1.GİRİŞ
Günümüz sosyal devlet anlayışı ile hukuk devleti anlayışının, teknolojik gelişmelerle birleşmesi idari faaliyetlerin çeşitlerinin ve kullandığı araç-gereçlerin artması sonucunu doğurmuştur. İdarenin faaliyetlerinin kesintisiz olarak sürdüğü de mutlak bir gerçektir. İdarenin kesintisiz süren işlem ve eylemlerinden dolayı zararların meydana gelmesi, idarenin sorumluluğu kavramını ortaya çıkarmıştır.
Anayasamızın 125. maddesinin ilk fıkrasında idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır denmektedir. Yani ülkemizdeki sosyal devlet anlayışıyla beraber idarenin birçok sorumluluk üstlenmesi sonucu vatandaşlara verilen zararları karşılamak amacıyla idarenin kusursuz sorumluluğu anlayışı ortaya çıkmıştır. Amaç vatandaşları idareye karşı korumaktır.
İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olması hukuk devleti anlayışının zorunlu unsurudur. Demek ki kusursuz sorumluluğun dayanağına hukuk devleti anlayışını yerleştirmek yerinde olacaktır. İdarenin kendi eylem ve işlemlerinden dolayı ortaya çıkan zararı ödemek hususunda takdir hakkı yoktur. Aslında bu ilkeyi de sosyal devlet anlayışının bir parçası olarak düşünebiliriz.
Yazmış olduğum bu makalede sosyal devlet anlayışından doğan ve idarenin sorumluluğundan ötürü vatandaşlara uğrattığı zararların anayasamızın az bir kısmında belirtilen bizim tabirimizle kusursuz sorumluluk olarak belirttiğimiz bu kavramı makalemizde ele almaya ve açıklamaya çalışacağım.
2.İDARENİN SORUMLULUĞU
Sorumluluk, bir davranış sonucu ortaya çıkan zararın sonuçlarına katlanma ve bu sonuçları giderme yükümlülüğüdür.
Hukuk devleti olan devletlerde, devlet adına yürütülen faaliyetlerde hukuka aykırı herhangi bir olumsuz sonuç doğduğunda bu sonuçtan devlet ve dolayısıyla devletin bir parçası olan idarenin sorumluluğu doğar. Bu sorumluluklar cezai, siyasi, idari ya da mali bir sorumluluk olabilir.
İdarenin sorumluluğu konusunu ülkemiz açısından ele alacak olursak, anayasamızın 125. maddesine göre:’’İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.’’ denilmektedir. Bu maddeye göre idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemek konusunda takdir yetkisi yoktur.(Odyakmaz,Kaymak,Ercan 2011:363)
İdarenin sorumluluğuna yol açan bazı nedenler bulunmaktadır. Bu nedenler genel olarak ‘’kusur’’ diye adlandırılmaktadır.
İdarenin sorumluluğuna yol açan kusurun nesnel nitelikte olduğu, yani kamu görevlilerinin de kusurlu olup olmadıklarına bakılmaksızın, hizmetin kurulmasında, düzenlenmesinde ve işlemesindeki bozukluk ve aksaklıkları ifade ettiği kabul edilmiştir. Bu anlamda anlaşılan kusur ‘’hizmet kusuru’’ olarak adlandırılmıştır. (Günday 2013:368)
Kusur kavramı devletin görevlerinin sürekli artması nedeniyle kendi içinde birçok tartışmaya yol açmıştır. Bu tartışma özellikle idarenin sorumluluğunun kusurlu veya kusursuz olması yönünde yaşanmıştır.
