faaliyet gösteren Haşhaşi militanlarıdır. Şii mezhebine mensup olup, gerçek İslam’ı yozlaştırdıkları gerekçesiyle suçlu buldukları Müslüman devlet yöneticileri ve liderlerine yönelik suikast düzenlemişlerdir. Haşhaşiler eylem coğrafyası olarak İran, Mısır ve Suriye’de faaliyet göstermişlerdir. Aynı zamanda İslam’a karşı saldırı ve işgal faaliyeti ile suçladıkları Hristiyan yöneticilere de saldırıda bulunmuşlardır. Kudüs Kral’ı Conrad de Manferrat’ı suikastla öldürmüşlerdir. Örgüt ilk olarak İran’da üslenmiş sonraları ise Suriye’ye de yayılmıştır. Örgüt’ün kurucusu siyasal terörü ilk olarak kurumsallaştıran kişi olan, Şeyh El Cebel olarak ta bilinen Hasan Sabbah[3] (1049-1134)’tır. İngilizce’deki “assasin” kelimesi de buradan gelmektedir. Assasin kelimesi Arapça kökenli olup “haşhaş yiyicisi” ya da “haşhaş bağımlısı” anlamına gelmektedir. Hasan Sabbah’ın gizli ve sahte bir cennet kurduğu ve militanlarına eğer söylediği kişileri öldürürse burada ebedi kalabileceklerini söylediği ve böylece kendisine tam bağımlı fedailer edindiği bilinmektedir.
Bu etimolojik ve tarihsel süreçlerin ardından geniş tanımıyla terörizm; “Savaş ve diplomasi ile kazanılmayan sonuçları elde etmek, korkutmak ve itaat ettirmek için bir teoriye, felsefeye ve ideolojiye dayanılarak siyasi maksatlarla, iradi olarak terör ve şiddetin sistemli ve hesaplı bir şekilde kullanılmasıdır”.[4] Dar anlamda bakıldığında, International Encylopedia of Social Sciences’de; “önceden belirlenmiş hedefleri elde etmek için şiddet kullanan, şiddete başvuran bir grubun veya partinin kullandığı metod”, Meydan Larousse’da; “ihtilalci grupların giriştiği şiddet eylemlerinin tümü, tedhişçilik, bir hükümet tarafından uygulanan şiddet rejimi”, Ana Britannica’da; “siyasal bir hedefe ulaşmak amacıyla devlete, halka ya da bireylere karşı sistemli şiddet eylemlerine başvurma” şeklinde tanımlandığı görülmektedir. Ceza Hukukçusu Ordinaryüs Prof. Dr. Sulhi DÖNMEZER göre ise “…şiddetin, sosyal, ulusal, ırki, dinsel, fesat çıkarıcı ve diğer maksatlarla ve sosyal sınıflar arasında çatışma ve savaşı tahrik etmek üzere planlı ve hukuk dışı olarak kullanılması…” şeklinde bir tanım vermiştir. Bir önceki bölümde de vurgulandığı üzere terörizm kavramını “şiddet”ten ya da terörizmin eylemleşmiş hali olan “terör”den uzak düşünmek imkânsızdır literatürde. Bu bağlamda terörizmi anlatırken terör ve şiddet tanımlarına yer vermemiz normal karşılanmalıdır. Terör ise; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.[5] Kısacası terör, Terörizm kavramının eyleme dönüşmüş şeklidir. “…eylemler bütünüdür.” formatındaki tanım da, terörizm olgusunu terör olayından ayıran faktör olacaktır. Bütün bunlarla beraber terörizm; rastgele seçilmiş ya da sembolik değeri olan kurbanların, şiddetin aracı olarak seçildikleri bir savaş yöntemidir. Bu araçsal kurbanların kurbanlaştırılması, mensup oldukları grup ya da sınıf içerisindeki yerlerine bağlıdır. Böylece, söz konusu grup ya da sınıfa mensup diğer bireyler de, kronik bir terör korkusunun içine itilmiş olurlar. [6]
Terörizm tanımlamalarındaki ortak özellikler Prof. Dr. Mesut H. CAŞIN [7] tarafından şu şekilde sıralanmaktadır:
- Şiddet olaylarının bulunması,
- Siyasi bir motifin bulunması,
- Terör ve korkunun organize olarak toplumu ve devleti hedef alması,
- Halkta güvensizlik ve öngörüsüzlük,
- Sembolik hedeflerin kullanılması,
- İnsanlıktan uzak ve acımasız metotlar uygulaması,
- Halkta çaresizlik duygusu yaymak,
- Halkın dikkatini çekmek ve reklam yapmak, bunu şiddet stratejisinin bir parçası olarak kullanması,
- Gizli planlama ve eylemlerin uygulanması,
- Grup ya da topluca eylemlerde bulunması,
- Gelişmiş silahların mümkün olduğunca kullanılması.[8]
Bütün bu ortak özelliklerin nihayetinde terörizm; ekonomik, kültürel, sosyal, teknolojik gelişmelerin önündeki en büyük tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki PKK’nın ilk olarak Eruh’ta başlattığı ve halen günümüzde de devam eden fiilleri, 40 yılı aşkın geçmişiyle Türkiye’nin her türlü gelişmesinin önüne engel teşkil etmiştir. Maddi bazda, 300 milyar dolar kadar büyük miktardaki para gelişmeye ayrılabilecekken terörle mücadeleye aktarılmıştır. Bu da, terörizme harcanan para karşısında ilerlemenin önüne ne denli büyük çapta engel teşkil ettiğini gözler önüne seriyor.
