TR

Demokratikleşme, Demokratik Devlet ve Sivil Toplum İlişkisi

GİRİŞ

 Demokratikleşme süreçleri ve demokratik devletler düşünüldüğünde ülkeden ülkeye değişiklikler gösteren, aynı anda birden çok faktöre bağlı siyasal, toplumsal ve ekonomik  ilişkiler yumağı karşımıza çıkar. Bir devletin sağlam bir demokrasi geleneğine sahip olup olmadığı konusunda belli başlı bir takım kriterler göz önünde bulundurularak bir sonuca varılabilir.

Modern demokratik bir devlet ve toplum yapısı öncelikle çoğulculuk esasına dayanır. Çoğulcu prensipte bir demokraside çoğunluğun iradesi azınlık haklarıyla kısıtlanır. Çalışmamın konusunu oluşturan demokratik devlet her şeyden önce bir hukuk devletidir. Hukuk devleti ilkesi ise siyasal iktidarın her türlü iş ve işlemlerinde hukuku referans almasını ifade eder ve hukuk devletinde devlet ve organları yasalarla bağlı olup her biri yaptırıma tabiidir.

Yine modern demokratik devletin dayandığı temeller arasında ( aşağıda ayrıntılı olarak incelenecektir) cumhuriyetçi gelenek, siyasal temsil, kuvvetler ayrılığı, liberalizm ve laiklik ilkeleri sayılabilir.

Bunların yanında demokratik bir devletten insan haklarına dayanan ve insan haklarına saygılı bir devleti anlamak gerekir. Tarihsel deneyimler göstermiştir ki demokratik düzenlerle insan hakları arasında sıkı bir bağ vardır ve ne yazık ki en büyük insan hakkı ihlalleri anti- demokratik devletler tarafından gerçekleştirilmiştir. İnsan haklarına saygının gözetilmediği devletler nezdinde gerçek ve tüzel kişiler açısından hukuki güvenlik hakkından dolayısıyla bir hukuk devletinden bahsedilemez.

Yine gerçek anlamda bir demokratik düzende demokratik bir sivil toplumun varlığı söz konusudur. Uzlaşmacı, hoşgörülü, pazarlığa açık, katılımcı bir siyasal kültürün varlığı demokratik bir  sivil toplumun varlığı için de vazgeçilmedir. Yani esasen demokratik devlet, toplum ve sivil toplum birbirini besleyen, karşılıklı etkileşimin kaçınılmaz olduğu bir ilişkiyi ifade eder.

İşbu çalışmada  öncelikle demokratik devlet kavramı demokrasi anlayış ve teorileri çerçevesinde değerlendirilecek akabinde sivil toplum kavramı tarihçe ve kavramsal bütünlüğüyle ele alınacak, son olarak demokratikleşme hareketleri- demokratik devlet ve sivil toplum ilişkisi incelenecektir.

I. DEMOKRATİK DEVLET KAVRAMI

 Demokratik devlet kavramını incelemeye başlamadan önce ‘’demokrasi’’ kavramına ilişkin birtakım açıklamalar da bulunmanın gerekliliği aşikardır. Çalışmamda demokrasi kavramı öncelikle kısaca demokrasi teorileri açısından incelenecek daha sonra çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasi anlayışları çerçevesinde ele alınacaktır.

A.  Demokrasi Teorileri: Normatif ve Ampirik Demokrasi Teorisi

Demokrasi hemen her kitapta rastladığımız etimolojik tanımıyla, eski Yunancada halk anlamına gelen demos ve yönetmek anlamına gelen kratos sözlüklerinden oluşmuş demokratia, yani halkın yönetimi anlamında kullanılmıştır.[1] Bununla birlikte demokrasi kavramı iki değişik anlamda tanımlanmakta ve buna paralel olarak da iki farklı demokrasi teorisinden bahsedilmektedir: Normatif ve ampirik demokrasi teorisi.[2]

 

  1. Normatif Demokrasi Teorisi

 Normatif demokrasi  teorisi, demokrasiyi sözlük anlamından hareketle tanımlar. Bu anlamda demokrasi, Abraham Lincoln’ün meşhur ifadesiyle ‘’halkın, halk tarafından halk için yönetimi’’ olarak tanımlanabilir. [3] Normatif anlamda demokrasi, bir ideali, bir olması gerekeni yansıtır. Bu anlamda bir rejimin demokratik olabilmesi için, halkın bütününün arzularına tam olarak uyması gerekir.[4] Normatif anlamda demokrasi, demokratik rejimlerin ulaşmayı düşledikleri bir idealden başka bir şey olmamakla beraber bu ideal reddedilemez ancak demokrasilerin bu idealle tanımlanması da doğru olmaz. Zira bu durumda yeryüzünde demokratik rejim kalmaz.[5]

  1. Ampirik Demokrasi Teorisi

 Ampirik demokrasi teorisi ise, ideal anlamda demokrasiyi değil, ‘’bu ideale kabataslak yaklaşan gerçek demokrasileri esas alır ve demokrasinin tanımı konusunda olması gerekene değil olana bakar.[6] Robert Dahl bu tür rejimlere onları ideal demokrasilerden ayırt etmek için ‘’poliarşi’’ ismini vermektedir.[7] İşte nispeten çokça bir yurttaş grubunun uzun bir zaman boyunca arzularına cevap verebilen rejimlerin ortak özellikleri olarak şu altı özellik ortaya konabilir: [8]

-Etkin siyasal makamlar seçimle belirlenmektedir.

-Seçimler düzenli aralıklar ile tekrarlanmaktadır.

-Seçimler serbesttir.

-Birden çok siyasal parti vardır.

-Muhalefetin iktidar olma şansı mevcuttur.

-Temel kamu hakları tanınmış ve güvence altına alınmıştır.

Görüldüğü üzere gerçekçi bir demokrasi anlayışına dayanan bu yaklaşımda şüphesiz ki yukarıda sayılan şartlar yalnızca bir standartize yaratmakta, geniş demokratik yönetimin olmazsa olmazlarını ifade etmektedir.

B. Demokrasi Anlayışları: Çoğunlukçu ve Çoğulcu Demokrasi Anlayışı

  1. Çoğunlukçu Demokrasi Anlayışı

 Çoğunlukçu demokrasi anlayışı ise çoğunluk prensibine dayanır. Çoğunluk prensibi şu iki önerme ile özetlenebilir: Devlet, halkın çoğunluğunun iradesine göre yönetilmelidir ve çoğunluğun kararı her şeyin üstündedir.[9]

Demokrasinin özü ve yapısı gereği çoğunluğun yönetimine dayandığı inkar edilemez bir gerçektir.  Elbette çoğunluğun yönetme hakkının bulunmadığı bir demokrasi düşünülemez. Burada üzerinde durulması gereken husus söz konusu  ‘’çoğunluğun’’ yönetim hakkının ne derece mutlak olduğudur. Çoğunlukçu demokrasi anlayışı, çoğunluğun iradesini sınırlayacak mekanizmalar içermeyen, azınlık haklarının güvencelerinin bulunmadığı bir sistemdir. Genel olarak demokrasi karşıtı bir sistem olarak nitelendirilmese de liberal demokrasinin temel ilkelerine aykırı düşen çoğunluğun despotizmine açık kapı bırakan bir yönetim söz konusudur.[10] Bu anlayışa göre çoğunluğu yönetme hakkı mutlaktır; bu hak sınırlandırılmamalı ve çoğunluğun hakları ile azınlığın hakları arasında denge olmamalıdır.[11]

Çoğunlukçu demokrasi anlayışının köklerine bakılacak olursa karşımıza Rousseau’nun genel irade görüşü çıkmaktadır. Rousseau’ya göre çoğunluğun iradesi ‘’genel irade’’dir ve bu irade mutlak, sınırsız, devredilemez, temsil edilemez ve bölünemez bir iradedir.[12] Bu anlayışa sahip  yazarlara göre demokrasilerde çoğunluğun kararlarını sınırlandırıcı, ılımlaştırıcı bazı araçlar (azınlık hakları, kuvvetler ayrılığı, çift meclis sistemi, kanunların yargısal denetimi vs.) demokrasi fikriyle bağdaşmaz.[13]

Yukarıda incelenen yönleriyle çoğunlukçu demokrasi anlayışına bir takım haklı eleştiriler yöneltilmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki karar alma süreçlerinde bu denli keskin ve mutlak hatlar demokrasinin ruhuyla kesinlikle bağdaşmamaktadır. Çoğunluğun iradesinin yanılmaz ve daima kamu yararını amaçladığı inancı mistik bir inanış olmaktan öteye gidememektedir. Kanımca toplumsal ve yönetimsel anlamda  demokrasinin özü esas itibariyle bir takım denge ve ılımlılaştırıcı araçlara dayanmaktadır. Bu anlamda otoriter yönetimlere açık kapı bırakan bu anlayış günümüz demokratik yönetim anlayışlarıyla uyuşmamaktadır.

  1. Çoğulcu Demokrasi Anlayışı

 Bu demokrasi anlayışında toplumun çoğunluk tarafından yönetileceği reddedilmemekle birlikte çoğunluğun yönetimi ile azınlıkta kalanların hakları arasında bir denge kurulmasını gerektiğini savunur zira bu anlayışta çoğunluğun yönetim hakkı mutlak değildir. Bu anlayışa göre kamunun iyiliği, yönetim hakkı ancak toplum içinde yapılan özgür tartışma ve pazarlıklar neticesinde doğar ve doğru kararlar ancak fikirlerin serbest yarışımının sonucudur.[14] Bu nedenle, bir demokraside çoğunluğun iradesini sınırlandırıcı tedbirler ve kurumlara ihtiyaç vardır.[15]

Ergun Özbudun’un belirttiği gibi,

‘’toplum iradesinin gerçek anlamda ortaya çıkabilmesi için, çeşitli görüşlerin özgür biçimde ifade edilebilmesi ve tartışılması gerekir. Ancak kamuoyunun böyle serbestçe oluşabildiği bir toplumda çoğunluk iradesi özgür olarak belirebilir. Bu da azınlıkların haklarının korunmasını gerekli kılar. Aksi halde belirli bir anda ki çoğunluğun görüşü her zaman için topluma hakim kılınmış, bugün ki azınlığın çoğunluk haline gelmesi olanağı ortadan kaldırılmış olur.’’

Bu anlayış her düşüncenin toplumda özgürce ifade edilebildiği; dernekler, sendikalar, özel kitle iletişim araçları gibi sivil toplum kuruluşlarının birer baskı grubu olarak ülke yönetimi etkileyebildikleri bir düzeni ifade ediyor. Hiç şüphesiz ki çoğulcu demokrasi anlayışının sağlayıcısı niteliğinde ileri sürebileceğimiz bir hak olarak ifade hürriyeti burada önem arz etmektedir. Zira ifade özgürlüğü gerek bireysel gerek kolektif  olarak kullanıldığı haliyle toplumda her türlü farklılığı besleyen, toprağa yeni tohumlar atılmasını sağlayan ve devamlı yeni filizler veren sert çekirdekli bir niteliğe haizdir. İfade hürriyetinin her halinin özgürce kullanılamadığı bir toplumda çoğulcu demokrasi anlayışından bahsetmek mümkün değildir. Aynı toplumda fikirlerin serbest yarışımından söz etmekte mümkün değildir. Zira bilgi edinemeyen, kendisine sunulan alternatif politikaları özgürce tartışamayan seçmenler çoğulcu anlayışı da hayata geçiremezler. İşbu sebeplerle çoğulcu demokrasi anlayışı günümüzde kabul görmüş anlayıştır diyebiliriz.  [16]

C. Demokratik Devlet Kavramı

 Öncelikle devlet teriminin biri geniş, öteki de sınırlı iki anlamı vardır denilebilir. Geniş anlamda devlet, milli bir topluluk olup, tarihi, geçmişi ve belli bir birliği ile özgünleşir; bu birlik, özellikle farklı dillerin, dinlerin ve etnik grupların bir arada bulunduğu topluluklarda doğal olmaktan çok insanların istek ve gayretleri sonucu oluşur.[17]  Sınırlı anlamda devlet terimi ise bu topluluğun çeşitli zorlama araçları ile yegane yönetim aygıtını ifade etmektedir.[18]

Duguit’ e göre devlet, yöneten ve yönetilenlerin farklılaşmasının bir sonucudur. 19. Yüzyıl Alman hukukçularından Jellinek ise hukukun temeli ile devletin temeli probleminin aynı olduğuna dikkat çeker. Fransız Malberg ise devletin varlığını bir anayasaya sahip olmakla açıklar.

En nihayetinde devlet – ki kastettiğimiz demokratik bir devlettir- herkesindir ve kolektif ihtiyaç ve çıkarların tatmini için örgütlenmiş olup, kendisine de kolektif itaati sağlar.[19] Teknik olarak düşünüldüğünde ise devletin birtakım varlık koşulları mevcuttur. Bunlar ülke, insan topluluğu ve hukuki- siyasi teşkilattır.  Bu koşullardan yola çıkılacak olursa devlet; belirli bir insan topluluğunun, belirli bir toprak parçası üzerinde egemen olmasıyla oluşan, hukuki kişiliğe sahip devamlı bir teşkilattır.[20]

Devlet biçimlerine yönelik bir ayrımsamaya  girişecek  olur isek Duguit’ in cumhuriyet ve monarşiyi birbirinden ayırmak için kullandığı kriter dikkati çeker. Bu kriter devlet başkanının göreve geliş usulüdür. Duguit’e göre bir devlette devlet başkanlığı görevi veraset  yoluyla intikal ediyorsa o devlet bir monarşidir.  Bu anlayışa göre monarşi olmayan her devlet ise cumhuriyettir. Anayasa hukuku doktrininde  ise cumhuriyet kavramının hukuki tanımı üzerinde bir görüş birliği yoktur. Bir kısım yazarlar cumhuriyet kavramını monarşinin karşıtı olarak dar bir anlamda diğer bir kısım yazarlar ise  cumhuriyeti demokrasiyle özdeş olarak geniş anlamda tanımlamaktadırlar.

