TR

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Açılışının 100. Yılında Atatürk’ün Halkçılık ve Demokrasi Anlayışı

“Bugünkü mevcudiyetimizin aslî mahiyeti, milletin genel eğilimlerini ispat etmiştir, o da halkçılıktır ve halk hükûmetidir. Hükûmetlerin halkın eline geçmesidir… idareyi halka teslim etmek için çalışalım. O zaman bütün müşküllerin ortadan kalkacağına… kaniim.”

                                                                                                                                                     Mustafa Kemal Atatürk

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN AÇILIŞININ 100.YILINDA

ATATÜRK’ÜN HALKÇILIK VE DEMOKRASİ ANLAYIŞI

Giriş

Tarihsel sürece baktığımızda demokrasi düşüncesinin ve uygulamasının Osmanlı Devleti’nde Sened-i İttifak ile başladığını söyleyebiliriz. 1876 yılında kabul edilen ilk Osmanlı anayasası ile gelişen, 1908 II. Meşrutiyet sonrasında da siyasal, toplumsal ve kültürel anlamda gelişen demokrasi kavramı milli mücadele sırasında, ardından Cumhuriyetin kurulması sonrasında devam etmiştir. Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılması tarihimizin en önemli olaylarından biridir. Halk yönetimi, milli egemenlik ve TBMM’nin üstünlüğü büyük Millet Meclisi ile uygulama alanı bulmuştur. Ulusal bağımsızlık mücadelesi de meclise dayanarak ve meşruiyetini buradan alarak yürütülmüştür. Bu meclis aynı zamanda olağanüstü yetkilerle donatılmış kurucu bir meclis niteliğindedir. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılması ile Atatürk “Yeni Bir Türk Devleti” ülküsünü gerçekleştirmiştir. Ulus egemenliğine dayanan tam bağımsız Türk devletinin kurulması için büyük bir çaba içine girilmiş, bu amaçla 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti döneminde kurulan halk yönetimi 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilan edilmesine kadar devam etmiştir. Bu tarihte de sadece rejimin adı konmuştur. Yeni devletin siyasi rejimi cumhuriyettir. Cumhuriyet rejiminin en önemli özelliği ise, halk egemenliğine dayanması ve sistem olarak da demokrasiyi benimsemesidir. Cumhuriyet yönetimi içindeki uygulamalarda sürekli tartışılan konuların başında halkın yönetime ne kadar katılması gerektiği veya katılabileceği konusu gündeme gelmiştir. Atatürkçü düşünce sistemi içinde yer alan Halkçılık ilkesi benimsenen demokrasi anlayış ile çok yakından ilişkilidir. Nitekim halk yönetimi ve halkın kendi geleceğini yine kendisinin tayin etmesi demokrasi anlayışı ile eş anlamlı olarak düşünülmelidir. Başta Atatürk olmak üzere cumhuriyetin kurucuları demokrasi anlayışını yeni siyasi rejim cumhuriyet ile beraber düşünmüşlerdir. O halde demokrasi anlayışı cumhuriyet rejiminden doğmuştur.

Atatürk’ün “Halkçılık” ve “Demokrasi” Anlayışına Genel Bir Bakış

1.Türkiye Büyük Millet Meclisindeki genel eğilim halkçılık idi. Atatürk tarafından hazırlanarak 13-18 Eylül 1920 tarihleri arasında meclise sunulan Halkçılık programı da bunun en açık kanıtıdır. Sunulan programın 6.maddesi (ki bu madde yeni Türk Devletinin 20 Ocak 1921 tarihli ilk anayasasının 1. Maddesi olan “Hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat idare etmesi esasına dayanır”[1] maddesidir) halkçılık ilkesini ön plana çıkarır.[2] Halkçılık, “bireyler arasında hiçbir hak ayrılığı görmemek, topluluk içinde ayrıcalık kabul etmemek, halk adı verilen tek ve eşit bir varlık tanımak; halkı cemiyet ölçüsü ve temeli olarak ele almak ve bu tabakayı madden ve manen yükseltmek ve adetçe artırarak memlekete tam manasıyla hâkim kılmak; tabakanın altında ve üstünde bulunan bu zümreleri tasfiye işine başlayarak bir halk milleti kurmak ülküsüne yürümek; ilahi bir otoriteye, padişahlığa karsı olmak ve iktidarı halk adına sahiplenmek” [3] olarak açıklanabilir. Bu açıklamadan hareketle halkçılık için halk devleti, halk yönetimi, halkın kendi geleceğine egemen olması ifadelerini kullanabiliriz.