C. Şiddet Tarihi
Diğer taraftan şiddeti tanımlamadan önce, “insanlık tarihi aynı zaman da şiddetin tarihidir” önermesinin son derece doğru olduğunu söyleyebiliriz. Ama bugünün dünden bir farkı var: Şiddet artık kitle iletişim araçları vasıtasıyla herkese, her haneye servis edilmekte, bu da şiddetin meşrulaşmasını ve yaygınlaşmasını sağlamakta; şiddetin kanıksanmasına yol açmaktadır.[9] Küreselleşme sonucunda, şiddetin kitlesel etki göstermesi artık olağan bir durumdur. Şiddet, güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan bireysel veya toplu hareketlerin tümüdür. Önüne birçok sıfat alabilen bu nosyonun tam bir tanımını yapmak çok kolay değildir Daha geniş anlamda şiddet, sözel ve psikolojik tacizi de içeren fiziksel şiddetin yanı sıra kabadayılık, bedenini kullanarak birine bilerek rahatsızlık veya fiziki olarak zarar vermek de bu kavram içinde yer almaktadır Son bir yıl içerisinde fiziksel bir kavga içinde yer alma; yaşamı boyunca bir kez dahi bir silah taşıma veya ateşli silah dışındaki çakı, bıçak, jilet gibi kesici aletler taşımak da şiddet davranışı kapsamında değerlendirilmelidir Şiddet içerikli davranışlar arasında öfke patlamaları, vurmak, tekmelemek, itmek, yaralamak, kavga etmek, başkaları ile ilgili tehditler savurmak ya da yaralamaya çalışmak, hayvanlara yönelik acımasız davranışlar, yangın çıkarmaya teşebbüs etmek ve eşyalara bilerek zarar vermek sayılabilir. Ege Üniversitesi (EÜ) Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Psikiyatri Derneği İzmir Şube Başkanı Doç. Dr. Şebnem Pırıldar, “Toplumda şiddet davranışı şiddeti doğruyor. Şiddet olayları artıkça kişiler duyarsızlaşıyor” ve bununla birlikte “Bir kişinin diğer kişilere grup içi otoriteyi sağlamak ya da karşı tarafın varlığını sindirmek amacıyla zarar vermeye yönelik bilinçli yapılan fiziksel ve psikolojik davranışlar” olarak tanımlanabileceğini dile getirmektedir. İşte bu son yargıda, şiddetin Terörizm ile olan bağlantısını görebilmekteyiz.
Söylenmesi gereken bir diğer konu ise bunca faaliyetin gerçekleşmesini ve devamını sağlayan finansal kaynaklarıdır. Bunları dış yardımlar, uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı, büyük çaplı soygunlar, haraçlar, zorunlu olan ve olmayan bağışlar, diğer her türlü kaçakçılık ve diğer gönüllü katkılar olarak sıralayabiliriz. Öyle ki arzu duyulan duruma ulaşmak için sadece gönül bağları günümüz küresel ve kapitalist düşünce yapısında imkânsızdır. Bunun için de yukarıda belirtilen kaynaklar en verimli haliyle kullanılmaya çalışılmaktadır.
D. Taraflar Kim?
Bir kere, terörizme bir de hangi taraftan bakmak gerektiği, daha doğrusu hangi tarafta bulunduğunuzun farkında olmak ve ona göre eylemlerde bulunmak önemlidir. Aynı kişinin aynı fiilden dolayı bir devlete, gruba ya da aktöre göre özgürlük savaşçısı diğer taraftan ise en affedilmez suçları işleyen bir hain olarak nitelendiriliyor olması da en büyük handikap olarak göze çarpar. Bu durum, haliyle bir çıkmazı, karmaşayı veya kaosu ortaya çıkartmaktadır. Ancak ortak kanı, bu tür eylemler kesin olarak taraflara zarar vermektedir. Bu zarar en küçük şiddetten başlayıp insanoğlunun temel ve dokunulmaması gereken “hakkı” olan “yaşama hakkı”nı dahi almaya kadar gidebilmektedir. Yaşama hakkı, sadece insanoğlunun dünyevi ceza-i müeyyidelerinde mevcut değildir. Yani başta “Kutsal Kitaplar”da ve dini vecibelerde insan canına kıymanın cezasız kalmayacağı belirtilmekte ve sonsuz tinsel yaşamlarımızda da “cehennem” kavramını tadacağımızı bilmekteyiz[10]. Öbür taraftan, “Şehitlik” kavramı üzerinden de bu tür eylemler kullanılmaktadır. Öyle ki! Hasan Sabbah’ı düşündüğümüzde, Haşhaşiler olarak adlandırılanlar “Cennet” ile ödüllendirileceklerini düşünmüşlerdir. Günümüzde ise İslam Terörizmi olarak algılanan ve Sovyet tehdidinin 1990’larla birlikte yerini “Yeşil Tehdit”e bıraktığını düşünenlerin sayısı ise azımsanamayacak kadar çoktur. Bu durum, Batılılarca lanse edilmekte; Batılılar, bu tehdide karşı hem siyasi hem ekonomik hem de kültürel bir savaşım içerisindedir. İslam açısından ise şehitlik önemlidir, Allah katına ulaşmaktır ve “Cihad” yolunda atılmış bir adımın sonucudur. “Ölmek ya da ölmemek, bütün mesele bu!” Lafın kısası, hem İslami anlamda cana kıymak cezalandırılmakta hem de Allah yolunda ölmek-şehit olmak ödüllendirilmektedir. Buradaki ince çizgi asla ama asla karıştırılmamalı, yanlış yorumlamalar yapılmamalıdır.
E. Son Söz
“Tarih, tekerrürden ibaret!” ve tarih göstermektedir ki ne kadar taviz verilirse verilsin ya da açık kapı bırakılsın, terörizm asla bitmeyecektir. Bu kısır döngüde insanoğlu, güvenlik çemberinde yaşamaya devam ederken diğer sınırların farkında olmaktan ya da olabilmekten uzak kalacaktır. Empati yoluyla çözümlerin ya da orta yolun ne kadar yakın olduğu bilinse de insan, klişe bir tabirle, doğası gereği hep fazlasını isteyecek ve kötü karakterini canlandırmaya her fırsatta başvuracaktır. Üstad T. Hobbes’un, “İnsanlık durumu herkesin herkese karşı savaş durumudur. Bu durumda herkes kendi aklıyla yönetilir ve kendi yaşamını düşmana karşı korumakta her şeyi kullanır. Bundan, böyle bir durumda, herkesin her şey, hatta bir başkasının bedeni üstünde hakkı olduğu sonucu çıkar. Bu yüzden, herkesin her şey üzerindeki bu doğal hakkı devam ettiği sürece, ne kadar güçlü, akıllı ya da başka ne olursa olsun hiçbir kimse için, doğanın olağan olarak insanların canlı kalmalarına izin verdiği zaman boyunca yaşamak konusunda güvenlik olamaz. Bundan da, aklın genel bir kuralı olan, herkes, barış elde etme umudu oldukça, onu sağlamaya çalışmalıdır; elde edemezse, o zaman savaşın yardım ve yararlarını arayıp kullanabilir” görüşü bu kaosu desteklemektedir. Diğer bir ifade ile insanın içindeki rekabet, güvensizlik, şan ve şeref tutkusu ile bunlara ulaşmadaki azim ve kararlılığı beraberinde korkuyu, bu korku da çatışmayı tetiklemektedir. Bu bakımdan “insan, insanın kurdudur” ve “insan, özü itibariyle kötüdür” önermeleri sağlam temeller üzerine kurulmuştur. Kendi kırmızıçizgilerinde var olan birey, grup veya aktör için bu hudut, Kurtuluş Savaşı’nda ulaşılmak istenen Misak-i Milli gibidir. Ödün vermek, onu kaybetmek ya da kendi sınırlarında misafir gibi yaşamak kabul edilemez görülmektedir. Bu durum her aktör için geçerlidir ve bunun sonucunda herkesin de bir “Misak-i Milli”si bulunmaktadır…
Dipnotlar ve Kaynakça
[1] Tiran, Diktatör.
[2] www.turksam.org
[3] Hasan Sabbah, dönemindeki önemli şahıslar olan Selçuklu Veziri Nizamülmülk ve ünlü düşünür Ömer Hayyam ile aynı zamanı paylaşmışlar ve ilişkiler sarmalına girmişlerdir. Öyle ki aralarında arkadaşlık bağları geliştiren üçlü Amin Maaluf’un Semerkant eserinde romanlaştırılarak çağlarına damga vurmuşlardır.
[5] 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu, 1. Madde, Tanımı, 10.07.2003
[6] Ann Weil, Disasters: Terorism, What is Terorism?
[7] Yeditepe Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Yrd.
[8] Mesut H. Çaşın, Uluslararası Terörizm, Nobel Yayınevi, s. 102, Şubat 2008 , ISBN:, 9786053950684.
[9] http://www.nuveforum.net/1474-arhavili-parpali/215327-siddet-nedir/
[10] Kuran-i Kerim, Nisa Suresi, 93. ayet: “Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.”
Tevrat, lev.24:17 cik.21:12: “Adam öldüren kesinlikle öldürülecektir.”
Kapak Görseli: https://kocschooluluslararasi.wordpress.com/uluslararasi-terorizm/ adresinden alınmıştır.