İdarenin sorumluluğu olarak kabul edilen kusur, devletin üstlendiği görevlerin artması sonucu yetersiz hale gelmiştir. Şöyle ki ; Devletin üstlendiği yeni yeni görevler nedeniyle bireylere zarar verme olasılığının da artması üzerine idarenin belirtilen anlamda bir kusuru olmasa dahi, bireylere verdiği zararlardan sorumlu olacağı kabul edilmeye başlanmıştır. Böylece bugün idarenin sözleşme dışı sorumluluğu, ‘’kusurlu sorumluluk’’ ve ‘’kusursuz sorumluluk’’ olmak üzere iki sorumluluk nedeninden birine dayandırılmaktadır.(Günday 2013:369)
2.1.Kusurlu Sorumluluk
İdarenin kusurlu sorumluluğu ülkemizde de, Fransız Danıştay ve Uyuşmazlık Mahkemesinin öteden beri sürdürdüğü uygulamalardan esinlenerek, gerek öğretide ve gerekse yargı içtihatlarında hizmet kusuru kavramı ile açıklanmaktadır. (Günday 2013:369)
Hizmet kusuru, idarenin yapmış olduğu bir eylem veya işlemdeki bozukluk ve aksaklığı ifade eder. Hizmet kusurundaki ‘’hizmet’’ kavramı, sadece kamu hizmetlerini değil, idarenin yapmış olduğu bütün görev ve faaliyetleri kapsamaktadır.
Hizmet kusuru, kamu görevlilerinin kusurlarından tamamen bağımsız olarak ele alınmaktadır. Yani İdarenin herhangi bir bölümünde görevli olan kamu görevlisi kusurlu olsa da olmasa da, eğer hizmette herhangi bir aksaklık veya bozukluk söz konusu olursa burada hizmet kusuru var demektir.
Türk hukukunda hizmet kusuru ilkesi, bir yasa da düzenlenmemiştir. Hizmet kusuru kavramı, içtihatlarla ortaya çıkan bir sorumluluk nedenidir.(Odyakmaz, Kaymak, Ercan 2011:364)
İdarenin bir eylem veya işleminin hizmet kusuru sayılabilmesi için gerekli olan bazı hal ve durumlar vardır. Bunlar:
- Hizmetin Kötü İşlemesi
- Hizmetin Geç İşlemesi
- Hizmetin Hiç İşlememesi
- Hukuka Aykırılık
- Kusurun Yoğunluğu
Bu maddeleri kısaca açıklayacak olursak :
Hizmetin Kötü İşlemesi; hizmetin vatandaşın beklediği şekilde özenli, dikkatli ve kaliteli bir şekilde yapılamamasıdır. Yani hizmetin gerektiği gibi yerine getirilememesidir.
Örneğin; kendiliğinden de olsa, pentatlon sahasında güç geliştirme amacıyla spor yapmakta iken düşerek boynunu kıran, akabinde birlik revirinde görevli askeri tabip ile sonradan kaldırıldığı askeri hastanedeki askeri tabibin ihmali davranışları sonucu tıbbi tedavideki özen eksikliği nedeniyle vefat eden erin yakınlarına, hizmet kusuru esasına göre tazminata hükmedilmesi gerekir. (AYIM.2.D.:11.05.1994,E.1991/14,K.1994/1035)
Hizmetin Geç İşlemesi; hizmetin beklenen süreden daha geç bir zamanda yerine getirilmesidir.
Mevzuat bazı hallerde hizmetin hangi süre içinde görüleceğini göstermiş olabilir. Bu takdirde, bu sürenin aşılmış olması halinde hizmetin geç işlediği sonucuna varılabilir. Ancak çoğu kez mevzuatta böyle bir süre öngörülmemiştir. Bu takdirde hizmetin geç işleyip işlemediği hizmetin özelliğine, türüne, İdarenin sahip olduğu olanaklara vs. göre belirlenecektir. (Günday 2013:371)
Örneğin; davacıyı yaş haddini doldurduğu tarihten sonra çalıştırmaya devam eden kurum, daha sonra yaş haddinin doldurulduğu tarih itibariyle emeklilik tahsisi yapılması nedeniyle uğranılan zararı hizmet kusuruna dayalı olarak tazminle yükümlüdür. (Danıştay.5.D.,E.1999/1230,K.1999/2392)
Hizmetin Hiç İşlememesi; idarenin yerine getirmek zorunda olduğu faaliyetleri hiçbir şekilde yerine getirmemesi veya getirememesidir.
Hizmetin hiç işlememesinden söz edilebilmesi için, öncelikle idarenin bu hizmeti yürütmeye yetkili olup olmadığına bakılması gerekir. İdare bir hizmeti yürütmek ile yükümlü ise ve bu hizmeti yerine getirmemişse bu durumda hizmetin hiç işlememesinden söz edilebilir. Ancak idare herhangi bir hizmeti yürütmekle görevli değilse ve bu hizmet yerine getirilmemişse bu durumda hizmetin geç işlemesi söz konusu değildir.
Örneğin; penisilin iğnesi yapılmadan önce penisilin testi yapılması gerekirken, yapılmaması sonucu meydana gelen ölüm olayında hizmet kusuru vardır. (AYİM.10.04.1987. Tarih ve 1987/167 sayılı karar)
Hukuka Aykırılık; idarenin hukuka aykırı bir işlem yapması, hizmet kusuru sayılabilir. Çünkü, hukuka aykırı bir işlem yapılması, idarece hizmetin kötü yürütüldüğü anlamına gelir. Hizmetin kötü yürütülmesi de hizmet kusurunun en açık kanıtıdır. Ancak, Danıştay bazı kararlarında, hukuka aykırılığın konusunun içtihada elverişli olmasından, içtihad yanlışlığından, içtihat hatasından ya da takdir hatasından kaynaklandığını kabul ederek bu gibi hukuka aykırılıkları hizmet kusuru saymamıştır. (Odyakmaz, Kaymak, Ercan 2011:371)
Kusurun Yoğunluğu; idarenin sorumluğunun olması için hizmet kusurunun belli bir yoğunlukta olmasına gerek yoktur. Yani idare, ağır bir hizmet kusuru olmasa bile verdiği zararlardan sorumludur.
2.2.Kusursuz Sorumluluk
İdarenin tutum ve davranışlarından, kusurlu olmasa da sorumlu tutulmasına ‘’kusursuz sorumluluk’’ denir.
Kusursuz sorumlulukta idarenin davranışı ile uğranılan zarar arasında nedensellik bağının kanıtlanması yeterlidir. İdarenin davranışının kusurlu olduğunun kanıtlanmasına gerek yoktur. Ayrıca, idarenin tutum ve davranışlarının hukuka aykırı olması da gerekmez. (Odyakmaz, Kaymak, Ercan 2011:371)
Kusursuz sorumluluğun bir özelliği de, hizmet kusurundakinin aksine, yönetimi suçlama gibi bir değer yargısının bulunmasıdır. (Gözübüyük,Terör Olayları ve Yönetimin Sorumluluğu,s.195)
3.Kusursuz Sorumluluğun Anayasal Çerçevesi
Kusursuz sorumluluk ilkesini daha iyi anlayabilmek için ülkelerin anayasalarına bakmak yeterli olacaktır. Bu kavramı Türkiye açısından ele alacak olursak anayasamızın 125. maddesinin yedinci fıkrasındaki ‘’idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.’’ hükmü idarenin kusursuz sorumluluk alanındaki anayasal çerçevesini göstermektedir.
Bu madde ile Anayasa, hangi durumlarda yönetimin kusuruna dayanan, hangi durumlarda kusursuz sorumluluğa gidileceğini yasama gücünün takdirine bırakmıştır. Yasama organının bu konuda bıraktığı boşluk yönetsel yargı yerlerinin içtihatları ile doldurulmaktadır. Danıştay, yönetimin sorumluluğunun kusura mı, yoksa kusursuz sorumluluğa mı dayanacağını önüne gelen olayların niteliğine göre takdir etmektedir. (Gözübüyük, Terör Olayları ve Yönetimin Sorumluluğu, s.195)
1961 Anayasasının 114. maddesinin son fıkrasında ‘’idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.’’ kuralına yer verilmişti. Bu anayasa kuralında idarenin sorumluluğu kusur şartına bağlanmadığından, idarenin kusursuz sorumluluğu 1961 Anayasası döneminde oldukça geniş bir uygulama alanı buldu. 1982 Anayasasının 125. maddesinin son fıkrasında da aynı kurala yer verilmiş bulunduğundan, idarenin kusursuz sorumluluğu 1982 Anayasasında da dayanak bulmaktadır. (Günday 2013:379)
4. İdare Hukukunda Kusursuz Sorumluluk İlkeleri
İdare hukukunda kusursuz sorumluluk başlıca iki ilkeye dayanır. Bunlar: Risk ilkesi ve Fedakarlığın Denkleştirilmesi İlkesidir. Kusursuz sorumluluğun ilke ve esasları, yargı içtihatları ile belirlenmektedir.
4.1.Risk İlkesi
Risk ilkesi, genel olarak bazı etkinliklerin, bünyesinde taşıdığı tehlikeler dolayısıyla kişilere zarar vermiş olması durumunda, bu etkinlik sahiplerinin kusurlarına bakılmaksızın, zararın giderilmesi düşüncesine dayanır. Tehlikeli etkinlik ile gerçekleşen zarar arasında nedensellik bağı yeterli olup, ayrıca kusura bakılmaz. (Odyakmaz, Kaymak, Ercan 2011:371)
Yönetimin tehlikeli bir etkinliğinin ya da kuruluşunun bulunmasından dolayı kişilere verilen özel ve olağanüstü zararlar, risk ilkesine dayanarak kusursuz sorumluluk esasına göre, yönetimce karşılanır. Yönetim kusursuz olduğunu kanıtlasa bile sorumluluktan kurtulamaz. (Gözübüyük, Terör Olayları ve Yönetimin Sorumluluğu,s.195)
Örneğin; “Dava konusu olayda ise davalı idare şehre elektrik getiren havai elektrik hattında tel ile izoIatör arasına konan bir kuşun kısa devre meydana getirmesi soncu eriyen telin koparak davacıya ait bir büyükbaş hayvanın üzerine düştüğü ve ölümüne sebep olduğu. ancak olayda idarenin herhangi bir hizmet kusuru bulunmadığı ileri sürülmektedir. Ancak davalı idareye ait söz konusu elektrik hattından koparak düşen elektrik teli davacıya ait bir büyükbaş hayvanın üzerine düşerek ölmesine sebep olmuş bu suretle davacıyı … lira zarara uğrattığı tespit edilmektedir … lira zararın Ağrı Belediye Başkanlığından alınarak davalıya verilmesine” (Danıştay Dergisi, sayı 28-29. s. 677, Danıştay 12. D. 28.4.1977 günü E. 75/1.K. 77/1201 sayılı kararı)
İdare Hukukunda Risk İlkesi aşağıdaki hallerde uygulanmaktadır:
- İdarenin Tehlikeli Faaliyetleri ve Araç-Gereçleri
- Mesleki Risk
- Sosyal Risk İlkesi
Bu yazımda daha çok Sosyal Risk ilkesine ağırlık verip, idarenin tehlikeli faaliyetleri ve araç-gereçleri ve mesleki risk ilkelerini kısaca aktaracağım.
İdarenin Tehlikeli Faaliyetleri ve Araç-Gereçleri; idarenin yürütmekte olduğu hizmetlerde niteliğe veya hizmete göre bazı faaliyetlerin tehlikeli olması ve bu hizmetleri yaparken kullandığı araç ve gereçlerden dolayı belli bir tehlikeye sahip olmasını anlatır.
İdari etkinliklerin ve malların bir kısmı, nitelikçe riskli ya da tehlikeli olmasına rağmen, kamu yararının sağlanmasında kullanımı zorunlu araçlardır. Örneğin, idare çeşitli silahlar, gemiler, uçaklar kullanmak, cephanelikler ve mayınlı yerler bulundurmak durumundadır. Buna göre, tehlike yaratma olasılığı fazla ve teknik yönden karmaşık olan, dolayısıyla her zaman nedeni saptanamayacak olan zararlara yol açabilecek idari etkinlik ya da araç-gereçler zarara yol açar ise, bu zararın, kusur koşulu aranmaksızın idarece tazmini gerekir.
Örneğin; bir operasyon görevine giderken teröristlerce yola döşenen patlayıcı maddenin telsiz kumandalı olarak infilakı sonucu hasar gören askeri araçta bulunan davacının uğradığı zararın kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca idarece tazmini gerekir (AYİM.2.D:27.02.2002,E.2001/426,K.2002/153)
Mesleki Risk; kamu hizmetinde çalışan bir kamu görevlisinin görevi nedeniyle veya görevi sırasında zarara uğraması durumudur. Bu zarar kamu hizmetinin kaçınılmaz bir tehlikesi olarak görüldüğü için ortaya çıkan zararı kusuru olmasa bile idare tazmin etmek zorundadır.
Kolluk görevlilerinin mesleki risk nedeniyle uğradıkları zararların idarece tazmin edilmesi yasal bir düzenleme ile öngörülmüştür. 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun, mesleki risk nedeniyle kolluk personelinin uğrayacakları zararların, bu zararların meydana gelmesinde herhangi bir kusuru olmamasına rağmen, İdarece tazmin edilmesini öngörmektedir.(Günday 2013:381)
Kolluk personeli dışında öteki kamu görevlilerinin yürüttükleri hizmet nedeniyle bir zarara uğramaları halinde, yargı içtihatları bu zararın İdarece tazmin edilmesini öngörmektedir. Genellikle yürüttükleri hizmet nedeniyle bir zarara uğrayanlara ya da mirasçılarına emekli, dul ve yetim aylığı gibi bazı sosyal haklar tanınmıştır.( Günday 2013:381)
Örneğin;içinde bulunduğu askeri aracın teröristlerce döşenen mayına temas etmesi sonucu sakatlanan erin uğradığı zararın davalı idarece üstlenilmesi kusursuz sorumluluk ilkesinin tabii bir gereğidir. (AYİM.2.D.:20.06.1996,E.1995/965,K.1996/563)
4.1.Sosyal Risk İlkesi(Terör)
Kamu düzenini bozmaya hatta anayasal düzeni yıkmaya yönelik anarşi ve terör olayları sonucu ortaya çıkan zararlardan idarenin kusursuz olarak sorumlu tutulmasıdır.
Sosyal risk ilkesinin en önemli özelliği, zarar ile idarenin eylemi arasında nedensellik bağının bulunmasının gerekmemesidir. Zarar ile nedensellik bağının bulunmadığı tek kusursuzluk durumu sosyal risk durumudur. (Odyakmaz, Kaymak, Ercan 2011:373)
Ülkemizde gerek kamu görevlilerinin gerekse sivil vatandaşların terör olayları veya anarşi yüzünden uğradığı zararlar bu kapsama girmektedir. Özellikle ülkemizin güneydoğusunda son yıllarda artan terör olayları o bölgede bulunan görevlileri ve sivil vatandaşları olumsuz etkilemektedir. Zarara uğrayan, o bölgenin yerli halkından herhangi bir sivil vatandaş olduğu gibi, o bölgede görev yapan herhangi bir kamu görevlisi de olabilir. İdare bu zararları tazmin etmekle yükümlüdür.
Örneğin; öğretmen olarak çalışmaktayken kendi kusur ve eylemleriyle değil, sadece toplumun bireyi olmak nedeniyle görev yaparken şehit olan öğretmenin yakınlarına;terörü önleme hükmüne karşın önlemeyen devlet, sosyal risk ilkesi uyarınca tazminat ödemekle yükümlüdür. (Danıştay 10.D.,09.10.1995,E.1994/1682,K.1995/4256)
Günümüzde sosyal risk kavramının Danıştay kararında ele alınış biçimi ve içeriği tamamıyla aşılmış arkaik bir nitelikli kalmıştır. Risk kavramının sosyalleşmesi artık sadece asayiş olaylarını değil, bulaşıcı hastalıklar, bunların tedavisinde ortaya çıkan büyük yanlışlıklar, depremlerin ortaya koyduğu yapı sorunları, hastalıklı kan verilmesi, çevre sorunlarının genel zararlı etkisi vs. gibi birçok konunun sosyal risk kavramı içinde ele alınmasını gerektirmektedir. (Yaşar,İdarenin Sorumluluğu Üzerine Düşünceler,s.218)
4.2.Fedakarlığın Denkleştirilmesi İlkesi
Fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi, idarenin hiçbir kusuru, tehlikeli bir etkinliği veya araç kullanması söz konusu olmasa bile bir idari faaliyetten bazı kişilerin, diğerlerine göre özel ve olağandışı bir zarara uğramış olması durumunda, bu zararın tazmin edilmesidir. (Odyakmaz, Kaymak, Ercan 2011:374)
İdare toplumsal bir ihtiyacı gerçekleştirmek için bir faaliyette bulunur. İdarenin bu faaliyetinden tüm toplum yararlanacaktır. Ancak tüm toplumun yararlanacak olduğu bu faaliyet belirli kişi ya da kişileri zarara sokmuş ve onları kamu adına fedakarlığa katlanmak zorunda bırakmıştır. Bu şekilde kamunun vermiş olduğu zarar sonucu fedakarlık yapanların dağılımdaki dengenin denkleştirme yolu ile yeniden kurulması gerekir. Bu denkleştirme ise zarara uğrayan kişi veya kişilerin idare tarafından tazminlerinin verilmesiyle gerçekleşir.
Fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi, kusursuz sorumluluğun genel esası olarak kabul edilir. Zira bir olayda idarenin kusuru söz konusu değilse, tehlikeli bir etkinlik veya araç da kullanılmıyorsa, idarenin sorumluluğuna gidebilmenin yolu ancak fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesini uygulamakla mümkün olur. (Odyakmaz, Kaymak, Ercan 2011:374)
Fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesinin en belirgin uygulama alanı kamulaştırmadır. Gerçekten kamulaştırma, idarenin kamu yararı gerektirdiği hallerde karşılığını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan bir taşınmazın tamamına veya bir kısmına el atmasıdır. Dolayısıyla, kamu yararına olarak yapılan kamulaştırma nedeniyle belli bir kişi, taşınmazına idarece el atılmasına katlanmak zorunda kalmaktadır ki, bu kişinin özel olarak katlandığı bu fedakarlık taşınmazın bedelinin kendisine ödenmesi ile denkleştirilmiş olmaktadır. (Günday 2013:383)
Örneğin; yol yapımında kullanılan taş ve kum ocağından çevreye yayılan tozlar nedeniyle zarar gören pamuk ürününe karşılık idarece tazminat ödenmesi gerekir. (Alıntılayan Odyakmaz,Kaymak,Ercan 2011:s.374) (Aktaran Yaman 2003:ss.54)
5.İdarenin Kusursuz Sorumluluğunu Ortadan Kaldıran Ve Azaltan Sebepler
İdare hukukunda idari davranış ile idarenin neden olduğu zarar arasında nedensellik bağı vardır. Bazı durumlarda bu nedensellik ilişkisi, araya başka bir olay girmesi sonucu zayıflar ya da ortadan kalkar. Bu durum, İdarenin sorumluluğunun tamamen ortadan kalkmasına veya azalmasına yol açar. İdarenin sorumluluğunu tamamen ortadan kaldıran veya azaltan sebepler şunlardır:
5.1.Mücbir Sebepler
Zorlayıcı nedenler olarak ta adlandırılan mücbir sebepler, idarenin iradesi dışında oluşan, daha önceden öngörülmesi ve her türlü tedbir alınmasına rağmen önlenmesi mümkün olmayan ve herhangi bir kamu hizmetinin yürütülmesine engel olan olaylardır.
Zorlayıcı nedenlerin bulunması durumunda, idari tutum ya da davranış ile zarar arasında nedensellik bağı kurulamaz. Bu nedenle de idarenin kusurlu ya da kusursuz sorumluluğuna hükmedilemez. (Gözübüyük 2003:723) İdarenin tutum ve davranışları sonucunda, mücbir sebeplerin doğurduğu zararda bir artış olursa idare bu zarardan sorumludur.
Mücbir sebeplere örnek olarak;deprem, sel, yıldırım düşmesi gibi sebeplerle idarenin faaliyetlerini sağlıklı bir şekilde yürütememesi gösterilebilir.
5.2. Beklenmeyen Hal
Beklenmeyen haller de, mücbir sebepler gibi idarenin iradesi dışında oluşan ve önlenmesi mümkün olmayan olaylardır. Ancak mücbir sebepler idari davranışın dışında olurken, beklenmeyen haller idari davranışın içinde olur.
Beklenmeyen haller idarenin kusurunu ortadan kaldırır. Bu nedenle, kusura dayalı sorumluluk söz konusu olduğunda, beklenmeyen halin meydana gelmesi İdarenin sorumluluğunu ortadan kaldırır. Ancak beklenmeyen halin ortaya çıkması, koşulları varsa, İdarenin kusursuz sorumluluğunu etkilemez.(Günday 2013:386)
Beklenmeyen hale örnek olarak; idareye ait bir taşıtın idari faaliyette bulunurken lastiğinin patlaması gösterilebilir.
5.3.Zarar Görenin Kusuru
İdarenin faaliyeti sonucu oluşan zarar, zarar gören kişinin kendi kusuru ile meydana gelmişse, İdarenin hem kusurlu hem de kusursuz sorumluluğu ortadan kalkar. Ancak zarar, zarar gören kişinin kusurlu davranışı sonucu artmış ise, İdare kısmen sorumlu olur.
Zarar gören kişiler, zarara uğradığı sırada hukuka aykırı bir konumda ise zararlarının tazminini isteyemezler. Söz gelimi, kamu malını işgal etmiş kişilerin işgallerine son vermek amacıyla idarece alınan tedbirlerden kaynaklanan zararlarının idarece tazminini istemem hakları yoktur.(Odyakmaz,Kaymak,Ercan 2011:378)
5.4. Üçüncü Kişinin Kusuru
Zarar, üçüncü kişinin kusuru ile meydana gelmişse, İdarenin kusurlu ya da kusursuz sorumluluğu söz konusu değildir.
Üçüncü kişinin davranışı yalnızca zararın artmasına neden olmuş ise, idarenin sorumluluğu üçüncü kişinin kusuru oranında azalır. Ancak üçüncü kişinin kusuru, idarenin kusursuz sorumluluğunu ortadan kaldırmaz (Günday 2013:38)
6.SONUÇ
İdare önceleri sadece kusurlu olduğunda kişiye verdiği zararları karşılamayı uygun bulmuşsa da; teknolojinin ilerlemesi ve idarenin sosyal hayatta daha aktif bir rol oynamaya başlaması idarenin sadece kusurlu iken sorumlu tutulabilmesini yetersiz kılmıştır. Nitekim 1961 yılından beri Anayasa’ya devletin sosyal bir hukuk devleti olduğu eklenmiştir. Anayasaya sadece sosyal devlet ibaresini koymakla sosyal devlet olunmaz; sosyal devletin bir gereği olarak da idare kusurlu olmasa dahi sorumlu tutulabilmelidir. Böylece bir araç kullanan, bir kamu hizmeti gören kısacası toplum için çalışan idare topluma yarar sağlamak düşüncesiyle hareket ederken kusurlu olmasa bile toplumdaki kişi ya da kişilere zarar verdiğinde kişiden buna katlanması beklenmeyecek ve idare oluşan zararları karşılayacaktır.
Anayasamızda ya da kanunlarımızda kusursuz sorumluluk halleri tek tek sayılmış değildir. Bu boşluk dünyadaki gelişmelere paralel olarak geç de olsa içtihatlarla doldurulmaktadır. İşte bu noktada özel hukuktaki kusursuz sorumluluk anlayışı birbirinden ayrılır çünkü özel hukukta kusursuz sorumluluk halleri tek tek sayılmışken idari hakime geniş bir takdir alanı bırakılmıştır. Bu, sosyal devlet anlayışına paralel olarak atılmış yeni bir adımdır. Böylece bir araç kullanan, bir kamu hizmeti gören kısacası toplum için çalışan idare topluma yarar sağlamak düşüncesiyle hareket ederken kusurlu olmasa bile toplumdaki kişi ya da kişilere zarar verdiğinde kişiden buna katlanması beklenmeyecek ve idare oluşan zararları karşılayacaktır.
Kusursuz sorumluluk ilkelerini iki başlık altında topladık. Bunlar; risk ilkesi ve fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesidir.
Risk ilkesi; idarenin hiçbir kusuru olmasa bile, yürüttüğü tehlikeli faaliyetler veya kullandığı tehlikeli araçlar nedeniyle ortaya çıkan zararı tazmin etmekle yükümlü olmasıdır. Fedakarlığın Denkleştirilmesi İlkesi ise, nimetlerinden tüm toplum tarafından yararlanılan idarenin eylem ve işlemlerinden doğan fedakarlıkların sadece belli kişi veya kişilerin üstünde kalması durumunda, bu kişi veya kişilerin uğradığı zararların, idare tarafından, idarenin bir kusuru olmasa bile, tazmin etmekle yükümlü tutulmasıdır. Bu iki kavramı birbirinden ayıran en önemli fark risk ilkesinde ortaya çıkan durum beklenilmeyen bir durumken fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesinde ortaya çıkan durum ise işin doğal sonucu olan, beklenilen bir durumdur. Her iki kavramın ortak özelliğini belirtecek olursak; her ikisi de taraflar ileri sürmese de re’sen dikkate alınır.
Hem Risk ilkesi gereği hem de fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi gereği her durumda illiyet bağı aranırken ‘’sosyal risk’’ olarak adlandırılan anarşi ve terör olaylarında illiyet bağı aramaya gerek yoktur. Yani ortada terör olayları veya anarşiden kaynaklanan bir zarar varsa idare bunu karşılamakla yükümlüdür. Yani idarenin kusursuz sorumluluğu anlayışında illiyet bağının aranmadığı tek sorumluluk türü risk ilkesi başlığı altında ele alınan sosyal risk yani terör olaylarıdır.
Sonuç olarak; idarenin kusursuz sorumluluğu idareye verilen yetkiler karşısında vazgeçilmezdir. İdare topluma hizmet ederken o toplumdaki bireylerin çıkarlarını ve haklarını korumak zorundadır. Ancak tüm bunlar olurken idarenin asıl sorumluluk esasını oluşturan kusur sorumluluğu unutulmamalıdır. Karar verilirken kusursuz sorumluluğun tamamlayıcı niteliğine uygun davranılmalıdır.
KAYNAKÇA
AG Hukuk Bürosu, ‘’www.aghukuk.org’’/makale-detay.php?id96 (08.12.2017)
DİNÇER Güner,Danıştay Kararları,Ankara 1969.
GÖZÜBÜYÜK Şeref,’’Terör Olayları ve Yönetimin Sorumluluğu’’,Ankara Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi Dergisi, S:3-4,1995,s.193-199
GÜNDAY Metin,İdare Hukuku,İmaj Yayınevi,10.Baskı,Ankara 2013
ODYAKMAZ Zehra, KAYMAK Ümit ve ERCAN İsmail, Anayasa Hukuku-İdare Hukuku, 12 Levha Yayınevi,14.Baskı,İstanbul 2011
Tarih,Kültür ve Sanat Araştırma Dergisi (Ed.Arzu Dilaveroğlu), (10.12.2017), ‘’kutaksam.karabuk.edu.tr/indo.php/ilk/article/view/1008
TEZCAN Durmuş, KUTLU Meltem, SANCAKTAR Oğuz ve ÖĞÜTÇÜ Muhlis, İdare Hukuku Pratik El Çalışma Kitabı, DEÜHFY, İzmir 2001
Türk Hukuk Sitesi, ‘’www.turkhukuksitesi.com/makale_744.htm (07.12.2017)