Etimolojik kökeni latince “regio-çevre-alan” anlamına gelen bölge kavramı, çok boyutlu çok anlamlı ve sınırları oldukça güç çizilebilen bir kavramdır ve dünyada olduğu gibi ülkemizde de tam olarak açıklığa kavuşmamıştır. Bölge ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan homojen bir mekan parçası olarak görülebileceği gibi işlevsel açıdan bütünlük gösteren birimlerde bölge olarak adlandırılabilir.
Kalkınma kavramı latin kökenlidir. “Development” olarak kullanılmaktadır. Bir ülkede meydana gelen niteliksel ve niceliksel yöndeki tüm olumlu gelişmelerin bir arada bulunmasıdır.
Bölgesel kalkınma kavramı ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iktisat literatürüne girmiştir. Bölgesel kalkınma anlayışının temelini bölgeler arası gelişmişlik düzeyi ve bölgeler arası gelir farklılıklarını en aza indirgeme amacı oluşturmaktadır.
Genel olarak bölgesel kalkınma; ülke bütününde yer alan bölgelerin çevre bölgeler ve dünya ile karşılıklı etkileşimi ile oluşan bölge vizyonunu dikkate alan katılımcılık ve sürdürülebilirliği temel ilke edinen ve insan kaynaklarının geliştirilmesi yoluyla bölge refahının yükseltilmesini amaçlayan çalışmalar bütünüdür. Bu tanım doğrultusunda oluşturulan ve ülkeden ülkeye farklılık gösteren bölgesel kalkınma politikaları ise ülkelerin ya az gelişmiş ya da gelişmemiş bölgelerine uygulanmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin tarihsel süreç içerisinde uyguladığı bir takım politikalar bulunmakta ve bir bütün olarak ele alındığında temelde hepsinin amacının bölgeler arası dengesizliği giderip az gelişmiş bölgeleri kalkındırmak olduğu görülmektedir.
Tarihsel süreçte bakılacak olursa Osmanlı’da etnik yapının çeşitliliğinden ve yapılan faaliyetlerin farklılığından kaynaklanan ve son dönemlerde de savaş ve isyanlarla birlikte daha da çok artan bölgelerarası eşitliksizlikler Türkiye Cumhuriyeti’ne Osmanlı’dan miras kalmış ve zaman içerisinde Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi olmuştur.
Türkiye’de bu sorunları gidermeye yönelik kapsamlı çalışmaların planlı dönemle başladığı söylense de Osmanlıyı da içeren bir tarihsel sürece baktığımızda bölgelerarası eşitsizlikleri sosyal bir olgu olarak ele alan ilk kişinin Mithat Paşa(valilik döneminde) olduğu görülmektedir. Bunun dışında 1934-1935 yıllarında Celal Bayar tarafından hazırlatılmış bir rapor olduğu, 1932 Birinci Sanayi Planı’nın bölgesel kaygılar içerdiği bilinmektedir. 1960 yılına gelindiğinde ise kapsamlı planlama yaklaşımı benimsenmiş, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeye hız kazandırılmaya çalışılmış; bu doğrultuda 30 Eylül 1960 tarihinde Devlet Planlama Teşkilatı(DPT) kurulmuştur. Yine bölgesel eşitsizlikleri azaltmak, toplumsal ve ekonomik dengeyi sağlama amacını güden Beş Yıllık Kalkınma Planları yürürlüğe konmuştur. Planların uygulanması ve izlenmesi görevleri de DPT’ye bırakılmıştır. Beş Yıllık Planları genel olarak değerlendirecek olursak; hazırlanan tüm kalkınma planlarında bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesi öncelikli hedef olmuşsa da, günümüzde hala devam eden bu planlarla istenilen verime ulaşılamamıştır. Bu planların dışında sosyo-ekonomik düzey açısından geri kalmış bölgelere yönelik olarak “Kalkınmada Öncelikli Yöreler” uygulaması DPT tarafından başlatılmıştır. Bunların yanı sıra Organize Sanayi Bölgeleri1; Türkiye’de yıllardır sanayi yatırımlarının yapılması ve işletmelerin verimliliklerinin arttırılmasında ve kuruldukları bölgelerin kalkındırılmasında kritik görevler üstlenmiştir. Yine aynı dönemlerde bölgesel kalkınma çabaları daha organize hale getirilmiş, kalkınmayı içerisine alan politikalar göreve gelen tüm hükümetlerin icraat listesinde yer almaya başlamıştır. Özellikle hem uygulandığı yöreyi kalkındırmaya yönelik hem de ülke bütünün kalkınmasına yönelik politikalar gerçekleştirilmiştir. Bu uygulamaların en önemlileri “Doğu Anadolu Projesi(DAP)”, “Doğu Karadeniz Projesi(DOKAP)”, ve “Güneydoğu Anadolu Projesi(GAP) gibi entegre projelerdir. Bu projeler genel olarak değerlendiğinde başarılı sayılabilecek projelerdir. Dezavantaj noktaları ise merkez odaklı projeler olması, merkezden planlanmış olması ve bu durumun örnek olunacak başka projeler için yerel halkın ihtiyaçlarının göz ardı edileceği tehlikesiyle karşı karşıya bırakmasıdır.
Türkiye-Avrupa Birliği(AB) ilişkilerinin yoğun yaşandığı dönemlerde Türkiye merkezden yürüttüğü planları yerele kaydırmaya başlamış, buna yönelik olarak ülkemizde AB işbirliği doğrultusunda yirmi altı tane Bölgesel Kalkınma Ajansı2 kurulmuştur. Böylece merkezden direkt şekilde uygulana politikaların ve kaynak aktarımının yerine yerel dinamiklere ve içsel potansiyellere dayalı politikalar ile oluşturulan kalkınma politikaları, bölgesel kalkınmanın daha organize ve daha rasyonel bir şekle dönüşmesini sağlamıştır.
Sonuç olarak ülkemizde 2000’li yıllara kadar yapılan planlar, uygulanan politikalar bölgelerin, sosyal, kültürel ve ekonomik yapı özelliklerini yeterince hesaba katmadığı için başarıya ulaşamamıştır. Uzun vadede bir vizyon oluşturulamaması ve kısa süreli planlarla kalkınma düşünülmesi yapılan temel yanlışlardan olmuştur. Bunun dışında bölgelerin potansiyellerinin harekete geçirilmeyip başka bölgelerden o bölgeye kaynak aktarımı yapılması, bölgeden elde edilen gelirlerin bölgeye aktarılan fonlardan daha az olması sonucunu doğurmuştur. 2000’li yıllardan sonra ise AB ile bütünleşme süreci ile birlikte kalkınma hareketleri yön değiştirmiş, kısmen de olsa merkezden yerele geçiş olmuş, yerelin ihtiyaçlarına daha çok önem veren politikalar uygulanmaya çalışılmıştır. Ancak bu dönemde de dış etkilerden uzak, ülke yapısına daha uygun politikalar uygulanamamıştır -AB çerçevesinde belirlenen kurallar dahilinde değil de ülke yapısına daha uygun politikalar benimsenmesi bu dönemdeki verimliliği arttırabilirdi-. Bütün bu olumsuzlukların yanı sıra yerelde yetenekli ve iyi idareci sorunu da başarıya ulaşılmasını engelleyen kıstaslardan birisi olmuştur. Ülkemiz şu anda 10.Kalkınma Planı’nı uyguluyor olmasına rağmen bölgesel kalkınma politikalarında hala istenilen başarıya ulaşamamıştır. Bu durumun çözümüne yönelik olarak bundan sonra uygulanacak olan politikalarda, bölgenin sorunlarına hakim, hatta yerel sorunları birebir yaşayan halkın planlama süreçlerine katılımı sağlanmalı veya araştırma yoluyla görüşleri alınmalı, uygulanacak politikalar için yerele daha çok özerklik tanınmalı ve yerelin ihtiyaçlarını önceleyen, yerelin kalkınmasını hedefleyen Bölgesel Kalkınma Ajansları merkezin güdümünden kurtarılmalıdır.
Kaynakça ve Notlar
- Organize Sanayi Bölgeleri; sanayinin uygun görülen alanlarda yapılanmasını sağlamak, çarpık sanayileşme ve çevre sorunlarını önlemek, kentleşmeyi yönlendirmek, kaynakları rasyonel kullanmak, bilgi ve bilişim teknolojilerinden yararlanmak, sanayi türlerinin belirli bir plan dahilinde yerleştirilmesi ve geliştirilmesi amacıyla; sınırları tasdik edilmiş arazi parçalarının imar planlarındaki oranlar dahilinde gerekli idari, sosyal ve teknik altyapı alanları ile küçük imalat ve tamirat, ticaret, eğitim ve sağlık alanları, teknoloji geliştirme bölgeleri ile donatılıp planlı bir şekilde ve belirli sistemler dahilinde sanayi için tahsis edilmesiyle oluşturulan ve bu Kanun hükümlerine göre işletilen mal ve hizmet üretim bölgelerini ifade etmektedir.
- Bölgesel Kalkınma Ajansları, dünyada merkezi hükümetten bağımsız bir idari yapıda, sınırları çizilmiş bir bölgenin sosyo-ekonomik imkanlarını geliştirmek amacıyla, 1930’lu yıllardan itibaren kurulmaya başlanmışlardır.
- SEVİNÇ Haktan (2011), “Bölgesel Kalkınma Sorunsalı: Türkiye’de Uygulanan Bölgesel Kalkınma Politikaları”, Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi (6:2), s.38-39
- AŞGIN Sait (2009), “Türkiye’nin Yerel ve Bölgesel Kalkınma Deneyimine Tarihsel Bir Bakış: Hatalar ve Kazanımlar”, TODAİE, ANKARA, s.3
- Avaner, T. (2005), “BKA Siyasal Rejim Sorunu Yaratır mı?” Der. Menaf Turan, “Bölge Kalkınma Ajansları Nedir, Ne Değildir?” Ankara: Paragraf Yayınevi. s:243.
- http://www.sektorsoft.com/organize-sanayi-bolgesi-nedir.html