Geniş anlamda cumhuriyet demokratik düzenin temel prensiplerini içine alan geniş bir kavram olarak görülmektedir. Örneğin Maurice Agulhon, cumhuriyetten ‘’kralsız ve diktatörsüz bir sistem’’ i, bir ‘’hukuk devletini’’ bir ‘’liberal demokrasi’’yi anlamaktadır. Açıklamaya çalıştığım bu geniş tanımıyla cumhuriyet adeta demokrasi ile özdeşleşmekte ve demokrasinin eş anlamlısı olarak kabul görmektedir.

 Bugüne gelindiğinde ise  aşağıda ele alacağım yönleriyle modern demokrasiyi ve  ‘’demokratik devlet’’ i biçimlendiren etkenleri[21] inceleyeceğim. Bu etkenlerin başında ‘’cumhuriyetçi gelenek’’ gelmektedir. Kökeni bakımından cumhuriyet; iktidarın toplum içinde tek bir öğenin elinde yoğunlaşmasını önlemek ve farklı çıkarları dengelemek amacını taşımaktadır.  Bu cumhuriyetçi gelenek çoğunluk, azınlık ve tek kişi yönetiminin sakıncalarını gidermeyi amaçlayan bir düşüncenin ürünüdür denilebilir. [22]

Yine demokratik bir devlet yapısını besleyen diğer önemli  bir etken ise ‘’kuvvetler ayrılığı’’ ilkesidir. Montesquieu’ ye göre özgürlükçü bir düzen yalnızca ılımlı rejimlerde kurulabilecekken bir rejimin ılımlı olmasının koşulu ise  iktidarın kötüye kullanılmamasıdır. Tarihsel deneyim  göstermiştir ki kendisine yetki verilen herkes bir sınırla karşılaşıncaya kadar yetkisini kötüye kullanma eğiliminde olmuştur. Bu doğrultuda siyasal sistem öyle bir şekilde kurulmalıdır ki her erk farklı bir organa hasredilmeli ve şayet herhangi bir organ yetkisini aştığında veya böyle bir eğilim gösterdiğinde diğer bir organ veya organlar tarafından durdurulabilmelidir. Böylelikle de siyasal iktidar karşısında bir denge ve fren mekanizması oluşturulmuş olacaktır.

Modern demokratik devletin diğer bir dayanağı ise ‘’siyasal temsil’ dir. Günümüz ulus devletleri ve demografik özellikleri düşünüldüğünde demokrasinin uygulanabilmesi bakımından temsil kurumu kaçınılmazdır. Söz konusu temsilin tamamlayıcıları  ise eşit ve genel oy ilkeleridir.

Modern demokrasiyi ve demokratik düzeni biçimlendiren diğer bir önemli etken ‘’liberalizim’’ dir.  Devlet iktidarını sınırlayan güçlü bir teori olması nedeniyle ve de incelememin sivil toplum yönüyle bağı açısından liberalizmi derinlemesine incelemeyi gerekli bulmaktayım. 

Liberalizm bireyci bir ideoloji olup bireyi kendi başına bir değer olarak kabul eder.[23] Bu bireyciliğin derli toplu bir siyasi ideoloji olarak ortaya çıkışı 17. Ve 18. Yüzyıllarda gerçekleşmiştir.  Toplumu ve devleti bireyden ve bireyin iradesinden hareketle açıklayan liberal ideolojinin bireyci niteliği 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde bütün açıklığıyla görülebilir. Bildirge siyasal anlamda bireyciliği ve bireyi devletin kaynağı ve amacı olarak görmektir. Liberal düşünceye göre toplum ve devlet bireyler tarafından kurulmuş yapay varlıklardır; kuruluş amaçları ise bireylerin hak ve çıkarlarını korumaktır.  Bu anlayışta devletin kuruluşu liberal düşünürlerin savunduğu doğa durumu ve toplum sözleşmesi varsayımları temel alınarak açıklanır. Bildirge’nin 2. Maddesinde, ‘’her siyasal birleşmenin amacı doğal insan haklarının korunmasıdır’’ denilerek, devletin kendine özgü bir amacının olamayacağı, tek varlık nedeninin bireyin mutluluğunu sağlamak olduğu güçlü bir biçimde vurgulanmıştır. Yine bu anlayışın amacı devletin gece bekçisi rolüyle bireylerin özgürce hareket edebileceği özel alanları güvence altına almaktır. Anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere liberal anlayışın temel değeri özgürlüktür. Her ne kadar liberal anlayışın temel değeri özgürlük ve siyasal iktidar tarafından dokunulmaz bir alan yaratmak ise de günümüz demokrasilerinde söz konusu anlayışın demokratik devletlerin olmazsa olmazı eşitlik ilkesiyle de harmanlanması ile sosyal adaleti de destekleyen sosyal devlet anlayışının hakimiyeti tartışılmazdır.

Modern demokrasiler liberalizmin siyasal iktidarı sınırlamak için ortaya koyduğu temel felsefeyi ve bu felsefeyi hayata geçirecek birçok ilke ve kurumu benimsemiştir.[24] Bunlar arasında anayasanın üstünlüğü ilkesi, kuvvetler ayrılığı ilkesi, hukuk devleti ilkesi, dokunulmaz haklar anlayışı, yargının bağımsızlığı, idarenin yasallığı sayılabilir. Söz konusu ilke ve kurumlar demokratik devlet düzeninin olmazsa olmazlarıdır denilebilir.

En nihayetine gelindiğinde ise modern demokrasileri biçimlendiren olgular arasında ‘’laiklik ilkesi’’ karşımıza çıkar. Devlet iktidarının dayanağının dinsel inançlar olmadığı anlayışı ile iktidarın meşruiyet kaynağı değişmiş dini konular devletin faaliyet alanı dışına çıkartılmıştır.

Yukarıda ifade edilen hususlar ile  demokratik devletlerin yönetim anlayış ve ilkelerini açıklarken ulus devlet ölçeğinde demokrasinin uygulanabilmesini sağlayan mekanizmaları da görmüş bulunuyoruz.

Tüm bunların yanında kanımca incelememin  elzem bir parçası olarak  demokrasi ile aralarında güçlü bir bağın varlığının inkar edilemediği insan hakları kavramına değinmekte yarar görüyorum.

Öncelikle belirtmek gerekir ki tarihsel deneyim, insan hakları alanında en yüksek standartların demokratik devletlerce oluşturulduğunu ve dünya tarihinde en vahim insan hakları ihlallerinin ise anti-demokratik devletlerce hayata geçirildiğini apaçık göstermiştir. Bunun yanında çoğu kişi insan hakları ve demokrasi kavramlarını neredeyse eş anlamlı olarak görme ve kullanma eğilimindedir.[25] Elbette  bu iki kavram yakın anlamlıdır fakat eş anlamlı da değildir. Zira demokrasi iktidarın kaynağına işaret ederken insan hakları iktidarın sınırını belirler.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin başlangıç kısmında da Sözleşme’ de  düzenlenen hak ve özgürlüklerin ancak gerçekten demokratik rejimlerde gerçekleştirilebileceği açıkça belirtilmiştir.

Demokratik rejimin niteliği ve işleyişi ile doğrudan ilgili bazı siyasi hak ve özgürlükler mevcut olup bunlar öncelikle ifade özgürlüğü, siyasal örgütlenme özgürlüğü ve toplantı gösteri yürüyüşü özgürlüğüdür. Ancak söz konusu hakların genel halini yansıtması ve de izaha uğraştığım konuyla sıkı ilişkisi bakımından ayrıca da kanımca  demokratik düzenin alamet-i farikası olarak nitelendirdiğim ‘’ ifade özgürlüğü’’ hakkından  kısaca bahsetmekte fayda görüyorum.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki birinci kuşak haklardan olan ifade özgürlüğü felsefi ve siyasal fonksiyonu bakımından insan hakları listesi içinde özel bir yere sahiptir.[26]  Düşünceyi açıklama özgürlüğü , bireyin, bir yandan kendisini entelektüel ve iletişimsel açıdan geliştirmesini sağlarken aynı zamanda onun toplumun demokratik biçimlendirilmesinde rol alabilmesine hizmet eder.[27] Bir rejimin demokratik niteliğini belirleyen temel unsurlardan biri vatandaşların düşüncelerini açıklamak ve bunları tartışmak suretiyle yönetimi etkilemek imkanına sahip olmalarıdır. Katılımcı demokrasinin ise vatandaşların siyasi hayata etkin bir şekilde katılımını gerektirdiği de tartışılmaz bir gerçektir. Bunu sağlayan özgürlük ve çoğulculuğun ön koşulu ise ifade özgürlüğü diyebiliriz. İfade özgürlüğünün bu özel konumunu şu 3 özelliğe vurgu yaparak açıklayabiliriz.[28]

  • İfade özgürlüğü gerçeğin araştırılması bakımından vazgeçilmez bir araçtır. Bu özgürlüğün sağlanmadığı yerde, gerçeklerin ortaya çıkması beklenemez. İnsanlık tarihindeki pek çok örneğe bakarak, hangi ideolojik ya da dinsel referanslara sahip olursa olsun, bu özgürlüğü reddeden rejimlerin kendi doğrularını topluma empoze etme çabası içinde olduklarını söylemek mümkündür. Herhangi bir konu bakımından ifade özgürlüğünün reddedilmesi, o konuda mutlak veya resmi doğrunun bulunduğu anlamına gelir. Mutlak doğruların varlığı, tartışmayı, müzakereyi, görüş alışverişini engeller veya gereksiz kılar. Toplumsal düzen akla ve bilime göre değil, kimsenin tartışmaya cesaret edemediği tabulara göre şekillenir.

  • İfade özgürlüğü bireysel gelişmenin en temel araçlarından biridir. Düşünen bir varlık olarak insanın düşüncelerine ve vicdani kanaatlerini dışa vurması, insanı varoluşun dolaysız bir tezahürüdür. Bu özgürlük olmadan, kişinin entelektüel kapasitesini oluşturması ve geliştirmesi beklenemez.

  • İfade özgürlüğünün demokratik rejimlerde çok önemli bir işlevi vardır:Yurttaşlar bu özgürlük sayesinde, her düzeyde karar alma süreçlerine etkili biçimde katılır, ülke yönetiminde söz sahibi olur, toplumun biçimlendirilmesine katkıda bulunur. İfade özgürlüğü olmadan örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme özgürlüğü , seçme ve seçilme hakkı gibi pek çok hak ve özgürlük anlamını yitirir.

II. SİVİL TOPLUM KAVRAMI

A. Tarihsel Gelişim

Sivil toplum kavramı Batı toplumlarının gelişim sürecinin ve Batı siyasal geleneğinin içinde doğup gelişmiştir. Sivil toplum terimi ilk defa Aristo tarafından “politike koinonia” kent devletinin yurttaşları olarak kullanılmıştır. Çiçero’nun kullandığı “societas civilis” “politike koinonia”nın Latince bir çevirisinden başka bir şey değildir. Aristo’nun sivil toplumu, erkek köle sahiplerinin özgür ve eşit toplumudur. Sivil olanla , siyasal olanın ayrımının henüz yapılmadığı bu anlayışta, sivil toplumun diğer toplum düzenlerinden farkı, hak ve haksızlığın ayrıldığı düzen olmasıdır. Sivil toplum ve devlet neredeyse eşanlamlıdır ve iyi vatandaşlıkla yakın ilişkilidir. Sivil toplumun bu siyasi tanımı, Ortaçağa kadar kullanılmıştır. Bu dönemde dikkat çeken en önemli nokta; sivil toplumu belirten “politike koinonia” ve “societas civilis” gibi terimlerle, devleti ifade eden “polis” ve “civitas” gibi terimlerin birbirinin yerine kullanılmaları, bir başka deyişle aynı olguyu ifade etmeleridir. Bu anlayışa göre, bir sivil toplumun üyesi olanlar doğal olarak bir yurttaş (citizen) -devletin bir üyesi- olmaları nedeniyle onun yasalarına uyma ve diğer yurttaşlara zarar vermeyecek bir biçimde davranma yükümlülüğü altına girmektir.

Sivil toplumun, yönetimi temsil eden devletin bir parçası olarak görüldüğü bu anlam, Ortaçağ’da ticaretin ve tarımın gelişmesi sonucu kentlerin canlanmasıyla birlikte değişmeye başlamıştır. Kentlerde doğmakta olan bu zenginlik kaynağını hem korumak hem de ondan yararlanmak isteyen soylular sınıfı, kent burjuvazisi ile uzlaşmaya gitmek durumunda kalmıştır. Burjuvaların kent yönetiminde geniş özerklik kazanmaya başladıkları bu süreçte ortaya çıkan şehir hukuk ve kurumları sivil toplumun oluşmasına zemin hazırlamıştır. [29]

Sivil toplumun kurumsal olarak  genişlemesi ve yaygınlaşmasını  sağlayan sosyo-ekonomik  dinamikler ise sanayileşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Sanayi kapitalizminin getirdiği mal üretim ilişkileri, modern sivil toplum anlayışının şekillenmesine imkan tanıyan çatışmacı bir toplum yapısının önünü açmıştır. Önceleri sınıfsal temelde ortaya çıkan bu örgütlenmeler, toplumsal yapının farklılaşmasına ve bireysel haklar ile özgürlüklerin gelişmesine bağlı olarak değişik ihtiyaç alanlarına yayılmıştır. Toplumda çıkarları ve düşünceleri birbirinden çok farklı ve birbirleriyle çatışan grup ve sınıflar, kendilerini ifade edebilmek için örgütlenmişlerdir. Bunun sonucunda ise bireyler, sivil toplum kuruluşlarıyla kendi çıkarları doğrultusunda başka kuruluşlara, örgütlere baskı yapabilecek, sosyal, siyasal ve ekonomik yaşantılarına yön verebilecek kararları etkileyebilecek duruma gelmişlerdir.[30]

Sivil toplum kavramı Antik Yunan’dan 18. Yüzyıla kadar devlet ile özdeş sayılan yurttaşlar topluluğu olarak kullanılırken Devlet ile siyasal iktidar karşıtı olarak ele alınması Batıda gerçekleşen modernleşme sürecinin bir sonucudur.

Söz konusu modernleşme sürecinin bir sonucu olarak da siyasal ve ekonomik liberalizmin çevrelediği modern devlet yapısıyla anlam kazanan sivil toplum bugünkü halini almış ve II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan refah devleti politikalarına bağlı olarak özellikle eğitim, sağlık, adalet, kalkınma, kültürel vb. alanlarda önemli kazanımlara hizmet etmiştir.

B. Sivil Toplum Kavramı 

 Her ne kadar kavramın tanımı konusunda doktrinde görüş birliği bulunmasa  da bir çok düşünür tarafından ‘’sivil toplum’’ kavramının tanımına yönelik girişimler elbette mevcuttur.

Öncelikle söz konusu tanımlara ilişkin kısa bir bilgi verilecektir.

Liberal demokrasinin önde gelen isimlerinden, Larry Diamond’ a göre ‘’ Sivil toplum, örgütlü sosyal yaşamın; gönüllü, kendi kendini üreten, kendi kendini destekleyen, devletten özerk bir yasal düzen ya da ortak kurallara bağlı olan alanıdır. Sivil toplum özel alan ve devlet arasında duran aracı bir varlıktır. ‘’[31]

Sıklıkla atıfta bulunulan diğer bir sivil toplum tanımı ise John Keane’e aittir ve Keane sivil toplum konusunda tam bir görüş birliği olmadığını savunmaktadır. “Sivil toplum, şiddet karşıtı, kendi kendine örgütlenen, kendi kendini değerlendiren ve yansıtan ve hem birbirleriyle hem de onların eylemlerini çerçeveleyen, sınırlayan ve mümkün kılan devlet kurumlarıyla sürekli bir gerilim içerisinde olma eyleminde bulunan yasal koruma altındaki devlet – dışı kurumların karmaşık ve dinamik bir topluluğunu hem tanımlayan hem de tasavvur eden bir ideal-tip kategorisidir.[32]

Bassam Tibi’ye göre ise “Toplumsal ve siyasal kurumlar özerktirler; devletle ilişkilidirler, fakat devlet tarafından denetlenmezler ve devlete tabi değildirler.” [33]

Cohen ve A. Arato’ya göre ise sivil toplum “Özerk gruplar ve birlikler çoğulluğu; kamusal kültür ve iletişim kurumları; bireysel tercihlerin ve yönelimlerin mahremiyeti; çoğulluğu; kamusallığı devletten, hatta ekonomiden ayıran bir genel haklar sistemidir.’’ [34]

Habermas’ a göre de sivil toplum, “yurttaşların bir araya gelerek gruplar oluşturmaları, devletin etki ve ekonomi alanının dışında gönüllü olarak bir araya gelen sosyal ilişkilerde üretilen ve oluşturulan iletişim yapılarıdır.’’[35]  Habermas sivil toplum için, “toplumsal sorunların özel yaşam alanlarında doğurduğu yankıyı kaydederek yoğunlaştırır ve yüksek sesle siyasi kamuoyuna aktarırlar” demektedir. [36]

Keyman’a göre sivil toplum, “toplumsal sorunlara etkili ve uzun dönemli çözüm bulma sürecine aktif olarak katılan ve bu temelde de siyasi aktörleri bu çözümleri yaşama geçirecek politikalar üretmeye yönlendirmek için çalışan farklı gönüllü örgütlerin devlet denetimi dışında kurduğu ortak alandır. Bu ortak alan, kişilerin kendi kaderlerini belirleyebildiği, kişilerinin katılımının yaygın olduğu, kişi hürriyetlerinin en yüksek düzeyde sağlanmasının amaçlandığı demokratik bir toplum alanıdır .[37]  Bu bakımdan sivil toplumun gerçekleşmesi için demokratik bir toplumun var olması öncelikli şart olarak görülmektedir.

Sivil toplum, öncelikle sivil alanda faaliyet göstermektedir. Bu alanda var olan gönüllü örgütler, sendikalar, dernekler, hükümet-dışı kuruluşlar, sosyal hareketler ve düşünce platformlarından meydana gelmekte olup, toplumun her kesimini kapsamayı amaçlamaktadır. Sivil toplum ile hukuk veya salt kişilerin gündelik ihtiyaçlarının sağlanması amaçlanmamakta; dinsel, ahlaki ve entelektüel hayatı kapsayan daha geniş bir alan kastedilmektedir.[38]

Keane toplumsal birliklere, toplumsal eşitliğin ve hürriyetlerin genişletilmesini sağlama ve devletin yeniden yapılandırılarak demokratikleştirilmesini gerçekleştirme işlevi yüklemektedir.[39]

Sivil toplum, örgütlü toplumu ifade etmektedir. Kişiler, devlet içinde, sosyal, ekonomik yahut siyasal konulardaki amaçları için örgütlenerek, çeşitli gruplar oluşturmaktadır. İşbu gruplar, ortak menfaatlerinin korunması ya da başka amaçlarla kurulabilmektedir.[40]  Kişiler tek başlarına düşüncelerini siyasi otoritelerin uygulama ve kararlarına karşı bir duruş gösterememekle birlikte, örgütlendikleri takdirde verilen yahut verilecek olan kararlara karşı tepkilerini gösterebilmektedir. Örgütlenerek seslerini duyurmakta ve hatta siyasi otoritelerin kararlarını etkileyebilmektedir.[41] Devletin de  faaliyetlerini gerçekleştirirken bu grupların haklı taleplerini göz önünde bulundurdukları söylenebilir.

Sivil toplumun bir devlet ve toplumda gelişebilmesi için öncelikle iktidarın hukuk devleti ilkesiyle bağlı olması gerekmektedir. Hukuk devleti denilince ise ; devletin her türlü iş ve işlemlerinde  pozitif hukuka uygun hareket etmesi ve buna bağlı olarak kişi hak ve hürriyetlerinin tanınması, eşitlik ilkesinin hayata geçirilmesi, yargı bağımsızlığının sağlanması, insan haklarının korunması  gibi demokratik devletinde bir çok niteliğini ihtiva eden birtakım devlet faaliyetlerini sınırlandırıcı ilke ve kurallara bağlı devleti anlayabiliriz. Yani hukuk devleti ilkesi esasında iktidara bir sınır çizmektedir.

Hukuk devleti ilkesinin bir sonucu olarak da insan haklarını gerçekleştirme inancının yine iktidarı sınırlandırıcı bir işlevi mevcuttur. Sivil toplumun oluşabilmesi ve faaliyetlerini sürdürebilmesi adına temel insan haklarının gerçekleştirilmesinin gereği aşikardır zira sivil toplum mekanizmasının özü bu birtakım  haklara dayanmaktadır. Demokratik bir toplumun vazgeçilmez bir unsuru olarak ifade özgürlüğünün önemini bu başlık altında tekrar vurgulamayı gerekli buluyorum. Zira özerk zorlama araçları kolektif olarak söz konusu hakkın öznesidirler. Serbest düşünce ortamının bulunmadığı bir toplumda sivil toplum ve örgütlü toplumun gelişmesi düşünülemez. Kişilerin, bireysel veya kolektif  olarak gerek iktidar anlayışla örtüşsün gerekse muhalif ve hatta toplumun genelince uç anlayışlara özgü fikirlere hizmet etsin anılan haklar ancak çok kısıtlı durumlarda ve kanunla sınırlandırılabilmektedir. Bunların yanında ne yazık ki demokrasi kültürünün yerleşmediği, toplum ve insan malzemesiyle de ilişkili olarak ifade özgürlüğünün gelişemediği toplumlarda demokratikleşme hareketlerinin de kısıtlı olmasından mütevellit sivil ve örgütlü toplum da gelişmemektedir. Kişilere henüz bireysel olarak dahi serbest düşünce ve ifade ortamının sağlanamadığı, kamuoyunun doğru ve gerçek kanallar aracılığıyla yönlendirilmediği, aktif yurttaş anlayışının benimsenmediği, eleştirel düşüncenin toplumsal ve siyasal alanda filizlenmesine müsaade edilmediği bir  ortamda bireylerin farklılıklarını kaynaştırıcı herhangi örgütle herhangi bir hareketle  ifade etmeleri mümkün değildir.

III. DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ, DEMOKRATİK DEVLET VE SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİ

Demokratikleşme sürecine ilişkin çalışmaların üzerinde uzlaştıkları noktalardan biri , bu sürecin hem devleti, hem de sivil toplumu kapsayacak şekilde çift yönlü işlemesi gereğidir. Demokrasiye geçiş sürecinin aşılarak demokrasinin pekiştirilmesindeki başarı, büyük ölçüde bu çift yönlü işleyişin başarısına bağlanır. Yurttaşların kendilerini ilgilendiren sorunları ortaya koydukları, tartıştıkları, söylem düzeyinde formülleştirdikleri bir özerklik alanı olarak kamusal alanın çoğulculaşması, sivil toplumun ve devletin demokratikleşmesi, sürecin ayrılmaz parçaları olarak yorumlanır.[42]

Demokrasiyi minimal standartların başarımıyla sınırlandırmanın yanlış olduğunun kabul edilmesiyle katılımcı ve demokratik yurttaşlık profilini öne çıkaran, demokratik sivil toplumun hayata geçirilmesinin yolu demokratik devlet- sivil toplum ilişkisinin kurulmasıdır.Sivil toplumun gelişmesinin önündeki en büyük engel ise devletin ekonomik, sosyal siyasal ve toplumsal düzeylerde üstten ve belirleyici bir rol oynamasıdır. Bu durum  ise genellikle  az gelişmiş kapitalist ülkelerde gözlemlenir. Bu modelde devlet her alanda etkin bir rol oynamakta ve demokratikleşmeyi ve çoğulculuğu baltalamaktadır. Demokratikleşme sürecinin birçok faktöre bağlılığı olmakla beraber  ülkeden ülkeye değişen birtakım, çeşitli farklı tip dinamiklere de bağlıdır.  Dolayısıyla, siyasal kültürden siyasal liderliğin niteliğine, siyasal kurumsallaşma tipinden, özgürlüklerin düzenlenişine, bireyin- toplumun- devleti algılayış biçiminden devletin toplum üzerindeki belirleyici rolüne kadar çok çeşitli faktörlerin etkisinden bahsedilir.[43] Yine bu dinamikler çerçevesinde sivil toplumda demokratikleşme sürecinin ana belirleyicilerindendir. Ancak her sivil toplum anlayışı demokratikleşmeyi beslememektedir. Bu anlamda önemli olan  sivil toplumun uzlaşmacı, demokratik ilkeleri benimseyen, farklılıkları ayrıştırıcı şekilde kullanmaktan uzak bir amaç benimsemesidir. Aynı zamanda sivil toplumun özerk yapısından devletle gerilim ve karşı karşıya bir tutum anlamak da kanımca  sorunlu bir anlayıştır zira asıl olan devlet ve iktidar ile etkileşim içerisinde bir sivil toplum anlayışının benimsenmesinin kabulüdür. Ancak elbette bu etkileşim  demokratik ilkelerin layıkıyla uygulandığı, çoğulcu bir  toplum- devlet ilişkisinin varlığı halinde uygulanabilir. Bu ise birtakım tutumların toplum ve siyasal kültür nezdinde benimsenmesi, sindirilmesi ile mevcuttur.

Bu tutumlardan  öncelikle bilgi ve fikirlerin toplumsal yayılımının serbestçe sağlanmasının gerekliliğine değinmek istiyorum. Burada önceliğimiz düşünce ve ifade özgürlüğünün tam manasıyla sağlanmasıdır. Bu anlamda fikirlerin serbestçe dolaşımı ve yayılımının sağlayıcısı basın özgürlüğünün öneminden de bahsetmekte fayda görüyorum.

Demokratik bir devlet ve iktidar anlayışının önemli göstergelerinden birisi de özgür bir ortamda basının görevini icra edebilmesidir. Şayet yönetimde demokratik bir gelenek benimsenmiş ise basın kamu yararını ilgilendiren her konu ne olursa olsun iletim görevini yerine getirmelidir. Bu aktarım ise siyasi iktidarca yayın öncesi sınırlandırılmamalıdır. Hem bilginin serbestçe akışı hem de bu akışın toplumda anlamlı tartışma ortamına yapacağı katkı düşünüldüğünde de bu elzemdir. Aynı zamanda yazılı, işitsel ve görsel basın kamu gücünü elinde bulunduran siyasal organların kararlarını, eylemlerini ve ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutmaktadır. Bu da yurttaşların karar alma süreçlerine etkin katılımını sağlamakta ve bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerinin önünü açmaktadır. Dolayısıyla söz konusu işlevleri ile basın özgürlüğü demokratik düzeni besleyip geliştirirken sivil bir toplumun oluşumuna da katkı sağlamakta , sivil ve örgütlü bir toplum anlayışına yeni kanallar açmaktadır.

Bu anlamda sivil toplumun önünü açacak benimsenmesi gereken diğer bir kısım   tutumlar ise toplumda sosyal sorumluluk düzeyinin artırılması, siyasal partilerin demokratikleştirilmesi, toplumsal ve siyasal anlamda her türlü kutuplaşmanın ortadan kaldırılması, muhalif fikirlerin yıkıcı toplumsal güçler olarak algılanışının  önüne geçilmesi, farklı fikirlerin çatışması  ve bunun sonuçlarının tartışılması, örgütlü bir toplum modelinde aktif yurttaş anlayışının desteklenmesi ve bu anlamda kişileri buna yöneltecek  kanalların açılmasıdır. 

Toplumsal ve siyasal anlamda hem demokratikleşme hem de sivil toplum farkındalığının gerçekleştirilebilmesi için ise çok güçlü bir demokrasi geleneğinin toplumda oturmuş olması beklenir. Gerek doğal haklarının gerekse  geçmişten günümüze insanlık tarafından büyük ve zorlu mücadeleler sonucu kazanılmış haklarının farkında ve bilinçli, örgütlü toplum olmanın önemini henüz ailede kavramış bireyler yetiştirmenin gerekliliği de bu açıdan tartışılmazdır.

Bu tartışılanlar bağlamında siyasal ve kurumsallaşmış iktidarın yani devletin sivil topluma kamusal ve siyasal alanda daha fazla yer açması gerekmektedir. Dernekler, odalar ve sendikalar gibi STK’ ların siyasal partilerle arasındaki ilişki yasaklarının kaldırılması, sendika hakkının yaygınlaştırılması, memurların gönüllü kuruluşlara üyeliklerinin izin usulüne bağlılığının ortadan kaldırılmasına bağlıdır.

SONUÇ

 Demokratik bir devletin olmazsa olmazlarından birisi çoğulculuk anlayışıdır.  Çoğulculuk her şeyden önce temsille ilgili bir mevzudur. Gerçek anlamda demokratik bir düzen ve sistemler bütününde  gerek siyasal anlamda gerek toplumsal bazda her türlü ‘’farklılık’’ çoğalarak varlığını sürdürür. Çoğulculuk ilkesinin hayata geçirilmesi ise buna bağlı olup  bunu sağlayan mekanizmalar demokrasi ve sivil toplumdur.

Demokrasi, demokratik devlet ve sivil toplum birbirini besleyen, birbirinin önünü açan ve birbirini tamamlayan kavramlardır. Demokratik olmayan bir sivil toplum; özgünlüklerin ve farklılıkların göz ardı edildiği, yok sayıldığı ve bastırıldığı, muhalif fikirlerin yıkıcı güçler olarak algılandığı, bütüncül fakat bütünleştiricilikten uzak bir kimlikten öteye gidemeyecektir. Sivil toplum kavramının serpilip yayıldığı toplumlar ise her anlamda sağlam bir demokrasi geleneğine sahip toplum ve sistemlerdir.

Demokratik bir sistem herşeyden önce -çalışmama daha sıkı temas ettiği yönüyle- insan hakları ve kişi hürriyetlerine saygılı bir devlete işaret eder. İnsan haklarına saygılı bir devlet ise bu anlamda negatif yükümlülükler yanında pozitif bir takım yükümlülükleri de hayata geçirir. Bu pozitif yükümlülükler, kişi ve topluluklara, gerek devlet gerekse yatay ilişkiler yönünden, kişiler karşısında  koruma sağlar. Bu korumanın amacı insan hak ve hürriyetlerinin gerçek anlamda hayata geçirilmesi ve demokratik düzenin amaçladığı ideal düzeni yaratma çabasıdır. Bu ideal ve demokratik düzenin hem sonuçlarından hem de sebeplerinden birisi  ise sivil toplumdur.

Sivil toplum, kişi ve toplulukların kendilerini ilgilendiren sorunlara etkili ve uzun dönemli çözüm bulma süreçlerine aktif katılımını ifade etmekle birlikte bu temelde siyasi aktörleri belirli politikaları uygulamaya sevk eden bir baskı grubunu ifade eder. Böylece hem siyasal iktidar kısıtlanmış, çoğulculuk gerçekleştirilmiş hem de kişi ve topluluklar kendilerini ilgilendiren konularda karar alma süreçlerine aktif katılım sağlamış olurlar.

Sivil toplumun devlet dışı bir yapısı olmakla beraber özerkliğini korumak suretiyle devletle sıkı bir etkileşim içinde olması da beklenir. Ancak bu etkileşim denetim ve ilişkiler yönünden devletin tekel veya üstün konumda bulunduğu bir  boyutta olmamalı, sivil toplum ruhuna ve özüne uygun  işbirlikçi aksiyon kültürünü zedeleyici eğilimler göstermemelidir.

Sivil toplum ruhu örgütlü bir toplum olmayı gerektirir zira kişiler örgütlü ve işbirlikçi oldukları durumlarda hak talepleri noktasında  ciddi bir baskı ve kamuoyu oluşturabilme yeteneğine de sahip olurlar. Buna verilebilecek en güzel örnek sanıyorum günümüz toplumunda sosyal medyanın gücüdür. Sosyal medya bugün, kişilerin fikirlerini özgürce ifade edebildikleri, bilgiye kolayca  ulaşabildikleri ve bilgiyi kolayca yayabildikleri, özgür  tartışma ortamı yaratan özerk ve de kamusal bir mecra olup sivil toplum ruhuna hizmet ederek baskı grubu meydana getirir. Kişiler, sosyal medyada hemen her konuda  farklı fikirlerle temas etmekte ve özgürce demokratik düzene katkı sağlayacak tartışmalar yapabilmekte, kolayca örgütlenebilmektedirler. Bu da elbette bir ülkenin insan malzemesiyle de ilintili olarak demokratik sivil toplum düzenine katkı sağlamaktadır. Bunların yanında çalışmamın sonucunda ortaya çıkan bir diğer sonuç ise demokratik sivil toplumun  ancak demokratik sivil toplum örgütleri aracılığıyla kurulabileceğidir. Kendi örgütsel yapılarında ve içsel ilişkilerinde demokratik değerleri yerleştirememiş devletin merkeziyetçi örgüt şemasını kendine örnek almış kuruluşlar sonunda kendilerini bürokratikleşme çıkmazında bulacaktır.

Tüm bunların yanında; demokratik  sivil bir toplum idealini gerçekleştirebilmek adına henüz aileden başlayan demokratik kişiliğin gelişimi için geniş çaplı bir eğitim modelinin sivil toplum kuruluşları aracılığıyla sağlanması , STK’ların ulusal ve uluslararası düzeyde işbirliği yapması, ‘’devlet eliyle sivil toplum’’ anlayışının ortadan kaldırılarak aktif ve girişimci yurttaş profilinin gelişimi için ciddi adımlar atılmasının gerekliliği de vurgulanması gereken diğer  noktalardır.

KAYNAKÇA

  • Uygun, Oktay: Demokrasi ( Tarihsel, Siyasal ve Felsefi Boyutları), 2. Baskı, İstanbul 2014; Devlet Teorisi, İstanbul, 2014
  • Gözler, Kemal: Anayasa Hukukunun Genel Esasları, 3. Baskı, Bursa 2012.
  • Lijphart, Arend: Çağdaş Demokrasiler, Çev: Ergun Özbudun, Ersin Onulduran, Ankara 1988.
  • Dahl, Robert A.: Polyarchy: Participation and Opposition, New Haven, 1971.
  • Arsel, İlhan: Anayasa Hukuku: Demokrasi, Ankara 1964.
  • Rousseau, Jean- Jacques: Toplum Sözleşmesi, Çev: Vedat Günyol, İstanbul, 1982.
  • Özbudun, Ergun: Türk Anayasa Hukuku, Ankara, 2008.
  • Teziç, Erdoğan: Anayasa Hukuku, İstanbul, 2012
  • Heywood, Andrew: Siyaset, (Çev. Özipek, Şahin, Yıldız, Kopuzlu, Seçilmişoğlu, Yayla) Ankara, 2006.
  • Fagan, Andrew: Human Rights: Confronting Myths and Misunderstandings, Edward Elgar Publishing Limited, 2009.
  • Akkanat, Zehra Gönül: ’’Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’de İletişim Özgürlüğü’ nün Sınırları’’, İHY, C.17-18, 1995-1996.
  • Mardin, Şerif: Sivil Toplum, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 7, İstanbul, s.1918-1922.
  • Töksöz, Fikret: Dernekler, Türkiye Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt 2, 1983.
  • Onbaşı, Funda: Sivil Toplum, İstanbul, 2005.
  • Keane, John: Civil Society: Old İmages, New Visions, Oxford, Cambridge, 1998.
  • Tibi, Bassam: Sivil Toplum, Demokrasi ve İslam Dünyası, İstanbul Tarih Vakfı Yurt Yorumları, 1998.
  • Cohen, John, Arato, Andrew: Civil Society and Politicial Theory, Cambridge, Mass. 1994.
  • Doğan, İlyas: Sivil Toplum Anlayışı ve Siyasal Sistemler, Ankara, 2015.
  • Habermas, Jürgen; Faktizität und Geltung. Beiträge zur Diskurstheone des Rechts und des demokratischen Rechtsstaats, Frankfurt am Main 1992’den Aktaran EMBACHER, Serge; Avrupa’da Sivil Toplum ve Sosyal Demokrasi Güncel Gelişmeler ve Normatif Perspektifler.
  • Çaha, Ömer: İslam ve Sivil Toplum, İslam, Sivil Toplum, Piyasa Ekonomisi, Ankara 1999.
  • Kapani, Münci: Kamu Hürriyetleri, Ankara, 2013.
  • Atar, Yavuz: Çağdaş Demokrasinin Siyasal Boyutu: Türkiye’ de Demokratikleşme ve Antidemokratikleşme Gösterileri, Yeni Türkiye Dergisi, 1997.
  • Erdoğan Tosun, Gülgün: ‘’Türkiye’ de Devlet- Sivil Toplum İlişkisinin Niteliği ve Sorun Boyutları, Tarih Vakfı ‘’Hikayemi Dinler Misin? Tanıklarla Türkiye’de İnsan Hakları ve Sivil Toplum Sergisi’’ Açılış Konferansı, 2004, Trabzon.

 

[1] Uygun, Oktay: Demokrasi ( Tarihsel, Siyasal ve Felsefi Boyutları), 2. Baskı, İstanbul 2014, s.10.

[2] Gözler, Kemal: Anayasa Hukukunun Genel Esasları, 3. Baskı, Bursa 2012, s.258.

[3] Lijphart, Arend: Çağdaş Demokrasiler, Çev: Ergun Özbudun, Ersin Onulduran, Ankara 1988, s.1.

[4] Gözler, s.259.

[5] Gözler, s.259.

[6] Lijphart, s.1

[7] Dahl, Robert A.: Polyarchy: Participation and Opposition, New Haven, 1971, s.7-8.

[8] Gözler, s.259.

[9] Arsel, İlhan: Anayasa Hukuku: Demokrasi, Ankara 1964, s.69.

[10] Uygun, Oktay: Devlet Teorisi, İstanbul, 2014,s.431.

[11] Gözler, Kemal, s. 263.

[12] Rousseau, Jean- Jacques: Toplum Sözleşmesi, Çev: Vedat Günyol, İstanbul, 1982, s. 35-38

[13] Arsel, İlhan,s. 71.

[14] Gözler, Kemal, s.264.

[15] Özbudun, Ergun: Türk Anayasa Hukuku, Ankara, 2008, s. 36.

[16] Gözler, Kemal, s.266.

[17] Teziç, Erdoğan: Anayasa Hukuku, İstanbul, 2012, s.128

[18]Teziç, s.286.

[19] Teziç, s.129.

[20] Gözler, Kemal, s.135.

[21] Uygun, Oktay, s.367- 376.

[22] Uygun, Oktay, s. 368.ü

[23] Heywood, Andrew: Siyaset, (Çev. Özipek, Şahin, Yıldız, Kopuzlu, Seçilmişoğlu, Yayla) Ankara, 2006, s.27-29.

[24] Uygun, Oktay  s. 372.

[25] Fagan, Andrew: Human Rights: Confronting Myths and Misunderstandings, Edward Elgar Publishing Limited, 2009, s.95.

[26] Uygun, Oktay, s. 580.

[27] Akkanat, Zehra Gönül: ’’Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’de İletişim Özgürlüğü’ nün Sınırları’’, İHY, C.17-18, 1995-1996, s. 173,

[28] Uygun, Oktay, S.580.

[29] Mardin, Şerif: Sivil Toplum, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 7, İstanbul, s.1918-1922.

[30] Töksöz, Fikret: Dernekler, Türkiye Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt 2, 1983, s.367.

[31] Onbaşı, Funda: Sivil Toplum, İstanbul, 2005, s.46.

[32] Keane, John: Civil Society: Old İmages, New Visions, Oxford, Cambridge, 1998, s.6.

[33] Tibi, Bassam: Sivil Toplum, Demokrasi ve İslam Dünyası, İstanbul Tarih Vakfı Yurt Yorumları, 1998, s.36.

[34] Cohen, John, Arato, Andrew: Civil Society and Politicial Theory, Cambridge, Mass. 1994, 78.

[35] Doğan, İlyas: Sivil Toplum Anlayışı ve Siyasal Sistemler, Ankara, 2015, s.40.

[36] HABERMAS, Jürgen; Faktizität und Geltung. Beiträge zur Diskurstheone des Rechts und des demokratischen Rechtsstaats, Frankfurt am Main 1992’den Aktaran EMBACHER, Serge; Avrupa’da Sivil Toplum ve Sosyal Demokrasi Güncel Gelişmeler ve Normatif Perspektifler, s. 2,

[37] Çaha, Ömer: İslam ve Sivil Toplum, İslam, Sivil Toplum, Piyasa Ekonomisi, Ankara 1999, s.116.

[38] Uluç, A. Vahap: Türkiye’ de Sivil Toplum ve Demokrasi İlişkisi, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve

İdari Bilimler Dergisi, 2013, S.1, s.401.

[39] Habermas, s.52.

[40] Kapani, Münci: Kamu Hürriyetleri, Ankara, 2013, s.71.

[41] Atar, Yavuz: Çağdaş Demokrasinin Siyasal Boyutu: Türkiye’ de Demokratikleşme ve Antidemokratikleşme Gösterileri, Yeni Türkiye Dergisi, 1997, s.17.

[42] Erdoğan Tosun, Gülgün: ‘’Türkiye’ de Devlet- Sivil Toplum İlişkisinin Niteliği ve Sorun Boyutları, Tarih Vakfı ‘’Hikayemi Dinler Misin? Tanıklarla Türkiye’de İnsan Hakları ve Sivil Toplum Sergisi’’ Açılış Konferansı, 2004, Trabzon, s.125.

[43] Erdoğan Tosun, Gülgün, s.126

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR