TR

Aile İçi Şiddet: Terminolojik Açıdan Bir İncelenme

Aile İçi Şiddet: Terminolojik Açıdan Bir İncelenme

A. GİRİŞ

Aile; toplumsal yapının en küçük birimleri olan bireylerin kan bağıyla birbirine kenetlendiği, yaşam standartlarına ayak uydurabilmek, hayatta kalabilmek için ortak hedefleri ve hareketleri olan bir yapı, hatta bir organizmadır. Son yıllarda aile kurumunun içerisinde oluşan fay hatları tam anlamıyla aile içi şiddetle dünyada toplumsal açıdan vuku bulmaktadır.

Şiddet, terimsel anlamda, her bir aktörün başka bir aktör üzerinde belli bir amaç doğrultusunda belli stratejiler izleyerek bireysel ya da kolektif güç kullanma durumudur. Güç, realist paradigmada Machiavelli’nin de telaffuz ettiği gibi amaçlara ulaşmak için gerekli bir araçtır. Gücü elinde bulunduran aktör, gücünün devamlılığını sağlamlaştırma doğrultusunda hareket ederek bunun meşru olduğu iddiasından da asla vazgeçmemektedir. Bir başka deyişle, “şiddetin toplum içinde, toplum tarafından nasıl sunulduğu, nasıl kabul gördüğü de önemlidir. Çünkü kabul gören şiddet de meşrudur. Hatta şiddet genellikle bir yaşam biçimi olarak benimseniyorsa sorun olarak görülmez ve sorun çözmenin bir aracı olarak onay görür”[1]. Çünkü güç, onun her hareketini meşru kılan—ve yinelemek gerekirse—bir araçtır. Fakat gücü elinde bulunduranın şiddet unsurunu her seferinde kullanması özgürlükçü ve “hakçı[2]” mantıklarla tezatlık oluşturmaktadır.

Bu çalışmadaki amaç, aile içi şiddete ve yansımalarına terminolojik destekle bakılarak aile sistemindeki fay hatlarının bir değerlendirmesidir. Bilindiği gibi aile, toplumsal bir varlık olmak adına toplumun küçük bir modelidir. Bu modelde oluşan herhangi bir çatlak toplumsal düzende de çatırdamalara neden olmakla birlikte çarpık bir sistemin ilk aşamasını oluşturabilir. Bu durum, zayıf olan aile sisteminin, ne kadar sağlam olursa olsun toplumsal yaşama da aynı ölçüde yansıyacağını gösterebilecektir.

B. Aile ve Aile İçi Şiddette Fay Hatları

 Aile, daha önce de belirtildiği üzere toplumun en küçük birimidir. Aile denilince ilk olarak anne, baba ve varsa evlenmemiş çocukları akla gelir. Ancak evlenmiş çocuklar varsa ortaya yeni bir çekirdek aile çıkar. Bu tipteki aileler “çekirdek aile” olarak anılır. Terminolojik açıdan bakıldığında aile sadece bununla kısıtlı değildir ki daha çok sayıda akrabadan oluşabilmekle birlikte soyu ya da sülaleyi tanımlamakta kullanılmaktadır. Bu tanımlama geniş aile şeklinde karşımıza çıkar.

Bunların yanı sıra bir ailenin meydana gelmesi için “evlilik” bir ön kabuldür. Hemen her ülkede ailenin kurulması ve aile birliğinin bozulması yasalarla düzenlenmiştir. Bugün birçok ülkede evlilikler tek eşlidir. Yani evlilik bir kadın ve bir erkek arasında yasalar dâhilinde kurulur. Bu tür evliliklere monogami denmektedir. Bir de poligami denilen evlilik türü vardır ki bir erkeğin birden fazla kadınla ya da bir kadının birden fazla erkekle evlenebilmesi olayıdır. Daha da ayrıntıya inersek; bir erkeğin birden fazla kadınla evliliği, poligini adını taşır ve bu gelenek bazı Asya ile Afrika ülkelerinde, zenginler arasında yaygındır. Diğer taraftan bir kadının birden çok erkekle evliliğine de poliandri denmektedir. Bu duruma örnek ise Hindistan’daki Toda’lar ve Nayar’lar arasında olağandır. Türkiye’de ise 1926 Medeni Kanunu yürürlüğe girmesiyle İslam kültürü kalıntısı çokeşlilik ve “mutlak erkek egemenliğine” son verip tekeşli evlilik yasalaştırıldı. Evlilik akdinin sonu anlamına gelen boşanma ise son yıllarda artan bir vaka, bir fay hattıdır. Bunun sebepleri çok farklı olabilmektedir. Lakin çağdaş toplumun getirdiği sorunlar gibi minimize edilebilecek boşanma sebepleri aslında “matruşka bebeklerini” andırmaktadır. “İnsanlık tarihinin gelişimi aile yaşamı ve devamlılığı için bir tehdit mi?” sorusu akıllara gelemeyecek gibi değil!

Aile yaşamının ayrıştırıcı fay hattı olan aile içi şiddetin sebeplerini kategorize edecek olursak olayın, sosyal, psikolojik ve biyolojik üçayağı vardır. Sosyal bakımdan artçı depremlere sebep olan en önemli olgu fakirliktir. Yapılan araştırmaların sonuçlarına göre ekonomik sıkıntı çeken ailelerde diğer ailelere nazaran daha fazla şiddet eylemleri gözlemlenmektedir. Birey, fakirliğin getirdiği sosyoekonomik sorunlar doğrultusunda tepkisini ailesine karşı göstermektedir. Bu bağlamda yokluğun verdiği eksiklik nedeniyle aile içi çatışmalar yaşanmaktadır. Ayrıca çocukların bu yokluk sürecinde takındıkları tutumlar da aileye yansımakta ve çocuklar daha saldırgan hareketler sergilemektedirler. Son olarak fakirlik sebebiyle eğitimlerini sürdüremeyen bireyler tarafından oluşturulan ailelerde ve onlarca yetiştirilmiş bireylerce de şiddet başvurulması en kolay yol olmuştur. Sosyolojik açıdan bakıldığında sadece fakirlik değil; fakirliğin yanında eğitimsizlik, ev içi görevlerin yerine getirilmemesi, aile içi meslek yapısı, aile içindeki rol ve statü dağılımı, aile içi iletişim şekli, gelecekle ilgili beklentiler ve kaygılar, sosyal çevre ve hatta yaş ile cinsiyet aile içi şiddette etkilidir.

Türkiye’de olduğu gibi çoğu ülkenin toplumsal tabanında ataerkil bir yapı mevcuttur. Anlayış, erkek egemenliğini simgelemekte ve lider statüsündeki erkeğin güce sahip olduğunu göstermektedir. Ataerkil aile tarzında, egemenlik ve güç bir arada olduğu zaman kaçınılamayacak atmosfer, devlet ile aile içinde babanın rolünün benzerliğidir. Devlet; mutlak egemendir, güç kullanma yetkisi yasal olarak sadece ondadır, halkı için en iyiyi düşünen odur ve yapması gerekeni bilir. Halkı nazarında tanrısaldır. Baba figürü ise küçük bir devlet gibidir. Eşi ve çocukları için en iyisini düşünür, maksimum fayda yolunda hareket eder, egemenliği mutlaktır ve güç kullanabilme yetisine sahiptir. Sosyolojik bağlamda, aile bireylerinin zihninde yatan bu dogmatik düşünce sistemi, ataerkil zincirin bir ürünüdür. Güç kullanma tekelini elinde bulunduran baba, bunu çoğu zaman kullanmaktadır ve aile içi şiddet dediğimiz kavramın ayaklarından birisini teşkil eder. Çünkü toplumsal yapı olarak ataerkil aile tipinden farklı ABD’de aile içi şiddete maruz kalan %35’lik oranıyla erkeklerdir; bu oran İngiltere’de %16 civarındadır. Yani aile içi şiddette güç sadece kadınlara veya çocuklara yönelik değildir ki çocuklara karşı girişilen şiddet eylemleri ise çocuk istismarı altında incelenir ve ayrı bir soruşturma süreci vardır. Bu veri ise azımsanamayacak derecede önemli bir rakamdır. Türkiye’de ise böyle bir rakamı söylemek oldukça güçtür. Aile içi şiddete maruz kalanların çoğunluğunun da ötesinde kadınlardır. İlginç istatistikî bir bilgi daha vermek gerekirse bu kadınların %80’i yapacak veya yapabilecekleri fazla bir şey olmadığına inanır. Bu inancın altında yine ataerkil fay hattı yatmaktadır. Bu durum aile içi şiddetin ikinci ayağı olan psikolojik boyutunu meydana getirir; güç ve kontrol, araç ve amaçtır. Ayrıca güç ve kontrol olgunun psiko-analitik düzlemini oluşturur.  Son ayak olan biyolojik sebebe gelirsek “Alkol bütün kötülüklerin anasıdır” lafı da bu durumu anlatmak için yeterli. Çemberin çapı büyütülürse, uyuşturucu gibi bağımlılık yapan faktörler de bu gruba girer. Hatta bazı kurumlar tüm kötü alışkanlıkları (kumar gibi) bu kategori içine ekler. Bunun yanında erkeklik hormonlarının etkisini göz ardı etmemek gerekir. Kısaca aile içi şiddetin fay hatları olarak bu sınıfları da görmek yerinde olacaktır.

C. Şiddet ve Aile

İnsanın doğuşu ile ortaya çıkmış olan şiddet olgusu, birçok bireysel ve toplumsal öğe ile birlikte karmaşık bir yapı ortaya koymaktadır. Kendini çok farklı biçimlerde gösterebilen şiddet olgusu, günümüzde gerek bireysel gerekse toplumsal boyutta sıkça karşılaşabileceğimiz bir olgudur. Baskı, eziyet, korkutma, sindirme, öldürme, cezalandırma, başkaldırı, her toplumda kademeli fakat sürekli bir biçimde günlük yaşamda rastlanan şiddet türleridir. Fransızca’da şiddet (violence) bir kişiye güç veya baskı uygulayarak; istediği bir şey yapmak ya da yaptırmak şeklinde tanımlanmaktadır. Burada şiddet uygulama eylemleri, zorlama, saldırı, kaba kuvvet, bedensel ya da psikolojik acı çektirme ya da işkence, vurma ve yaralama olarak yer almaktadır[3].

Şiddet kavramı siyasal, sosyal ve ekonomik sistemlerin veya sömürge yönetimlerinin varlığını karşılayan ve yürürlükteki sistemin ancak karşı şiddetle ortadan kalkacağını ve yeni bir düzene geçileceğini savunan Marksist benzeri görüşlerle de ortaya konulmaktadır. Ayrıca şiddeti yücelten, ona olumlu bakan faşizm gibi görüşler de vardır.[4] Diğer taraftan, hukuksal anlamda şiddet ile ilgili davranışlar, kanuna uymamak, kişiye zarar vermek, hakaret etmek, onuru kırmak, huzura son vermek, birinin haklarını çiğnemek, hırpalamak, incitmek, zor kullanmak şeklinde kendini gösterirler.[5] Şiddet kavramının oluşumunu sadece bir nedene indirgememek gerekir; toplumsal bir sorundur ve çevreden kaynaklanmaktadır. Siyasi bilimcilere göre şiddet altı açıdan ele alınır[6]. Birincisi ülke kültüründen kaynaklanan şiddet eylemleridir. Bu grup; etnik, dinsel, dilsel, bölgesel çıkar çatışmalarının yıllarca birikimi sonucu içe dönüklük, yabancı düşmanlığı, sevgi ve nefret duygularının birleşimi ortaya çıkan gerginlikleri ve şiddet eylemlerini içerir. İkinci grupta devrimci ve statükocu şiddet eylemleri vardır. Devrimci grup(challengers) var olan durumdan hoşnutsuzdur ve değişim için şiddet eylemlerine başvurabilir; bunun aksine de var olan durumdan memnun olan taraf da gücünü korumak ve kabul ettikleri atmosferin devamlılığı sağlamlaştırmak için karşı şiddet uygulayabilirler. En güzel örneği I. ve II. Dünya Savaş’larında Almanların devrimci niteliği ve İngiltere başta olmak üzere Batılı devletlerin sergilediği tutumdur. Üçüncü grupta ise askeri darbelerin yol açtığı şiddet eylemleri yer almaktadır. Özellikle askeri darbeler konusunda tecrübeli bir ülke olan Türkiye’de yaşanmışlıklar göz önünde bulundurulduğunda bu durumu anlamak zor değildir. Dördüncüsü, öğrencilerin şiddete yönelik hareket ve davranışlarıdır ve yine Türkiye’nin bu konudaki tarih sayfaları karıştırıldığında görülecektir ki öğrenciler arasındaki gruplaşmalar ve bu grupların çatışmaları şiddete meydan verebilmektedir. Beşinci gruba ise ayrılıkçı şiddet eylemlerini gösterebiliriz. Bir örnek sunmak gerekirse, IRA—İrlanda Kurtuluş Ordusu bu konu için biçilmiş kaftan. Son grup, seçim dönemlerinde patlak veren şiddet eylemleridir ki buna da İran’daki son seçim sürecinde yaşananları örnek gösterebiliriz.

Sınıflandırmalardan birine göre de ölçüt şiddetin bireysel ya da kolektif olarak yapılması veya yapılmamasıdır. Kolektif şiddette profesyonel çeteler, kabileler, etnik gruplar, toplumsal sınıflar ve devletlere kadar uzanan bir çizgi mevcuttur. Bir başka kategorize şekli de dar anlamıyla, “fiziksel şiddet, insanların bedensel bütünlüğüne karşı dışarıdan yöneltilen, sert ve acı verici bir edimdir. Mala, cana, sağlığa, bedensel bütünlüğe, birey özgürlüğüne karşı bir tehdit oluşturması söz konusudur. Burada da yaralama, ırza tecavüz, yağma, adam kaçırma gibi başkasına yönelmeler olabildiği gibi, intihar girişimleri biçiminde bireyin kendine yönelik eylemleri de söz konusudur”[7]. Şiddet türlerine de değinecek olursak; İntihar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığından kaynaklanan kendine karşı şiddet, kültürel bir şiddet türü olarak kan davası olgusu, yine kültürel anlamda onay gören namus cinayetleri, kitlesel katliam boyutlarındaki trafik kazaları, adak ve kurban teşhiri, zorla bekâret kontrolleri, dövüşme ve kaba güç gibi bazı erkeklik özelliklerin abartılması ile ortaya çıkan şiddet ve son olarak da aile içi şiddetin öne çıktığını söyleyebiliriz.

Aile içi şiddet, aile bireylerinden herhangi birisinin eşine, çocuklarına, anne-babasına, kardeşlerine ve/veya yakın akrabalarına yönelik uyguladığı her türlü saldırgan davranıştır. Bu tanım içerisinde sadece kaba kuvvet içeren davranışlar değil; aşağılama, tehdit etme, ekonomik özgürlüğünü kısıtlama ve zorla evlendirme gibi olaylar sarmalından geçen bireyin kendisine olan saygısını, kendisine ve çevresine olan güvenini azaltan, korku hissinden kendisini arındırmaktan aciz kılan bütün davranışlar da aile içi şiddet tanımının içerisine girebilmektedir. Ayrıca yalnız aile içi bireyler arasında olan bir durum olmayabilir ki eski eş, nişanlı veya kız/erkek arkadaşları da bu durumun parametrelerine eklemleyebiliriz.

Diğer taraftan daha geniş bir tanımlama olması babında aile, kan bağlılığı, evlilik ve diğer yasal yollardan aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan bireylerden oluşan ve bu bireylerin cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik gereksinmelerinin karşılandığı temel bir toplumsal birim olduğu bilinmektedir. Aile içi şiddet aile üyelerinden biri tarafından aynı ailedeki bir diğer üyenin yaşamını, fiziki veya psikolojik bütünlüğünü veya bağımsızlığını tehlikeye sokan, kişiliğine veya kişilik gelişimine ciddi boyutlarda zarar veren eylem veya ihmaldir.[8] Genel itibariyle aile içi şiddet beş alt grupta incelenir:

  • Fiziksel şiddet; dövme, tokatlama, tekmeleme, yakma gibi eylemleri içerir.
  • Cinsel şiddet; seksüel motivasyona bağlı yapılmış şiddet türüdür.
  • Duygusal istismar; sevgi göstermeme, aşağılama, devamlı eleştirme, kıskançlık, reddetme gibi eylemlerdir.
  • İhmal; daha çok çocuklar ve yaşlıların maruz kaldığı istismar türüdür. Kişinin sosyal ve maddi ihtiyaçlarını karşılamama, bunları ihmal etme şeklindedir.
  • Ekonomik istismar; özellikle yaşlılarda sıkça rastlanır. Kişinin parasını yönetmek, şahsa ait paraya veya kazanç sağlamasına izin vermemektir.

Aile içi şiddet sarmalından geçen bireyin kendisine olan saygısını, kendisine ve çevresine olan güvenini azaltan, korku hissinden kendisini arındırmaktan aciz kılan bütün davranışlar da aile içi şiddet tanımının içerisine girebilmektedir. Aile ve şiddetin bir araya gelmesi sonucunda bireysel ve toplumsal bozukluklar oluşabilmektedir. Öyle ki yapılan araştırmalara göre, bireysel açıdan bir hastanede aile içi şiddete uğramış “hastaların depresif bozukluklar (100 hastadan 52’si yaşamakta), anksiyete bozukluğu[9] (%7), depresyon—anksiyete bozukluğu (%15), psikotik bozukluk (%1), alkol ve madde bağımlılığına bağlı bozukluklar (%1), somatoform bozukluklar[10] (%4), bipolar bozukluk(%3), uyum bozukluğu (%2), I. eksen tanısı almayanlar (%15)”[11] gibi şiddet sonrası sorunlar yaşadığı bilinmektedir. Bunlar sadece olayın kişiler üzerinde oluşturduğu psikolojik travmanın birer sembolüdür. Bireylerden topluma yansıyabilecek bu durum toplumsal yaşam tarzına olumsuz etki edebilmektedir. Birey üzerinde gözlemlenebilen bu travmalar veya yaşanmışlıklar topluma yansımakta; hatta nesilden nesile bir aktarımla çarpık toplumsallaşma örnekleri zaman çizgisinin ileriki dönemlerinde gerek dönemsel gerekse sürekli hal alarak sistemin içerisinde kendisine yer bulabilecektir. Nasıl ki birey toplumun temelinde adlandırılabiliyorsa, onun yaşadığı mutluluklar, sevinçler vs. kadar mağduriyetler, üzüntüler, saldırılar, şiddetler, travmalar da toplum düzenine etkide bulunabilir. İnsan vücudunu düşündüğümüzde, ufak bir virüsün bütün bedende kalıcı veya geçici hasarlar bıraktığı gerçeği gibi birey—toplum ilişkisini açıklayabilmek için tam yeterli olmasa da olayın kötü sonuçlarını açıklaması bağlamında yerinde olacaktır.

D. Sonuç

Aile içi şiddetin algılanması ve tanımlanması her zaman toplumun ve bireylerin kültürel değerleri üzerinden nemalanmaktadır. Bu sebeple, şiddet kullanımı toplumun benimsediği ve meşru gördüğü bir amaç için gündeme geldiğinde, o davranışın şiddet olarak algılanıp tanımlanması da oldukça güç olmaktadır. Örneğin, çocuğun daha iyi eğitilmesi için birkaç tokatla cezalandırılması gibi.  Şiddet kullanımı aslında, şiddet kullanılan çevrede yaşayanlar açısından gizli kapaklı olmayan ve bilinen bir davranış biçimidir. Herkes yakın çevresinde kimin karısını dövdüğünü, kimin çocuklarına kötü davrandığını çoğunlukla bilmesine rağmen özellikle gecekondu mahalleleri gibi insanların komşuluk haricinde, hemşehrilik ve hatta akrabalık gibi bağlarla bağlandıkları kentsel mekânlarda bu tür davranışların, mahallenin “onurunu” korumak ya da yaşanılan alanı dışarıya karşı daha temiz göstermek gibi kaygılarla, yabancılardan gizlenmesi olasıdır. Neticesinde moda terim şiddet “dört duvar arasında” kalmaktadır. Bu durum, aile içi şiddetin, özel hayatın mahremiyet alanında görülmesi ile yakından ilişkilidir.

Sonuç olarak, şiddet ve aile kavramları birbirinden uzak kalması gereken unsurlardır. Aile içi şiddet herkesin isteyebileceği son “şey” dahi olmamalıdır. Toplumsal yaşamda bireylerin ailelerinden başka hiçbir şeylerinin olmadığı açıktır ve en önemli nokta da aile sisteminin korunmasıdır. Çünkü birey gözlerini hayata ailesiyle açar, onun yanında değerlerini oluşturur ve onunla hayatı daha anlamlı kılar. Ailesiz birey yalnızdır. Toplumsal bir varlık insan, aidiyet hissine sahip olmak ve kolektif bir yapıda yer almak ister. Bu toplumsallıktan başka bir şey değildir. Yani sosyalleşebilmek veya hayata uyum sağlamak adına aile ilk adımı teşkil eder. En basitinden tuvalet adabı anne-baba tarafından öğretilir. Toplum içinde nasıl davranması gerektiğini aile bireylerinin tecrübeleri gösterir. Diğer bir ifade ile çocuklar anne-baba tarafından eğitilir ve onların hareketlerini, tutum ve davranışlarını taklit eder. “Üzüm, üzüme baka baka kararır”, “armut, dibine düşer” gibi atasözlerinin yanında kısmen de olsa “ne ekersen onu biçersin” anlayışı gelecek nesillere aktarılmak üzere veri tabanına kopyalanır ve ilerde kullanılmak üzere belleklerde yerini alır. Aile içi şiddet de gelecek kuşaklara devredilebilir. Çünkü birey yaşadığı acıların kendi ailesi de olsa başka bir aktör tarafından yaşanmasından yana olabilir. Bu durum psikolojik bir vakadır.

Kaynakça

[1] ERGİL, Doğu (2001),”Şiddetin Kültürel Kökenleri”, Bilim ve Teknik, Sayı 399. Şubat. s. 40

[2] İnsan haklarının çiğnenmemesi ve adalet—eşitlik kavramlarının anlamları dışına çıkılmamasıdır. 

[3] KOCACIK, Faruk, Şiddet Olgusu Üzerine, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 2, Sayı 1 (http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/88.pdf)

[4] ÜNSAL, Artun (1996), “Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi”, Cogito. Sayı 6—7, s. 29—30, Kış-Bahar

[5] ERTEN, Yavuz ve ARDALI, Cahit (1996),”Saldırganlık Şiddet ve Terörün Psikososyal Yapıları”, Cogito. Sayı 6–7. Kış-Bahar. s. 143–164.

[6] KOCACIK, Faruk, a. g. e, s. 1—2

[7] ÜNSAL, a. g. e, s. 32

[8] http://www.ttb.org.tr/eweb/adli/6.html

[9] Aşırı kaygı ve endişeli beklenti dışında, huzursuzluk, çabuk yorulma, konsantrasyon güçlüğü, kolay parlama, kas gerginliği, uyku bozuklukları da görülmektedir. Tanım olarak kaygı, bunaltı ya da sıkıntı olarak adlandırılabilir. 

[10] Kişinin bedeninde bir bozukluk olmadığı halde sürekli hastalık kaygıları ve çeşitli bedensel yakınmalarla seyreden durumudur. Somatoform bozuklukların temel özelliği hastada yapılan tıbbi incelemeler ve değerlendirmeler sonucunda organik bir nedenle açıklanamayan fiziksel belirtilerin bulunmasıdır.

[11] Dr. Işıl VAHİP ve Dr. Özge DOĞANAVŞARGİL, Aile İçi Fiziksel Şiddet ve Kadın Hastalarımız, Türk Psikiyatri Dergisi, s. 107—114, 2006, Tablo—1 (http://www.turkpsikiyatri.com/C17S2/aileIci.pdf)

http://www.devsaglikis.org.tr/index.php?bolum=yazioku&no=262

Işıl VAHİP ve Dr. Özge DOĞANAVŞARGİL, Aile İçi Fiziksel Şiddet ve Kadın Hastalarımız, Türk Psikiyatri Dergisi, s. 107—114, 2006

http://www.ttb.org.tr/eweb/adli/6.html

KOCACIK, Faruk, Şiddet Olgusu Üzerine, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 2, Sayı 1

ERTEN, Yavuz ve ARDALI, Cahit (1996),”Saldırganlık Şiddet ve Terörün Psikososyal Yapıları”, Cogito. Sayı 6–7. Kış-Bahar. s. 143–164.

ÜNSAL, Artun (1996), “Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi”, Cogito. Sayı 6—7, s. 29—30, Kış-Bahar

ERGİL, Doğu (2001),”Şiddetin Kültürel Kökenleri”, Bilim ve Teknik, Sayı 399. Şubat. s. 40

Görsel Kapağı http://sulusarayataturkio.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/60/11/728290/icerikler/aile-ici-siddet-ve-kadin-egitimi-semineri_2439773.html adresinden alınmıştır.

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR