Hümanizma, XV. yüzyılda İtalya’da tarih, şiir ve ahlak felsefesi gibi bilim dallarını belirten “Studia humanitatis” terimiyle, ilkçağ edebiyatı üzerinde uzmanlaşmış, araştırmacılarla öğrenciler için kullanılan “humanisti” adından kaynaklanmaktadır.[1] İlk kez Alman araştırmacılar tarafından kullanılmaya başlanan hümanizma anlayışı devlet yönetiminin merkezine Tanrı yerine insanı koymuştur.
Türkçe karşılığı “insancılık, insanları sevme ülküsü”[2] olan Hümanizm terimi, Nüzhet İslimyeli’nin “Sanat Terimleri Ansiklopedisi’nde, “Eski Yunan ve Latin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve ortaçağın skolastik düşünüşüne karşı XIV. yy. Avrupa’sında doğup gelişen felsefe, bilim ve sanat görüşü”[3] olarak tanımlanmıştır. Seyit Kemal Kara Alioğlu “Edebiyat Terimleri Kılavuzu’nda Hümanizm: insanlığın kendini yeniden buluşu, kendi varlığından öz cevherine dönüşüdür”[4] ifadesini kullanmıştır. Örneğin, İbrahim Kafesoğlu hümanizmayı “Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri” adlı eserinde, “Doğu medeniyetini Batı medeniyetinden ayıran; günümüze kadar büyük farkı yaratmış olan Rönesans, XIV. ve XVI. Yüzyıllar arasında tamamlanmış büyük bir kültür olayıdır. Bu kültür olayının sanat, din ve ahlak yönleri vardır”[5] şeklinde yorumlamıştır. “Türk Eğitim Düşüncesinde Batılılaşma” adlı eserinde Osman Kafadar “Rönesans’la “yeniden doğan”, Antik çağın plüralist, estetik ve hür şahsiyetli bakış açısı, Hümanizm akımıyla laik bir insanlık kültürüne ulaşmayı amaçlar”[6] derken de aslında Hümanist akımın laik bir kültür oluşturmak istediğini belirtmiştir.
Hümanizma kavramı, Türk aydınları tarafından da değişik şekillerde tanımlanmıştır. Türk aydınları arasında Batı kültürüne dair merak 20.yüzyıl başlarında başlamıştır. Özellikle Yahya Kemal Beyatlı ve Yakup kadri Karaosmanoğlu da hümanist düşünceyi ilk defa dile getiren Türk aydınları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu iki Türk aydını özellikle Fransız edebiyatı ile ilgili araştırma yaparken hümanist zihniyet ile karşılaşmışlardır. Beşir Ayvazoğlu “Bozgunda Fetih Rüyası” adlı eserinde, konuyla ilgili olarak “Esasen biz coğrafya ve kısmen de medeniyet bakımından Yunanlıların varisi sayılırdık; bu verasetin Avrupa’da meydana getirdiği sonuçları yaşamamızı din engellemiş ve bu hal 1850’lere kadar devam etmiştir. Aslında yapılacak şey, bütün Avrupa medeniyetinin kaynağı olan Yunan medeniyetine yönelmekti. Hâlbuki biz Fransızlara tabi olarak yanlış bir yol seçmiştik; işin kötüsü Fransız edebiyatını da tam anladığımız söylenemezdi. Çünkü Avrupa edebiyatlarının hiçbirini asıl kaynaklarına yani Yunan’a ve Latin’e gitmeden anlamak mümkün değildir”[7] demiştir. Sadece sözünü ettiğimiz bu iki Türk aydınının değil dönemin Türk aydınları arasında Avrupa’ya, özellikle Fransa’ya ve kültürüne olan eğilim sonucunda edebiyatın Eski Yunan edebiyatına dayanması gibi bir durum görünmektedir. Hatta Yahya Kemal ile başlayıp, Yakup Kadri ile sürdürülen bir akım olarak da başlatılmış olan “Nev Yunanilik”[8] adı verilen bu akıma fazla rağbet edilmemiştir. Yahya Kemal ve Yakup Kadri’nin Eski Yunan ve Latin kültürüne dayanarak oluşturmak istedikleri anlayışa karşı ilk tepkiler de Ömer Seyfettin’den gelmiştir.
Hümanist düşüncenin tarihsel sürecine baktığımızda ilk evre olarak 1923-1938 yıllarını, ikinci evre olarak da 1939-1950 yılları arasını söyleyebiliriz. 1938’lerin sonlarına doğru işlenmeye başlanan Hümanist düşünce ile ilgili olarak Arslan Karadağ’ın “Türkiye’de Hümanizma Düşüncesinin Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi” adlı eserde yazar Nurullah Ataç’ın bu konuyla ilgili şu ifadelerine yer vermiştir: “Eski Yunan ve Latin yapıtlarının çevrilmeleri gerekir. Çünkü onlar uygarlık tarihini, kavramamız için zorunludur. Bugünkü dilimiz, Batı kültürünün birçok kavramlarını düşünmeye elverişli değildir. Avrupa ulusları bu kavramların hemen hepsini Yunan-Latin sözcükleri ile düşünmüşlerdir. Bizim de o yola girmemiz iyi olacaktır.” [9] Bu söylemden çıkarılabilinecek sonuç şudur ki: medeniyeti yakalamanın yolu Yunan Latin kaynaklarından çeviriler yapmaktan geçiyor.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’dir. Yücel döneminde de partiye, dolayısıyla yönetime hâkim olan görüş hümanizma olmuştur. Bu görüşü savunanlar Avrupa’da ki gelişmişliği Latin Yunan köklerine bağlayarak dini sosyal yaşam alanından tamamen çıkarılmasını önermişlerdir. Yapılacak tek şey Latin–Yunan kaynaklarını tercüme ederek bunları yaşam prensibi olarak kabul etmektir. Yücel, 1938 tarihli Akşam Gazetesindeki S başlıklı yazısında özellikle tercüme faaliyetleri ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır: “Latinler Eski Yunan’ı örnek aldı. Yunanlıların kültür bakımından hangi milletle temas ettikleri ve milletlerin eski Grek Edebiyatına hangi noktalardan üstün olduğu hala müphem bir mevzudur…”[10] Hasan Ali Yücel, 1939 yılında yapılan I. Maarif Şurası’nın açılış konuşmasında da müspet ilim anlayışının ve milli kültürün, hümanizm ruhunun geleceğinin liseler tarafından oluşturulacağını belirterek, liselerin diğer amaçlarından bahsetmiştir.[11] Birçok ülkede ikinci yabancı dil olarak Latince ve Yunancanın öğretildiğini de söylemiştir. [12]
Millî Eğitim Bakanlığı görevinde de bulunmuş dönemin aydınlarından kabul edilen Sabahattin Eyüboğlu, Nurullah Ataç ve İsmail Hakkı Tonguç gibi isimler de bu görüşün taraftarlarındandır. Özellikle Nurullah Ataç’ın düşünceleri bu fikirleri yönlendirmiştir.
I. Dünya Savaşı’nı da içine alan 1938-1950 yılları arasında dönemdeki Batıcılık faaliyetleri başka bir söyleyişle hümanizm, halk tarafından da gelenekselliğin alternatifi olarak değerlendirilmiş, bu düşünceyi kanıtlar uygulamalar görülmüştür. Örneğin Batı klasikleri tercüme edilerek kültür kurumlarında okutulmaya başlanmıştır.
Hümanizma düşüncesini tarihsel süreçte incelemeye devam ettiğimizde 1940’larda 6.yılına giren özellikle hümanizma ağırlıklı konuları işleyen “Yücel” dergisi karşımıza çıkmaktadır. 1935 yılından beri çıkan dergi Orhan Burion ve Vedat Günyol’un altıncı ciltten itibaren dahil olmasıyla birlikte Hümanizma konusundaki tartışmaların merkezi haline gelmiştir.[13]Orhan Burion yönetiminde ki derginin “Altıncı Yıl Sayısının başyazısında “Hümanizmanın arayıcılığı ile kendimizi bulmak” kararına varıldığı açıklanır ve bu karar, dergi logosunun altına da iri puntolarla yazılır. Aynı sayının “Müşterek Yazımız” başlıklı yazısında hümanizma “insan”ı merkeze koyuşu sahiplenir ve buna, Türk kültürü ile halkının birikimindeki insan yorumu eklenir. Burian 63.sayıdaki “Hümanizma ve Biz” başlıklı yazısında hümanizmanın ana kaynağının Eski Yunan Medeniyeti olduğu üzerinde durur.[14]
Hümanist akım 1940’larda ortaya çıkmıştır. Bu durumun en önemli sebeplerinden biri kültürel alanda Atatürk’ün “milli kültürü” ön plana çıkaran anlayışı olmuştur denebilir. Ayrıca Atatürk’ün Türk kültürü ve Türk tarihi ile ilgili çalışmaları da bu durumun ortaya çıkmasında etkilidir. Atatürk dönemi kültür anlayışında “millilik” her türlü değerin üstünde tutulurken hümanist kültür politikasının ana ekseni evrensel değerler olmuştur. Hümanizmanın bir kültür politikası olarak benimsenmesi özellikle Hasan Ali Yücel’in Maarif vekilliği döneminde vurgulanmıştır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’de bu politikaya destek olmuştur. II. Dünya Savaşı’nın yarattığı tüm olumsuz ve sıkıntılı sonuçlarına rağmen İnönü döneminde girişilen yenilik ve çağdaşlaşma atılımları dikkate değerdir. Özellikle de eğitim ve öğretime aynı zamanda edebiyata, yayına, bilime ve sanat dallarından her birinde görünen gelişmeler doğrultusunda Türk hümanizmasından bahsedilir olmuştur. Şerafettin Turan, “İsmet İnönü’nün Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği” adlı eserinde şöyle der: “Başbakan İnönü bu uygulamalara gönülden inanarak Büyük katkılarda bulunmuştur. O daha 1914’te Yemen’de bir Fransız Şirketi’nden satın alınan gramofon plakları dinleye dinleye klasik Batı müziğine büyük ilgi duymuştu” [15]
17-29 Temmuz 1939 tarihleri arasında yapılan I. Maarif Şurası’nın ayrıntılı ele alınarak işlenen konularından biri Hümanizma meselesi olmuştur. Şurada bu iki konunun aynı anda ele alınış şeklinden de anlaşılacağı üzere millilik ile gayri millilik konuları aynı anda ele alınmıştır. Adı yine milli kültür olarak anılacak olsa da milli kültür hümanist kültür anlayışı olarak yapılan tüm itirazlara rağmen ortaya konuyordu. Şurada geçen konuşma ve tartışmalarda Hasan Ali Yücel, Yunanca ve Latince derslerinin olmamasına rağmen ders saatlerinin fazla olduğunu dile getirmiştir. Oysaki bu konu gündemde yer almamıştır. Gündemde yer almayan bu konuyu Şura üyesi Nuri Kurtulmuş’un şu açıklaması göstermiştir: “Müzakereler arasında Latince ve Grekçenin liselerde okutulması mevzuu Ruznamede yoktur.”[16] Gündemde olmamasına rağmen 1940 yılında Ankara, İstanbul ve İzmir’de ki birkaç lisede Latince dilinin öğretileceği klasik kolların açılması sağlanmıştır.[17]
Latince eğitimi ile ilgili olarak 1943 yılı eğitim öğretim sonunda liselerdeki klasik kollara “Devlet Olgunluk İmtihanlarında” Latince sorular sorulduğu tebliğler dergisinde de belirtilmiştir. [18] Bu konu Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Hakikat” gazetesinde yer alan “Hümanizmaya Doğru İlk Adım” başlıklı makalesinde de ele alınmıştır.[19]
I.Maarif Şurasında Hümanizma ve hümanist kültür tartışmaları sırasında herhangi bir karar alınmamıştır. Kongrede konuşan Cevat Dursunoğlu, hümanizmi kültürün ana kaynağı olarak yorumlamıştır. Kültürün ana kaynağına giderken de “kendi kültürümüzden kopmamak gerek” diyerek, Yunan ve Latin eğitimin hümanist kültürün öğrenilmesinde önemli bir yeri olduğunu belirtmiştir.[20] Yunan ve Latin dillerinin öğretileceği klasik liseler açıldığı gibi müfredat programlarında Yunan ve Roma kültürlerinin anlatımlarına ilişkin değişiklikler yapılmıştır.
KAYNAKÇA
[1] Ana Britannica, C.XI, İstanbul 1993, s.310-311.
[2] Türkçe sözlük T.D.K., C.1, Ankara 1988, s.659.
[3] Nüzhet İşlimyeli, Sanat Terimleri Ansiklopedisi, C.1, A-B, Ankara 1973, s.327.
[4] Seyit Kemal KaraAlioğlu, Edebiyat Terimleri Kılavuzu, İnkılap ve Aka Kitapevleri, İstanbul 1975, s.157.
[5] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, Devlet Kitapları, İstanbul 1970, s.194.
[6] Osman Kafadar, Türk Eğitim Düşüncesinde Batılılaşma, Ankara, 1997, s.20.
[7] Beşir Ayvazoğlu, Bozgunda Fetih Rüyası, İstanbul 2006, s.50.
[8] Suat Sinanoğlu, Türk Hümanizmi, Ankara, 1980 baskı, s.91-92.
[9] Arslan Karadağ, Türkiye’de Hümanizma Düşüncesinin Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi, “Türkiye’de
Cumhuriyet Döneminde Felsefe”, Ankara 2002, s.141. “
[10] Hasan Ali Yücel,” Klasik Nasıl Doğar”, Akşam, 5 Eylül 1938.
[11] Bu konuda bkz. Boğos Zekiyan, Hümanizm, İnkılap ve Aka Yayınevi, İstanbul, 1982.
[12] Filiz Meşeci Giorgetti, Betül Batır, a.g.m., s.42. (M.E.B I. Maarif Şûrası, (Çalışma Programı,
Konuşmalar, Lahikalar) Tıpkı Basım, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1991).
[13] Vedat Günyol, Sanat ve Edebiyat Dergileri, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1986, s.30-42
[14] Orhan Burion, “Hümanizma ve Biz”, Yücel, C.IX, sayı:63, Mayıs 1940, s.121.
[15] Şerafettin Turan, “İsmet İnönü’nün Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği”, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2003, s.220-
221.
[16] TC. Maarif Vekilliği, I. Maarif Şûrası, 17-29 Temmuz Çalışma Programı Konuşmalar, Lahikalar, Ankara,
1939, s.411.
[17] Osman Kafadar, “Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tartışmaları”, Modernleşme ve Batıcılık, Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce, C.3, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.380.
[18] T.C. Maarif Vekilliği Tebliğler Dergisi, 6 Eylül 1943, c.6, s.240, s.109.
[19] Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Hümanizmaya Doğru İlk Adım”, Hakikat, 15 İlkteşrin 1940.
[20] TC. Maarif Vekilliği, I. Maarif Şûrası, 17-29 Temmuz Çalışma Programı Konuşmalar, Lahikalar, Ankara,
1939
Not: Görsel, https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/ozdemir-nutku/2017-subat/hasan-ali-yucel, adresinden alınmıştır.