Halkçılık, “Democratie”nin karşılığıdır ve halkın velayeti, halk üzerinde hüküm süren velayetin yine halkın kendisi olması anlamına gelmektedir. Ulus yönetiminde, devlet kurumlarında halka dayanan, halktan güç alan ve ulusun her bireyinin toplum kuralları önünde eşit olacağı halkçı bir düzen kurmayı amaçlayan[4] Mustafa Kemal, cumhuriyet yönetimini oluştururken vermiş olduğu önergelerinde ve onu savunan bütün sözlerinde cumhuriyet kelimesi yerine halk yönetimi, halk hükûmeti, halkçılık deyimlerini kullanmıştır.[5] 1 Mart 1921’de, “Siyaset-i dahiliyemizde olan halkçılık yani milleti bizzat kendi mukadderatına hâkim kılmak esası teşkilat-ı esasiye kanunumuzda tespit edilmiştir” [6] diyerek halkçılığın devlet için önemini vurgulamıştır.

Mustafa Kemal, 1 Aralık 1921’de Büyük Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada halkçılık konusunda görüşlerini daha da açık bir şekilde şöyle ifade etmiştir: “Çalışmak sayesinde her hakkı iktisap ederiz (kazanırız). Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını sa’yda muarrâ (çalışmadan) geçirmek isteyen insanların bizim heyet-i ictimaiyemiz içerisinde yeri yoktur, hakkı yoktur. O halde ifade ediniz efendiler Halkçılık nizâm-ı içtimaiyesi (toplumsal düzenin) sa’yine (çalışmasına, hukukuna istinad ettirmek (dayatmak isteyen) bir meslek-i içtimaiyedir”[7] Mustafa Kemal’in sözlerinden de anlaşılacağı üzere halkçılık Türk toplumunun yeni sosyal ve ekonomik düzenin oluşturulması için de kullanılan bir kavramdır.

Ulusal bağımsızlık mücadelesinin başladığı andan itibaren henüz mücadelenin hazırlık ve örgütlenme aşamasında iken Amasya Genelgesi’nin yapılıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışına kadar olan süreçte her vesile ile millet egemenliği düşüncesi ön plandadır. Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi milletin bağımsızlığının yine milletin azmi ve kararlığı ile sağlanacağı esası üzerine kurulmuştur. İstanbul Hükümeti’nin ve padişahın milli mücadele karşısındaki tutumları ve dış baskılar karşısında hükümetin teslimiyetçi politikasına karşın Mustafa Kemal, meclisin olması gerekliliği üzerinde durmuş, “Milletimizin halas ve istiklalini vatanımızın son kaya parçası üzerinde dahi”[8] savunup başarılı olacaklarını söylemiştir. Millî mücadele yıllarında benimsenen halkçılık düşüncesinde ulusal bir devletin kurulması amaçlanmış, iktidar sorununa çözüm aranmış ve ulusal egemenliği ön planda tutan, bu amaçla İstanbul Hükümeti ile mücadele eden bir yaklaşım içinde olunmuştur. [9] Bu yaklaşım ile hem ulusal bağımsızlık savunulmuş hem de ulusal egemenlik vurgulanmıştır.

Ulusal bağımsızlık mücadelesi sadece dış düşmanlara karşı verilen bir mücadele değildir. Aynı zamanda kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan saray ve çevresine karşı da bir mücadele verilmiştir. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a ayak basması ile milli mücadele halkçı bir liderin önderliğinde başlamış, Türk halkının işgallere karşı bilinçlendirilerek örgütlenmesinin sağlanması ile devam etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışından hemen sonra 24 Nisan 1920 tarihinde bir önerge ile hükümet kurulması kabul edilmiştir. Mustafa Kemal’in konuya ilişkin sözleri şöyle olmuştur: “…bu esaslara müstenit olan bir hükümetin mahiyeti suhuletle anlaşılabilir. Böyle bir hükümet, ulusal egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir…”[10] Mustafa Kemal, aynı zamanda 23 Nisan 1920’de açılan meclise bir halk hükümeti düşüncesini benimsetmeye çalışmıştır. 12 Temmuz 1920 tarihli konuşması bu düşüncesini açıklar niteliktedir. “İç yönetimimiz konusunda güçlükleri yok edebilmek için, iyi görevli atamak, ya da görevlinin görevine son vermek kuralını ortadan kaldırmak gereğindeyiz. Biz bu kuralı iki ilkeye dayandırarak sonuçlandırabiliriz. Bundan dolayı hangi ilkeyi koyabileceğimizi düşünmeye koyulalım. Sandığıma göre bugünkü varlığımızın gerçek özü ulusu genel eğilimlerini ortaya koymuştur. O da halkçılıktır ve halk hükümetidir. Hükümetlerin halkın eline geçmesidir. Efendiler, biz memur sınıfı yaratmak için çalışmayalım. Ve kesinlikle memur kadrosu içinde bulunanları bir yere koymak için kafa yormayalım. Yönetimi halka vermek için çalışalım. O zaman bütün güçlüklerin ortadan kalkacağına inanıyorum. Ben bununla uğraşmaktayım.”[11]

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin nitelikleri konusunda görüşlerini sunan bilim insanlarının sözlerinde de halk ve halk idaresine ilişkin vurgulara rastlanmaktadır. Örneğin Prof. H.Nail Kubalı Türk Devrim (İnkılap) Tarihi adlı eserinde, “Halkın halk tarafından idaresi demek olan egemenliğin kaynağını halk idaresinde gören demokrasinin milli egemenlik formülü şeklindeki ifadesini 1921 Anayasası’nda bulması bir anayasa gelişmesi olmaktan ziyade, kanaatimizce, Anadolu ihtilalinin özel şartlarından doğmuştur”[12] ifadelerini kullanmıştır.

Atatürk’ün halkçılık anlayışında, yüzyıllarca sürüp gelen halkla devlet arasındaki uçurumu kapama, yönetilenlerle yönetenler arasındaki yabancılaşmayı ortadan kaldırma, devleti halk adına halk için halk yararına işleyen bir kuruluş olarak biçimlendirme, temel düşünceydi.[13] Atatürk’e göre böyle bir düşünceye sahip olmak halka dayanan batı uygarlığına yönelmekti. Kaldı ki batı uygarlıklarında halkın kendi kaderini kendisinin tayin ettiği bir anlayış hâkimdi. Atatürk’ün halkçılık ilkesine göre, iktidarın kaynağı doğrudan halkın kendisindedir ki bu zaten Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenmiş biçiminde ve hemen hemen toplumun bütün kesimlerinin ulusal cepheye katılışında kendini açıkça ortaya koymuştur. O’nun bu düşüncesi, ulusun özgürlüğünü ve eşitliğini amaçlıyordu ki bu da aslında kendisinin demokratik bir sisteme olan inancını ortaya koymuştur.[14] Atatürk’ün tüm yaşamına baktığımızda daima halkla birlikte hareket ettiğini, halkın gücünü her gücün üstünde tuttuğunu ve halk iradesinin ne denli önemli olduğunu vurguladığını görebiliriz. Verilen ulusal bağımsızlık mücadelesi halkın gücü ve inancıyla kazanılmıştır. O halde halkın egemen gücü eşitlikçi ve özgürlükçü bir rejimle desteklenmelidir.

Demokrasi kavramı Eski Yunan Uygarlığından günümüze değin sıklıkla karşımıza çıkan bir kavramdır. Kavramı incelerken özellikle üzerinde durulması gereken belli başlı kriterler şöyle sıralanabilir: etkin katılım, eşitlik, bilgi edinme hakkı ve bireylerin söz söyleme hakkına sahip olmaları. Kemal Karpat, Osmanlı’dan Günümüze Kimlik ve İdeoloji adlı kitabında, “Demokrasi siyasi partiler, muhalefet, seçimler ve halkoyu ile seçilmiş temsilciler ile gerçekleşir. Bu demokrasinin dış görünüşüdür, yani ifade şekilleridir. Gerçek demokrasi ise, bir felsefe düşünce şekli, davranış ve insanları eşit gören, kimsenin üstün yaratılmadığını temel ilke edinen bir kültürdür ki bu da bizim halkımız arasında geleneksel bir şekilde mevcuttur” der.[15] Bu kültürün, kimlik farklarına karşın herkesin eşit olduğu anlayışına işaret eden bir kültür olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda bu eşitlik temel hak ve özgürlüklere dayanmaktadır. O halde demokrasinin temel hak ve özgürlüklere dayanan bir çoğunluk yönetimi olduğunu söyleyerek kavramın en basit tanımını da yapmış oluruz.

Robert A. Dahl Demokrasi Üzerine adlı kitabında demokrasinin neden gerekli olduğu konusu ile ilgili olarak şunları yazmıştır: “zorbalığı önlediği, temel hakları koruduğu, genel özgürlüğü sağladığı, bireylere veya halklara kendi kaderlerini tayin etme hakkını verdiği, ahlaki özerkliği, insani gelişmeyi, temel kişisel çıkarları korumayı, siyasal eşitlik, barış ve refahı tesis ettiğine olan inancından ötürü demokrasi gereklidir”[16] Demokrasi gereklidir, çünkü demokrasi her şeyden önce düşünce özgürlüğü demektir. Bireyler ve halklar bu özgür düşüncenin varlığı ile aydınlık geleceklerini yaratır ve sahip çıkarlar.

Halkçılık ile Demokrasi kavramlarını aynı anlamda kullanan Atatürk’e göre, “Demokrasi (Halkçılık) – Demokrasi esasına müstenit hükümetlerde hakimiyet, halka, halkın ekseriyetine aittir. Demokrasi prensibi, hakimiyetin millette olduğunu, başka bir yerde olamayacağını iltizam eder…Demokrasinin en bariz hükümet şekli Cumhuriyettir.”[17] Atatürk’e göre, demokratik cumhuriyete ulaşmak insanlık tarihinde uzun bir zaman almış, bu süreç içinde de büyük acılar yaşanmıştır. Bu konudaki sözleri şöyledir: “Cumhuriyet, son asırlarda büyük medeni milletlerin hesapsız ıstırap ve kandan sonra vardıkları en sağlam devlet şeklidir. Cumhuriyet, son dörtyüz yıllık idareler içinde beşeriyetin çırpına çırpına bulduğu son çaredir.”[18] Demokrasi prensibinin temelinde “hakimiyeti kullanan vasıta ne olursa olsun esas olarak milletin hakimiyete sahip olmasını ve sahip kalmasının” yer aldığını öne çıkaran Atatürk, “Demokrasi prensibi, hakimiyetin millete ait olduğunu, başka yerde olamayacağını iltizam eder. Bu suretle, demokrasi prensibi, siyasi kuvvetin, hakimiyetin menşeine ve meşruiyetine temas etmektedir”[19] der.

Demokrasi esas itibarıyla, 1) Siyasi olup, hedefinin de milleti idare edenler üzerindeki kontrolü sayesinde siyasi hürriyeti temin etmek olduğunu vurgulamaktadır. 2) Fikri olup, adalet sevgisini ve ahlak fikrini gerektirdiğini, 3) Ferdi olup, vatandaşın hakimiyete insan sıfatıyla iştirak etmesiyle gerçekleşeceğini, 4) Eşitlikçi olup bütün fertlerin aynı siyasi haklara sahip olmasını öngörmektedir [20]. Atatürk’ün böyle bir sıralama yaparken özellikle demokrasi kavramının fikir boyutuna vurgu yapması dikkat çekicidir. Demokrasinin ideali “milletin heyeti umumiyesinin, aynı zamanda, idare eden vaziyette bulunabilmesini, hiç olmazsa, devletin son iradesini, yalnız milletin ifade ve izhar etmesini ister” sözleriyle ortaya koyan Atatürk, bunun birtakım problemleri olduğunun da altını çizmektedir.[21]

Atatürkçülük düşüncesinde demokrasinin yeri altı oktan biri olan “Halkçılık” içerisindedir.[22] Afet İnan’ın Atatürk’ten aktardığı sekliyle: “Demokrasi esas itibariyle siyasi mahiyettedir. Demokrasi, bir içtimai muavenet veya bir iktisadi teşkilat sistemi değildir. Demokrasi maddi refah meselesi de değildir. Böyle bir nazariye vatandaşların, siyasi hürriyet ihtiyacını uyutmayı istihdaf eder. Bizim bildiğimiz demokrasi, bilhassa siyasidir; onun hedefi, milletin idare edenler üzerindeki murakabesi sayesinde, siyasi hürriyeti temin etmektir” [23]

Türkiye’de 23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla halk egemenliğine vurgu yapılmıştır. Büyük önder demokrasinin en iyi düzen olduğunu ve yükselen bir deniz gibi ortalığı kaplayacağını söylemiş, cumhuriyetin de demokrasinin en yetkin biçimi olup demokratik bir düzenin meşrutiyetten üstün olduğunu ifade etmiştir.[24] 20 Ocak 1921 tarihli yeni Türk Devleti’nin ilk anayasasının ilk maddesi olan “hakimiyet bila kayd ü şart milletindir. İdare usulü halkın mukedderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir”[25] ile meclisin doğrudan demokrasiyi hedef aldığı ortaya konmuştur.

SONUÇ

23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus iradesini gerçekleştiren, ülke yönetiminde tek egemen gücün millet olduğunu kabul eden, olağanüstü yetkilere sahip kurucu bir meclistir. Meclisin açılmasıyla yeni Türk Devleti’nin temelleri atılmıştır. Temelleri atılan bu yeni devletin yönetim şekli ulusal bağımsızlık mücadelesi sonunda “cumhuriyet” olmuştur. Demokrasinin en gelişmiş şekli olarak tanımlayabileceğimiz Cumhuriyet için Mustafa Kemal’in “demokrasi prensiplerinin en asrî ve en mantıkî tatbikini temin eden hükümet şekli cumhuriyettir”[26] sözü oldukça açık ve anlaşılırdır.

“…Bu prensibe göre, irade ve hâkimiyet, milletin tümüne aittir ve ait olmalıdır. Demokrasi prensibi, millî hâkimiyet şekline dönüşmüştür…” Demokrasi esasına müstenid hükümetlerde hakimiyet, halka, halkın çoğunluğuna aittir. Demokrasi prensibi, hakimiyetin millette olduğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu suretle demokrasi prensibi, siyasî kuvvetin, hakimiyetin kaynağına ve meşruiyetine temas etmektedir.” Atatürk’e göre “bugün, demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır.” On dokuzuncu yüzyıldan itibaren “demokrasi fikri, mukavemet edilemez bir kuvvet ve cereyan” halini almıştır.[27]


KAYNAKÇA

[1] Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, C.1, 4.baskı, Ankara, 1989, s.225.

[2] Mustafa Albayrak, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Tarihsel Gelişimi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih

Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2010, s.62.

[3] Necdet Okmen, Halkçılık Üzerine, Latin Matbaası, İstanbul, 1969, s.5-6.

[4] İsmet Z. Eyüboğlu, Kendi Sözleriyle Atatürk İlkeleri, Uygarlık Yay., İstanbul., 1984., s.149.

[5] İsmail Arar, Atatürk’ün Halkçılık Programı ve Halkçılık İlkesinin Tarihçesi, Baha Matbaası, İstanbul

1963., s.10.

[6] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. I, s.166.

[7] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 1, Ankara1961, s.,961. Afet İnan, Düşünceleriyle Atatürk, s., 76-77.

[8] Yunus Nadi, Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1978, s.282.

[9] Zafer Toprak, “Halkçı İdeolojisinin Oluşumu”, Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları

Sempozyumu Bildirileri, İstanbul, 1977, s.19.

[10] Nutuk-Söylev, Cilt, II, s.589.

[11] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt, I, Maarif Matbaası, İstanbul, 1945, s.90.

[12] H. Nail Kubalı, Türk Devrim (İnkılap) Tarihi, İstanbul, 1973, s. 133.

[13] Emin Özdemir, Halkçı Atatürk, Ilgaz Dergisi, XVII, 194, 1977, s.121.

[14] A. Neyzar Karahan, Atatürk’ün Halk İktidarı Anlayışı, Ankara, 1981, s.4.

[15] Kemal Karpat, Osmanlı’dan Günümüze Kimlik ve İdeoloji, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009, s.12.

[16] Robert A. Dahl, Demokrasi Üzerine, (Çev. B. Kadıoğlu), Phoenix Yayınevi, Ankara, 2010, s.47-57.

[17] A. Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Türk Tarih Kurumu Yayınları,

Ankara, 1998, s.29.

[18] A. Afet İnan, a.g.e., s.39.

[19] Derleyen: Coşkun C. Aktan, “Demokrasi Üzerine Özlü Sözler”, www.canaktan. org, 08.03.2009.

[20] A. Afet İnan, a.g.e.,, s.31.

[21] A. Afet İnan, a.g.e., s.32.

[22] Melih Coşgun, Çağdaş Zarplı, “Atatürkçü Demokrasinin Demokratikliği Tartışmaları”, Akademik Bakış

Dergisi, sayı:49, 2015, s.50.

[23] A. Afet İnan, a.g.e, s.30.

[24] Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007, s.203.

[25] Suna Kili, Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Sened-i İttifaktan Günümüze, Türkiye İş Bankası

Yayınları, Ankara, 1982, s.91-93.

[26] Afet İnan, a.g.e.,s.43-54.

[27] Afet İnan, a.g.e., s.27-30, 390-391, 397-399, 404.

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR