TR

İnsan Hakları Hukuku Işığında Kadına Yönelik Şiddet Ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi Konusunda Devletin Pozitif Yükümlülüğü

ÖZET 

Liberal hak teorisinin temel dayanak noktalarından biri olan özel alan- kamusal alan ayrımı ve özel alanın iktidarca dokunulmaz bir özellik arz ettiği görüşü geçmişten bugüne kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi hususunda devletin pasif tutumuna sebep olmuş bu vesileyle  şiddet bizatihi devlet tarafından meşrulaştırılmış ve bir iktidar biçimine dönüştürülmüştür. İkinci dalga feminist yaklaşım ise şiddeti aile içinde yaşanan cinsiyetten ve toplumsal iktidar ilişkilerinden bağımsız bir sorun olarak gösteren bakış açısına karşı güçlü bir politik eleştiri öne sürerek bu alanda birtakım kazanımların elde edilmesini sağlamıştır. Bu kazanımların en mühimi elbette kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi hususunda devlete yüklenen pozitif yükümlülüklerdir. Çalışmamda kronolojik olarak  kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığı uluslararası boyutta ele alan sözleşmeler ve bunların devletlerin iç hukuklarına yansımaları çerçevesinde devletin pozitif yükümlülükleri incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet, Hegemonik erkeklik, Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde devletin pozitif yükümlülüğü, Kadının insan hakları.

GİRİŞ

Şiddet, insanlık tarihi kadar eski olmakla beraber kadına yönelik şiddet tüm şiddet türleri arasında özel olarak ele alınması gereken bir sorundur. Zira kadına şiddet, tarih boyunca normalleşen ve ataerkil düzen içinde kurumsallaşan kadın ve erkek arasındaki ilk ve temel iş bölümünü idame ettirmede kullanılan olağan bir araç olagelmiştir.[1] Kadın – erkek arasındaki biyolojik ve fiziksel farklılıklar üzerine  inşa edilen cinsiyet kalıplarının sürdürülebilirliği ise kadına yönelik şiddetin araçsallaştırılmasıyoluyla gerçekleşmektedir. Tarihsel süreçler ele alındığında görülmektedir ki kadına yönelik şiddet ve bilhassa ev içi şiddet özel alan- kamusal alan ayrımının da  etkisiyle ailenin özel meselesi olarak algılanmakta ve devletin dışında kaldığı bir olgu niteliği arz etmektedir. İkinci dalga feminist yaklaşım ise şiddeti aile içinde yaşanan, cinsiyetten ve toplumsal cinsiyetten bağımsız bir sorun olarak gören bakış açısına karşı güçlü bir politik eleştiri olarak ortaya çıkmıştır.[2] Bu hareketin güç kazanması sonrası ise ‘’kadının insan hakları’’ nın içeriği genişlemiş, kağıt üzerinde var olan hakların ötesinde kazanımlar elde edilmiştir. Çalışmamda izaha uğraşacağım hususlar ise; öncelikle şiddetin gerçek motivasyonunu anlamak adına hegemonik erkeklik kavramı, kadın hareketlerinin uluslararası alanda elde ettiği kazanımlar, bunların devletlerin iç hukuklarına yansıması ve devletlerin bu hususta üstlerine düşen, hayata geçirilmesi lazım gelen pozitif yükümlülüler en nihayetinde uygulamada karşılaşılan sorunsallardır.

1.Hegomonik Erkeklik Kavramı ve Şiddet 

Kadına yönelik şiddet, mağdura yakın bir kişi tarafından işlenmesi, genellikle tekrar ve süreklilik arz etmesi, kadının kontrol edilmesi ve baskı altında tutulmasını hedeflemesi, kadın üzerinde ağır duygusal ve fiziksel etkileri olmasına rağmen toplum ve hatta kadının kendisi tarafından meşru görülebilen bir şiddet olması hasebiyle diğer şiddet türlerinden farklı bir içeriktir.[3] Kadına yönelen bu şiddetin ise farklı türleri mevcuttur. Şiddet türlerinin başında fiziksel şiddet gelmektedir. Fiziksel şiddet kadının bedenine yönelen, yaralama, bedensel acı verme veya öldürme amacı güden ve fiziki birtakım üstünlüklere dayanan şiddet türü olup toplumda kadını bastırmaya, kontrol altına almaya yönelik en fazla karşımıza çıkan şiddet türüdür. Diğer bir şiddet türü ise psikolojik şiddettir ki bu Türk  toplumunda açıkça gözlemlenebileceği üzere kadının ne yazık ki rutini halini gelmiş ve rıza faktörüne dayalı sıradanlaşmıştır. Bu durumun en önemli sebebi ise anılan şiddet türünün bulgusuna dair somut emareler var olmadığından ve de toplumda var olan ölçüsüz güç ilişkisinin kadını ikincilleştiren her türlü pratiğinin kadınlar tarafından benimsenmesi ve psikolojik şiddetin içselleştirilerek normalleştirilmesidir. Bu şiddet türünde ise  kadına yönelen hakaret, tehdit, korkutma vb. fiiller kadına acizlik, değersizlik ve buna benzer duygular uyandırır. Kadına yönelik yukarıda sayılan ve bir kısmı aşağıda incelenecek olan şiddetin temelleri ise toplumda var olan eşitsiz güç ve iktidar ilişkilerine dayanır. Hegemonik erkeklik kavramının anlaşılmasının ise eril şiddetin kökenine dair fikir sahibi olmamızı sağlayacağını düşünmekteyim.

R.W. Connel kavramı, erkeklerin hakim, kadınların tabii durumda olduğu patriarşik düzenin meşruluğunu temellendiren toplumsal cinsiyet pratiğinin inşası durumunu tarif etmek için kullanır.[4]Hegemonik erkeklik, toplumsal süreçler içinde idealize edilmiş bir erkeklik formunun devlet, kilise, medya gibi kurumlar vasıtasıyla nasıl tüm topluma yayıldığına işaret eden bir kavramdır.[5]Hegemonik erkeklik toplumsal cinsiyet düzeninin önemli bir unsuru olarak aslında eril olana dair çizilen bir imaj ve değerler setinin içselleştirilmesi ve yaygınlaştırılması süreciyle ilintilidir.[6]

Hegemonik erkeklik ve şiddet ilişkisini düşünürken belki de belirtilmesi gereken ilk nokta şudur: Şiddet; erkeklik ideolojisi, özelde hegemonik erkeklik içinde araçsal bir pratiktir.[7] Burada şiddet, erkekliğin ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza çıkar ve erkekliğin tamamlayıcısı olarak devreye girer. Erkek tikel görünümleriyle şiddeti potansiyel olarak  uygulayabilecek güce sahiptir ve bu yeri geldiğinde belirli bir amacın gerçekleştirilmesi, bir kabullenme ya da en basitinden sorun çözme aracı olarak şiddetin edimselliğe çevrilmesine yol açar.[8]Connell bu çerçevede ‘’ şiddet kullanımının ya da tehdidinin, erkeklerin dünyasında kadın ve çocuklarla ilgilenmenin bir yolu olarak görüldüğünü’’anımsatırken, erkek figürünün bu anlamda aile içi ilişkilerdeki temel tehdit ve otorite figürü olarak içselleştirildiğini vurgular: Tıpkı ‘’baban gelince görürsün’’ türündeki uyarılarda olduğu gibi.[9]

Bu bağlamdan hiç de uzak olmayan bir şekilde işaret edilmesi gereken ikinci nokta şu olabilir: Şiddet, hegemonik erkekliğin kuruluş ve yeniden üretim süreciyle ilgili sosyal bir performanstır. Burada erkekliğe atfedilen güç ve dayanıklılık, cesaret ve kahramanlık gibi motifler topluluk içinde ritüelleştirilmiş performanslar üzerinden yeniden ve yeniden üretilirler.[10]

Bu düzlemde cesaret kanıtlama kaygısının kaynağı bizi hegemonik erkeklik ve şiddet ilişkisini tartışırken başka bir noktanın kıyısına taşır: Şiddet, pek çok unsurla birlikte eril kimlik temelindeki bir dizi korkuya dayanır.[11] Bu bir dizi korku, öncelikle erkeklik kaybına ya da erkekliğin zayıflamasına yöneliktir.[12] ‘’Burada boşandığı ya da boşanmak istediği için şiddet gören kadın örneğini düşünelim. İlk bakışta burada şiddeti yaratan şeyin erkeğin iktidar alanını ve nesnesini kaybetmesi olduğu düşünülebilir. Boşanma fikri erkeğin iktidarına bir başkaldırı ya da onun hakimiyet alanından bir kopuşa, onun iktidarında bir zayıflamaya işaret ediyor gibi gözükmektedir. Ancak aslında söz konusu olan, eril tahakkümün ya da hegemonik erkeklik pratiklerinin bir başka araçsallık üzerinden gerçekleştirilmesidir.’’[13] Bir başka deyişle burada gerçekleştiği haliyle eril şiddet; iktidar mantığında bir gerileme olduğu için değil, bizatihi iktidar mantığı onu gerektirdiği için, erkeğin iktidarında bir zayıflama olduğu için değil ve fakat bu iktidar zayıflığa izin vermediği için, yani onun nihai bir ereği olduğu için uygulanan bir pratiktir.[14]

Burada ele alınan temel noktalara eklenmesi gereken bir husus varsa o da şu olmalıdır: ‘’Şiddet temsilleri, hegemonik erkekliğin kültürel mantığını yeniden üretir.’’[15] Popüler sinema ya da TV ürünlerinin değişmez hegemonik erkeklik motifleri; belirgin bir şeref / onur vurgusu üzerinden fiziksel ve zihinsel üstünlüklerle donatılmış, genellikle sessiz ama konuştuğunda aforizmatik dilleriyle aydınlanma anlarına can veren erkekler üzerinden somutlaşır.[16] Erdoğan’ın Türkiye’de yayımlanan Men’sHealth, FHM, Esquire dergileri özelinde yaptığı çalışmanın ışığında bakıldığında bu ve benzeri erkek dergilerinin erkek olmaya dair ideal bir çerçeve çizmeye çalıştığı görülebilir.[17] ‘’ Vücut geliştiren, sağlığını koruyan, cinsel ilişkide başarılı, modayı takip eden, sağlıklı beslenen ve spor yapan ‘’ erkek imajı söz konusu dergiler tarafından belirli bir yüceltime tabii tutulur.[18] Fallus temelli, güç, dayanaklılık ve başarı gibi temalara dayanan dergi reklamlarındaki erkek prototipinden[19] güç yüceltimi, saldırgan bir söylem ve yoğun argo kullanımına dayanan spor medyasındaki dile[20] uzanan hatta meşru erkeklik kodlarının yeniden üretilmesi ve yayılması için ideolojik bir aygıt olarak medya kritik bir konumdadır.[21]

Hegemonik erkekliğin işleyişi sadece ideolojik aygıtlarla değil, baskı aygıtlarıyla da ilintilidir.[22] Burada belirtilmesi gereken bir başka nokta şudur: Şiddet ve devlet kurumları arasında bazen açık bazen örtük bir ittifaklar sistemi vardır.[23]Walter Benjamin’in, ‘’bir şiddet eleştirisinin görevi, şiddetin hukuk ve adaletle ilişkini ortaya koymaktır’’[24] ifadesi burada değer kazanır. Zira erkekler tarafından baskı altına alınmış sistemler ağının hegemonik erkeklik kavramından ve pratiklerinden bağımsız olduğu düşünülemez. Bu duruma verilecek en iyi örnekler ise ev içi şiddete maruz kalan kadınların ilgili yerlere başvurduklarında ilgililerin suçun soruşturulması noktasında isteksiz tavırları ve kadınların cesaretlerinin kırılarak sindirilmeleridir. Burada görevi suçu soruşturmak olan devlet tarafından vazifelendirilmiş kimselerin söz konusu ev içi şiddet olduğunda pasif tutum sergilemeleri, adeta bu noktada bir arabulucuya dönüşmeleri şiddete maruz kalan kimselerde -genelde kadınlarda- mücadeleye değer bir sonuç elde edemeyecekleri fikrini uyandırmakta ve genel bir çaresizlik hissine sebep olmaktadır. Bu durumda her defasında şiddet yeniden üretilmekte ve cezasızlık hali ortaya çıkmaktadır.

 2. İkinci Dalga Feminist Yaklaşım Açısından Şiddet

İkinci dalga feminist hareket, özel alan/kamusal alan ikiliğine karşı güçlü bir eleştirel politik söylem etrafında konumlanmıştır. Bu anlayışa göre erkekler kadın bedeni üzerinde sistematik bir egemenlik kurmuşlardır ve bu egemenlik toplumsal ilişkiler temelinde farklı tezahürlere bürünmektedir. Eril tahakkümün en korkunç şekilde ortaya çıktığı alan ise elbette politikanın dışına itilen özel alandır. Kadınlar en çok özel alanda ikincilleştirilmekte, baskı altına alınmakta ve birçok şiddet türüne maruz kalmaktadır. Bu anlamda radikal feminizm yaklaşım kadın direnişinin özel alanda da sağlanması gerekliliğine vurgu yapar ve temellerini bu anlayış üzerine atar.

Radikal feminist model, şiddeti aile içerisinde yaşanan, cinsiyetten ve toplumsal iktidar ilişkilerinden bağımsız bir sorun olarak gören bakış açısına karşı güçlü bir politik eleştiri olarak ortaya çıkmıştır.[25] Feminist yaklaşım erkeklerin toplumsal konumlanışını ve ayrıcalıklarını ve ev-içi şiddetin ailenin özel meselesi olduğu görüşünü sorgular ve feministler doğru bir biçimde kadınların şiddet dahil karşılaştıkları tüm sorunların  sosyal, kültürel ve politik güçlerden kaynaklandığını savunduklarından bu sorunu sosyo-politik düzeyde müdahale ve eylem gerektirdiğini ileri sürerler.[26] Bu inanç feministlerin ‘’kişisel olan politiktir’’ sloganında sembolikleşir.[27] Feminist model sosyo-politik müdahalelerin yanı sıra kadınların güçlenmesini, aktifleşmesini, kendi iradelerini elde etmelerini destekler.[28]Bu modele göre yakın ilişki içinde şiddet erkeklerin şiddetin kullanıcısı, kadınların ise esas kurbanları olduklar patriarkal sistem içinde kadınların erkeklerin baskısı altında olmalarından veya erkeklerin kadınları kontrol etme arzusundan kaynaklanmaktadır.[29]

 3. İnsan Hakları ve Şiddet Diyalektiği

Diyalektik bir ilişki içinde olduğunu ileri sürdüğümüz şiddet ve insan hakları olguları insanlık tarihi kadar eskidir ve niteliksel olarak her tarihi dönemde baskın olan farklı mücadele alanlarını kapsarlar.[30] Tarihsel olarak baskı ve zulüm altında yaşayan insanların başkaldırıları, insan haklarını tanımlayan belirli düzenleme ve belgelerin geliştirilmesine neden olmuştur.[31] Bu belgelerde ise şekli olarak hak sahibi olan kadınlar ne yazık ki fiili olarak herhangi bir hak talebinin öznesi konumuna yerleşemiyorlar ve ideolojik olarak yaratılan kadınlık halleri üzerinden kadını ikincilleştiren ve ötekileştiren pratiklere maruz kalıyorlardı. Kadın özel alana hapsediliyor üreme fonksiyonu temelinde toplumun kontrol mekanizmalarına maruz kalmaya devam ediyordu. Eşitlik ve özgürlük adına kadının yaşamını farklılaştıran uygulamalara ise yer yoktu. İşte bu şiddet ve zor kullanımı içeren hiyerarşik yapılar doğal olarak isyanı ve başkaldırıyı da beraberinde getirmiştir.[32] İnsan hakları ve şiddet diyalektiği ise burada anlam kazanmakta ve bir mücadeleye dönüşmektedir. İnsan hakları ve onuruna aykırı bir biçimde şüpheli kategoriler üzerinden ikincilleştirilen, ayrıştırılan, zulme uğrayan tüm insanlar en nihayetinde gerek bireysel gerekse kollektif olarak hak talepleriyle ortaya çıkar, politika ve hukuk aracılığıyla kazanımlar elde ederler. Nitekim kadınlarda fiili ve gerçek eşitliğin hayata geçirilmesi adına seslerini bir araya getirerek  bir yumruğa dönüşmüş ve kadını ikincilleştiren, baskılayan, kadının ne yapıp ne yapamayacağını söyleyen tahakküme, iktidar ideolojisine karşı güçlü bir darbe indirmiştir.

 4.Kadının Haklarının Uluslararası Anayasası- CEDAW

CEDAW-  Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Bertaraf Edilmesi Sözleşmesi; Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1979 yılında kabul edilmiş ve anılan sözleşme 1981 yılında yürürlüğe girmiştir. Uluslararası Kadın Hakları Bildirgesi olarak da tanımlanan CEDAW, kadınların siyasi, medeni, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamda tam ve eşit olarak yer almalarını ve kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını öngörmekle beraber bunun da ötesinde ‘’kadın erkek eşitliğinin sağlanması için, kadınların güçlendirilmesini ve pozitif ayrımcılığı’’ da desteklemektedir.[33]Sözleşmenin hukuki eşitliğin ötesinde ‘’eylemli eşitlik’’ kavramına yaptığı vurgu, ayrımcılığın temelinde yatan kadın-erkek kimliklerine dair sosyo-kültürel değerlerin ve kalıpların sorgulanmasını öngörür ve her iki cinsten birinin aşağılığı veya üstünlüğü fikrine veya kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı önyargıların, geleneksel ve diğer bütün uygulamaların ortadan kaldırılması amacını güder.

Kadınlara karşı ayrımcılığın ne olduğunu ve bunların bertaraf edilmesi için ne gibi önlemlerin alınması gerektiğini hukuken bağlayıcı bir metinde tanımlıyor olması, CEDAW’ ı dünya kadınları için vazgeçilmez ve güçlü bir mücadele aracı yapmaktadır.[34] Bugün uygulamadaki tutarsızlıklar bir yana Sözleşme’nin 188 ülke tarafından onaylanmış olması onun uluslararası önemini göstermektedir.[35]

CEDAW ayrımcılığı tanımlarken kadına yönelik şiddet konusunda sessiz kalmış ancak sözleşmenin kabulünden 13 yıl sonra şiddetin kadınların temel haklarını kullanabilmelerinin önünde ciddi bir engel teşkil ettiği karşısında CEDAW Komitesi 1980 sonlarından itibaren Sözleşme’nin 21. Maddesine istinaden bir dizi tavsiye kararı alarak Sözleşmede ki eksikliği gidermiştir.[36] Bunlar içinde özellikle önem taşıyan 19 no’lu Genel Tavsiye kararı kadınlara kadın oldukları için yöneltilen ve/ veya kadınları orantısız olarak etkileyen şiddeti, CEDAW denetimi kapsamına alınan bir ayrımcılık olarak tanımlar.[37]Bu kararıyla komite Sözleşmeye taraf devletlere, kadına şiddeti önleme yükümlülüğü getirmiş, böylece hükümetler Sözleşme hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili olarak Komiteye sundukları dönemsel raporlarında kadına şiddetin önlenmesi konusundaki çalışmalarına yer vermek durumunda kalmışlardır.[38] Daha sonra ise CEDAW’ ı daha da güçlendirmek ve etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak amacıyla BM Genel Kurulu 1999’da Ek İhtiyari Protokolü kabul etmiş, İhtiyari Protokol CEDAW’ ın mevcut denetleme mekanizmalarına ek olarak iki önemli ve yeni aracı kadınların kullanımına açmaktadır: kişisel başvuru hakkı ve Komite’nin inceleme yetkisidir.[39]

5. 1993 Kadınlara Yönelik Şiddetin Bertaraf Edilmesi Sözleşmesi 

 1993 Viyana İnsan Hakları Konferansı’ nın yol açtığı gelişmelerden biri de 1993 Kadınlara Yönelik Şiddetin Bertaraf Edilmesi Sözleşmesidir.[40] Her ne kadar bu bildirge uluslararası hukuk açısında bağlayıcı bir nitelik taşımasa da BM nezdinde kadına şiddet konusundaki ilk ve tek normatif çerçeveyi oluşturuyor olması açısından önemlidir.[41] Sözleşme’nin 1. Maddesi kadına şiddeti ‘’ ister kamusal ister özel hayatta olsun tehdit etme, zorlama veya özgürlükten keyfi olarak yoksun bırakma dahil olmak üzere fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar veya acı verme sonucu doğuran veya bu sonucu doğurması muhtemel olan cinsiyete dayalı her türlü şiddet eylemi’’ olarak tanımlar. İşbu sözleşmenin 4. Maddesi ise devlet sorumluluklarından bahsetmekte olup buna göre devlet; kadına yönelik şiddeti engelleme yükümlülüğünü yerine getirmemek için herhangi bir örf ve adeti, geleneği veya dinsel düşünceyi ileri süremez, ister devlet isterse özel şahıslar tarafından işlensin, bu fiilleri önlemek, şiddete maruz kalmış olan ya da şiddet riski taşıyan kadını korumak, suçu soruşturmak ve suçluları ulusal hukuka göre cezalandırmak ve mağdurları tazmin etmek için devleti ‘’özen yükümlülüğü’’ ile hareket etmeye çağırır. Böylelikle, CEDAW Sözleşmesinde kadın haklarının tümü için öngörülen devletin pozitif yükümlülüğü ilkesi, kadınlara yönelik şiddet konusunda devletlerin özen yükümlülüğüyle hareket etmesinin vurgulanmasıyla somutlanmış ve pekiştirilmiştir.[42]

6. İstanbul Sözleşmesi- Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev-İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi

 İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddet ve ev-içi şiddeti önlemek amacıyla kabul edilmiş bir sözleşme olup bu bağlamda sözleşmenin kapsamında şiddete maruz kalan kadınlar ve ev içi şiddet mağdurları yer almaktadır. Sözleşmenin 3. Maddesinde belirtildiği üzere kadınlar terimi 18 yaşın altındaki kız çocuklarını da kapsamaktadır. Sözleşme’ nin kadına yönelik şiddet tanımı şöyledir: ‘’İnsan haklarının ihlali ve ayrımcılığın bir şekli olarak, ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlüktenyoksun bırakmadır.’’

Sözleşme’nin 1. Maddesinde belirtilen sözleşmenin öncelikli amaçları; kadınları her türlü şiddetten korumak, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak, kadınların güçlendirilmesiyle kadın ile erkek arasında eşitliği teşvik etmek ve genel bir ifadeyle belirtmek gerekirse kadınlara yönelik ve ev içi şiddet mağdurlarının korunması, bu mağdurlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve ve politika geliştirerek bu minvalde uluslararası işbirliğini teşvik etmek olarak ifade edilebilir.

İnsan haklarıyla ilgili olarak sözleşmenin 4. Maddesi özellikle kadınların yaşam haklarının güvence altına alınmasını şart koşmakta olup bu şiddet insan haklarının ihlali anlamına gelmektedir.[43]

İstanbul Sözleşmesinin ayrımcılığın bir şekli olarak kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak adına devletler için öngördüğü yükümlülükler ise oldukça geniş çaplıdır. Sözleşmeye taraf devletler; sözleşme hükümlerinin uygulanmasında ve etkilerinin değerlendirilmesinde toplumsal cinsiyet bakış açısına yer vermeyi, kadın-erkek eşitliği ve kadınların güçlendirilmesine yönelik politikalar geliştirmeyi, şiddeti önleme ve bununla mücadeleye ilişkin politikaların, programlarının uygulanması için yeterli mali ve beşeri kaynağı tahsis etmeyi, kadına şiddetle mücadele açısından sivil toplum kuruluşlarıyla etkin işbirliği içerisinde kalarak her türlü çalışmayı desteklemeyi, kadınların güçlenmesine yönelik program ve faaliyetleri artırmayı,  mağdurlara her türlü desteği sağlamayı taahhüt eder.

 7.Kadına Yönelik Şiddetle ve Ev-İçi Siddetle Mücadelede Devletin Pozitif Yükümlülükleri

Kadına yönelik şiddet, kadını korkutmak, aşağılamak, izole etmek, baskı yapmak, tehdit etmek veya yaralamak amacıyla fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik veya psikolojik eylemlerde bulunmak anlamına gelir. Kadına yönelik uygulanan şiddet türleri olarak ise şunları sırayabiliriz:

-Fiziksel şiddet : Kişinin bedenine zarar verecek her türlü davranış.

Sözlü-duygusal-psikolojik şiddet: Hakaret etmek, aşağılayıcı söz söylemek, korkutmak, tehdit etmek, kişi üzerinde değersizlik, acizlik hissi uyandıran her türlü davranış.

-Ekonomik şiddet: Kişiyi çalışmaya veya çalışmamaya zorlamak, parasına, banka kartlarına el koyma vb. davranışlar.

-Cinsel şiddet: Kadını isteği dışında cinsel ilişkiye zorlamak, fuhuşa zorlamak, çocuk doğurmaya zorlamak vb. haller.

İstanbul Sözleşmesinde ev içi şiddet ise şöyle tanımlanmaktadır:Eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgahı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri.

Kadına yönelik şiddet tüm dünyada yaygın ve ciddi bir sorun olarak görülür. Kadına yönelik şiddet diğer şiddet türleri arasında özel bir nitelik arz eder zira genelde mağdura yakın bir kimse tarafından işlenmekte, genelde süreklilik arz etme ve de gerek mağdur tarafından gerekse toplum tarafından meşru görülmekte ve hatta çoğu zaman aile içerisinde rıza faktörüne dayanmaktadır. Küresel kadın hareketinin kadına şiddet konusuna odaklanması, daha önce doğal kabul edilen şiddet eylemlerinin insan hakkı ihlali olduğunun kabul edilmesini ve kadınların özgün hak ihlali tecrübelerini yerelden küresele doğru ilişkilendirerek sorunun evrensel bir mesele olarak uluslararası camianın gündemine girmesini sağlamıştır.[44] Bununla birlikte kadına şiddetin, temelinde yatan eşitsiz cinsiyet yapısından kopuk bir şekilde, insani çerçevede bir vicdan meselesi olarak algılanması bu gündeme büyük ölçüde damgasını vurmuş, amaç ‘’zavallı kadınların’’ kurtarılması olmuştur.[45]Bu açıdan bakıldığında kadına şiddetle mücadele, doğal olarak, gündelik yaşamda kemikleşmiş cinsiyetçi değerler ve uygulamalara meydan okuma anlamına geldiği gibi mağdur-merkezli bakış açısından ‘’güçlenme’’ ve insan hakları temelli bir yaklaşıma yönelmeyi zorunlu kılmakta olup ‘’güçlenme yaklaşımı’’nın kadınların doğaları gereği zayıf oldukları için değil, toplumsal değer ve kurumların imtiyazlı kıldığı erkek egemen cinsiyet yapısı nedeniyle şiddete maruz kaldıklarını ve çözümün eşitsiz cinsiyet yapısının dönüşümünde yattığını vurgulamaktadır.[46]

Yukarıda izah edilen hususlar çerçevesinde ‘’kolektif kadın mücadelesinin’’ bir sonucu olarak kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi anlamında devletler için birtakım pozitif yükümlülükler öngörülmüştür. Devletin kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti önleme noktasında pozitif yükümlülüğü ise başlı başına bir kazanım niteliğindedir. İnsan hakları düşünüldüğünde bu bağlamda devletlerin yüklendikleri bir takım negatif yükümlülükler de vardır. Negatif yükümlülükler; devletin hakkın kullanılmasında pasif kaldığı, hakka müdahale etmediği bir yükümlülüğü ifade etmektedir. Pozitif yükümlülük ise söz konusu hakkın hayata geçirilmesi adına devletin özellikle aktif bir tutum benimsemesi gerektiği, bunun adına özel bir çaba sarf etmesive bir davranış yükümlülüğünü ifade eder. Yani devletler; kadınlara, kadın oldukları için maruz kaldıkları her türlü şiddetten arındırılmış bir yaşam sunma yükümlülüğü altındadırlar ve bunun yaşama geçirilmesi adına her türlü tedbiri almaya mecburdurlar.

7.1.Devletin Kadına Şiddetin Bertaraf Edilmesiyle İlgili Yükümlülüğüne Dair Göstergeler

-CEDAW’ ın ve diğer insan hakları sözleşmelerinin onaylanması,

-Kadınların eşitliğinin anayasal güvence altına alınması ve ayrımcı yasaları kaldırılması,

-Kanıt temeli güçlü ve uygulamaya dönük siyasal kararlılıkla birlikte, kadına şiddet alanında eylem planı/ uygulama politikası geliştirilmesi; bunun için yeterli bütçenin ayrılması, hedeflerin zaman ayarlı tanımlanması ve sorumlulukların net bir biçimde ortaya konulması,

-Yargı kararı, koruma ve tazminat gibi imkanlar sağlayan etkili bir yasal çerçeve, yönetmelikler ve usul hukuku,

-Kadına şiddetin her biçiminin suç sayılması ve faillerinin kovuşturulması,

-Bilinç, duyarlılık geliştirici ve önleyici programlar,

-Profesyonellerde ve resmi görevlilerde bilinç ve duyarlılık geliştirilmesi,

-STK’lar, sığınma evleri, yardımlar, tanıtım ve savunuculuk faaliyetleri dahil verdikleri hizmetleri destekleyici kaynakların tahsis edilmesi,

-Kadınların ilerleyebilmesi için mevcut yapısal eşitsizliklerin mercek altına alınması,

-Politikaların ve temel araştırma programlarının değerlendirilmesi dahil olmak üzere, ilgili verilerin toplanması, derlenmesi ve yayınlanması.[47]

 7.2.Uygulamadaki Genel Eğilimler

7.2.1.Önleme

Genel olarak devletler, kadına şiddetin önlenmesi için gerekli özen yükümlülüklerini, özel yasalar çıkarmak, bilinçlendirme kampanyaları yürütmek ve belirli meslek gruplarının eğitilmesini sağlamak suretiyle yerine getirmeye çalışmaktadır.[48] Bazı devletler ev içi şiddet konusunda özel yasa hükümleri kabul etmekte, düzenlemelerin büyük bir kısmı yalnızca cezai müeyyediler getirmeyip aynı zamanda haneden uzaklaştırma gibi hukuki yolları da içermektedir. [49]

İsviçre önemli bir gelişme olarak ev içi şiddet vakıalarında uzlaştırıcılığa dayanan yaklaşımları terk ederek soruşturma ve cezai yaptırımların uygulanması eğilimini içeren önleyici bir modele yönelmiştir.[50] Yine bu noktada birçok hükümet devletin farklı aygıtları ve birimleri içerisinde yürütülen şiddeti önleyici faaliyetlerin eşgüdümünü sağlamak amacıyla çok sektörlü eylem planları hazırlamakta, diğer bazıları ise özel komiteler ve çeşitli kurumlar içinde kadına şiddet konusunda odak noktası olarak görev yapacak birimler tanımlamışlardır.[51]

Çoğu devlet posterler, dergiler, internet siteleri, televizyon radyo ilan ve spotları aracılığıyla kadına şiddete ilişkin geniş tabanlı bilinçlendirme kampanyaları yürütmekte ve yine pek çok ülkede kadına şiddete ilişkin olarak ulusal eylem  günleri ve 25 Kasım – 10 Aralık tarihlerini kapsayan uluslararası ‘’16 günlük aktivizm’’ kampanyasına maddi ve lojistik destek sağlamak amacıyla özel birim ve fon oluşturulmuştur.[52] Diğer taraftan Avusturya, Danimarka, Güney Kore Cumhuriyet gibi bazı ülkeler erkeklerde davranış değişikliğini hedefleyen danışmanlık ve öfkeyle baş etme programları düzenliyorlar.[53]

Türkiye’ de ve pek çok ülkede polis, savcı, hakim, doktor, hemşire gibi farklı meslek gruplarına yönelik eğitim ve bilinçlendirme eğitimleri düzenlenmektedir. Bunun yanı sıra örneğin El Salvador cinsiyet eşitliğine ilişkin bir eğitim müfredatı hazırlamış ve okullarda kullanılmak üzere şiddet içermeyen iletişim stratejileri geliştirmiştir.[54]

Yukarıda ifade edilen programların kadına yönelik şiddete karşı kamuoyu oluşturmak ve toplumun bu konuda bilinçlendirilmesi noktasında etkin rol oynadığı  kuşkusuz olmakla beraber toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin köklerinin anlaşılması ve bu köklerin ortadan kaldırılması anlamında bir farkındalık yaratmada ise yetersiz kaldığı görülmektedir. Devletlerin kadına yönelik şiddeti önleme hususunda pozitif bir yükümlülük altına girdiği gerçeği düşünüldüğünde köktenci yaklaşımların benimsenmesi gereği aşikardır. Bunun gerçekleştirilebilmesi için öncelikle ülke çapında  toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığına, ilişkin bir eylem planı, politika üretilmeli ve gerek devlet gerek özel tüzel kişiliğine bağlı tüm kuruluşlar ve fertler özelinde tüm alanlarda uygulamaya sokulmalıdır. Okullarda her eğitim düzeyine uygun müfredatlar geliştirilmeli ve okutulmalı, toplumun her kesimini yakalayabilecek alanlarda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kökenine dair eleştirel yaklaşım ortaya konulmalı ve yine üretilmiş cinsiyet kalıpları yıkılmaya çalışılmalıdır. Bu noktada ise devlete düşen görev  bu anlamda aktif bir tutum sergilemesi, bu alanda çalışmalar yapan sivil toplum örgütleriyle etkin iletişim ve bağ kurması ve birlikte harekete geçereke toplumda ciddi bir farkındalığın uyanmasına vesile olması gerekmektedir.

7.2.2.Koruma

Devletlerin kadına yönelik şiddeti önleme hususunda pozitif yükümlülüğü temelinde gerek şiddet görme tehdidi altında bulunan kadınlar veya potansiyel ev içi şiddet mağdurları, gerekse şiddete maruz kalmış kişiler adına alınması lazım gelen birtakım tedbirler elbette vardır. Bunların başında öncelikle tehlike altında bulunan kadını koruma altına alan yasalar ve koruma tedbirleri gelmektedir. Şiddete maruz kalma tehdidi altında bulunan veyahut şiddet mağduru ve  fakat ikinci mağduriyeti önleme hususunda yargı organınca verilen koruma tedbirleri, uzaklaştırma kararları önem arz etmektedir. Yine şiddet veya potansiyel şiddet mağdurlarına yönelik etkin bir şekilde korunma sağlanması onlar için uygun koşullarda sığınma evlerinin varlığına bunlara kolaylıkla  ulaşılabilirlik sağlanmasına, hukuki, psikolojik ve maddi yardımların gerçekleştirilmesine bağlıdır.

Koruma yükümlülüklerinin hayata geçirilmesinde gözlemlenen sorunlar arasında kadına şiddetle ilgili cezai müeyyidelerin polis ve yargı makamları tarafından yeterince uygulanmaması ve sığınma evleri gibi hizmetlerin yokluğu ya da yetersizliği bunun sonucunda ise çoğu zaman kadınlar kendilerine şiddet uygulayan kişiyle yaşamaya devam etmek durumunda kalmasıdır.[55]

 7.2.3.Soruşturma ve Cezalandırma

Kadına yönelik şiddeti önlemede devletin pozitif yükümlülüğü çerçevesinde suçları soruşturma, kovuşturma ve cezalandırma mekanizmalarında görev alan yetkililerin tutumları bu noktada önem kazanmaktadır. Devlet kadına yönelik şiddet vakıalarının etkin bir biçimde soruşturulmasını ve kovuşturulmasını sağlamakla birlikte yargı organlarınca  mağdur ve potansiyel mağdurlara etkin bir şekilde korunmasının, gerekli cezai müeyyidelerin hayata geçirilmesi sağlanmalıdır. Oysa günümüzde birçok ülkede bu tür suçların soruşturma, kovuşturma ve cezalandırılması noktasında devletlerin yetersiz kaldıkları görülmektedir. Uygulamada özellikle kadına yönelik şiddet mağdurları ilgili merciilere başvurduklarında yetkililerin ilgisiz ve isteksiz tavırlarıyla karşılaşmaktadır. İlgililerin burada takındıkları tavır genelde uzlaştırmacı ve arabulucu bir özellik arz eder. Keza yine mahkemelerde hakimlerin bu tür fiillere uygun olmayan, indirilmiş cezalar verdikleri görülmektedir.  Bu noktada devlete düşen görev ise bu vakıalarla muhatap olan kişi ve kurumlar farkındalık  ve cinsiyete dayalı ayrımcılığı ortadan kaldırıcı duyarlılık kazandırmaktır.

8.AİHM’in Kadına Yönelik Şiddeti ve Ev-İçi Şiddeti Ele Alışı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan temel insan haklarının korunması bakımından oldukça önemli bir mekanizmadır. AİHM haklar bakımından benimsediği özerk yorum prensibi ve kendine has yorum teknikleriyle yaşayan bir belge olan AİHS’de yer alan hakların içeriğini içtihatlarla doldurmakta, taraf devletlerde hak ihlallerinin önüne geçmek adına kendine alan açmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olmamız hasebiyle  ve buna bağlı olarak Anayasa Madde 90 ışığında temel hak ve özgürlükler açısından Sözleşme ve Mahkeme kararlarıyla doğrudan bağımız olup temel hak ve özgürlüklere ilişkin iç hukukumuzda mevcut olan farklı hükümler nedeniyle ortaya çıkacak uyuşmazlıklarda milletlerlerarası andlaşma hükümlerini esas almak durumundayız.

Yukarıda bahsedildiği üzere kadına yönelik şiddet bir insan hakkı ihlali olarak kabul edilmekte, uluslararası sözleşme ve mekanizmalarla korunmaktadır. Kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığı bir insan  hakkı ihlali olarak kabul eden ve buna yönelik etkili bir koruma öngören uluslararası kuruluşlardan biri de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’dir. Mahkeme’nin sözleşmeyi yaşayan bir metin olarak ele alması ve içtihadını geliştirmesi sonucunda kadına yönelik şiddet konusunda verdiği iki karar ise kadına karşı şiddette devletin sorumluluğu bağlamında bir dönüm noktası oluşturmuştur.[56]

Bu bağlamda AİHM tarafından verilen ilk önemli karar Bulgaristan’a karşı Bevacqua’ nın yaptığı başvuruda verilen karardır.[57]Başvuruya konu olan olayda Bevacqua, eski eşi tarafından defalarca şiddete maruz kalmış ve şikayetine rağmen son olayda savcılık hafif yaralanma olduğu için kovuşturmaya gerek olmadığına karar vermiş ve başvurucu AİHS’ te yer alan 3, 8, 13 ve 14. Maddelerin ihlal edildiğini iddia etmiş; Mahkeme ise bu başvuruda çeşitli uluslararası belgelere ve İnter- Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi’nin ilgili kararlarına atıf yaparak devletin ev içi şiddeti önlemek için gerekli özeni gösterme yükümlülüğünü değerlendirmiştir. İşbu başvuruda mahkeme AİHS madde 8’in ihlal edildiğine hükmetmiştir. Bu karara göre söz konusu maddede bahsedilen özel yaşama saygı gösterilmesi ilkesinin devlete yalnızca negatif yükümlülük değil aynı zamanda bireyler arasında özel alanda gerçekleşen ihlallere ilişkin tedbirler almak şeklinde pozitif yükümlülük de yükleyeceğine hükmetmiştir.

AİHM bu konuda verdiği Opuz Kararı ile ise çok daha ayrıntılı bir içtihat ortaya koymuştur.[58] Opuz kocası H.O’dan defalarca şiddet görmüş, boşanma kararı alma evresinde bu şiddet annesine de yansıyarak bıçaklama, arabayla ezme dahil olmak üzere yedi şiddet olayı adli makamlara da yansımıştır. Bu kovuşturmalar esnasında her defasında ya başvuran ve annesi şikayetlerini geri çekmiş veya yetkili makamların ilgisiz tavırları sebebiyle H.O. herhangi bir ceza almamıştır. Her ne kadar başvuranın annesi savcılığa hayatının tehlikede olduğunu bildirmişse de savcılıkça herhangi etkili bir tedbir alınmamış ayrıntılı bir soruşturma dahi yürütülmemiştir. En nihayetinde H.O. başvuranın annesini öldürmüştür. Bu olayı diğerlerinden ayıran yan ise Opuz’ un yaşadığı şiddet konusunda yasal yollara ısrarlı şekilde başvurmamış olmasıdır. Mahkeme bu kararda Ulusal Türk Ceza Yasası’nın ve ayrıca Ailenin Korunması Yasası’nın bu tür suçların cezalandırılması bakımından yetersiz olduğu ve belli bir takım ölçütleri sağlamadığına hükmetmiştir ayrıca yine bu tür suçların şikayete bağlı olmasının sözleşme hükümlerine aykırılık anlamına gelebileceği yorumunu yapmıştır. Ayrıca mahkeme bu tür durumlarda devletin yeterli koruma sağlamamasının ayrımcılık anlamına geldiği ve bu denli ağır ve sürekli bir şiddetin özel kişilerce yapılsa bile işkence yasağı kapsamında değerlendirilebileceğine karar vermiştir.[59] Kararda üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise Mahkeme’nin kadına yönelik ev içi şiddeti ayrımcılık yasağına ilişkin 14. Madde kapsamında incelemesidir. Mahkeme bu tespiti yaparken yani kadına yönelik şiddette ayrımcılık bulunduğu tespitinde bulunurken Türkiye de var olan çeşitli kuruluşların rapor, inceleme ve saha çalışmalarını dikkate almış ve bu çalışmaları ayrımcılığa dair bir gösterge olarak değerlendirmiştir.[60] Bu raporlardan hareketle kadınların başvurduğu polislerin meseleyi aile içi mesele olarak gördükleri ve kadınlara bu yönde telkinde bulunarak kimi zaman hiç müdahale etmedikleri ve yine yargının da benzer şekilde bu konuda pasif tutum sergilediği görülmüştür.[61] Yine bu kararı diğer kararlarda ayıran önemli bir husus ise AİHM’ in kadına yönelik şiddet bakımından suçlar şikayete bağlı olsa bile devlet makamlarının harekete geçip geçmeme noktasında karar ölçütlerine yer verilmiş olmasıdır. Buna göre şu unsurlar devlet makamlarınca dikkate alınmalıdır:

-Suçun ciddiyeti,

-Mağdurun yaralarının fiziksel veya psikolojik olması,

-Davalının silah kullanıp kullanmadığı,

-Davalının saldırıdan bu yana tehditlerde bulunup bulunmadığı,

-Davalının saldırıyı planlayıp planlamadığı,

-Hanede yaşayan çocukların psikolojileri,

-Davalının tekrar saldırıda bulunma ihtimali,

-Mağdur veya dahil olan, veya olabilecek diğer kişilerin sağlığı ve güvenliğine yönelik devam etmekte olan tehdit,

-İlişkinin evveliyatı, geçmişte şiddet uygulanıp uygulanmadığı,

-Davalının adli sicili.

Bu listeden hareketle mahkeme  ‘’Bu uygulamadan, suç ne kadar büyükse ya da başka suçların işlenmesi riski ne kadar yüksekse, kamu yararı açısından kovuşturmanın devam etmesinin, mağdurlar şikayetlerini geri çekse dahi, o derece önemli olduğu’’ sonucuna varmıştır.[62]

Kontrova v. Slovakya kararında[63] ise başvuran 2 Kasım 2002 tarihinde eşinin kendisine saldırdığı ve kendisini elektrik kablosuyla dövdüğünü ileri sürerek eşi hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Daha sonra başvuran eşi lehinde şikayetini değiştirmiştir. Başvuranın eşi 31 Aralık 2002 tarihinde iki çocuğunu vurarak öldürmüştür. AİHM nezdinde başvuran eşinin kötü ve tehditkar tutumuna ilişkin olarak bilgi sahibi olan polisin, çocuklarının hayatını korumak için uygun tedbirleri almadığını iddia etmiştir. AİHM yetkililerin başvuranın çocuklarının yaşam haklarını koruyamadıkları gerekçesiyle AİHS’ in 2. Maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. Mahkeme, başvuranın ailesinin durumunun Kasım 2002 tarihinde yerel polis önünde yapılan suç duyurusu ve Aralık 2002 tarihinde yapılan acil telefon çağrıları nedeniyle polis tarafından bilinmekte olduğunu gözlemlemektedir. Buna karşılık yürürlükteki yasalara göre polisin başvuranın suç duyurusunu kayda geçirmek, başvuranın eşi aleyhinde ivedilikle bir ceza soruşturması ve ceza yargılamaları başlatmak, acil çağrıların gerektiği şekilde kaydını tutmak ve durumun seyrine ilişkin olarak tavsiyede bulunmak ve başvuranın eşinin silahlı olduğu ve silahını kullanmakla tehdit ettiği iddiasına ilişkin olarak gerekeni yapmak zorunda olduğunu gözlemlemektedir.

AİHS madde 2’ ye ilişkin diğer bir kararda[64] ise   başvuranların annesi babaları tarafından öldürülmüş, türk yetkili makamları ise başvuranların annelerinin yaşamına dair ciddi bir tehdidin varlığı konusunda bilgilendirilmelerine rağmen eşi tarafından öldürülmesini önlemek için makul olarak mevcut tedbirleri almadıklarına karar verilmiştir.

E.S. ve Diğerleri / Slovakya kararında[65] ise birinci başvuran 2001 yılında eşinden ayrılmış ve eşi hakkında kendisine ve çocuklarına kötü muamele bulunduğu ve kızlarından birine cinsel istismarda bulunduğu gerekçeleriyle suç duyurusunda bulunmuştur. İki yıl sonra başvuranın eşi şiddet ve cinsel istismardan mahkum edilmiştir. Ancak başvuranın eşinin evden uzaklaştırılması talebi reddedilmiştir. Yerel mahkeme başvuranın eşinin mülkiyetten faydalanma hakkını engellemeye yetkisi olmadığına, kullanım hakkının ancak boşanma gerçekleştiği takdirde sona erebileceğine hükmetmiştir. Birinci başvuran ve çocukları bu nedenle arkadaşlarından ve aileden uzaklaşmaya zorlanmış ve çocuklardan ikisi okullarını değiştirmek zorunda kalmıştır. AİHM Slovakya’nın birinci başvurana ve çocuklarına başvuranın eşine karşı talep ettikleri yeterli korumayı sağlayamadığı gerekçesiyle sözleşme’nin 3. Maddesini ve 8. Maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir. Mahkeme başvurana ve çocuklarına 2 yıl sonra değil derhal koruma sağlanması gerekliliğine vurgu yapmıştır.

Görüldüğü üzere AİHM ev içi şiddetin önlenmesi hususunda mağdura devlet tarafından etkin bir koruma sağlama yükümlülüğü getirmektedir.

SONUÇ

Kadına yönelik şiddet tarihsel süreci düşünüldüğünde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en çirkin toplumsal tezahürlerinden biri olagelmiştir. Burada şiddet, yaratılmış birtakım kalıplaşmış cinsiyet modelleri ve pratikleri üzerinden kadını kontrol ve baskı altında tutmak, hegemonik erkekliği gerçekleştirmek ve her defasında yeniden üretmek amacına hizmet etmektedir. Kadına yönelik şiddeti topluma yayılmış iktidar ilişkilerinden bağımsız olarak düşünmek ise mümkün değildir. Zira  toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve baskıya dayanan bir sistemler ağı düşünüldüğünde şiddet bir silsile olarak araçsallaştırılmaktadır. Ancak toplumda şüpheli kategorizasyonlar aracılığıyla ayrıştırılan ve ikincelleştirilen tüm gruplar gibi kadınlar da kendilerini hak öznesi olarak konumlandırmalarına müsaade etmeyen muktedire başkaldırmış, kağıt üzerinde şekli olarak sahip oldukları ‘’eşitlik’’ hakkına mücadele ile sahip olmuşlardır. Bu mücadele ise ikinci dalga feminizm yaklaşımı doğrultusunda ‘’kişisel olan politiktir.’’ Sloganında sembolikleşmiştir. İkinci dalga feminizm devletin ferdiyetçi bakış açısı temelinde özel alan-kamusal alan ayrımına ve bu ayrıma dayanan kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin ailenin özel meselesi sayılması görüşüne karşı ciddi bir politik eleştiri öne sürer ve aslında kadınlara yönelik her türlü şiddetin  o devlet müdahalesinden ari kılınmış özel alanlarda meydana geldiğini vurgular. Bu anlamda uzun yıllar süren feminist mücadeleler sonucunda elde edilen uluslararası sözleşmeler ve bu sözleşmelerin uygulamaları aracılığıyla kadına yönelik şiddet ayrımcı bir pratik ve  insan hakkı ihlali olarak kabul edilmiş bu noktada uluslararası arenada devletlere kadına yönelik her türlü şiddeti önleme konusunda pozitif yükümlülük getirilmiştir. Devletler  kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi hususunda pozitif bir tutum sergilemeyi; şiddeti önleme, mağdurları koruma ve iyileştirme, bu suçların soruşturulması ve kovuşturulmasını sağlayarak faillerinin tatmin edici cezalarını almalarını sağlamayı taahhüt ederler. Bunun yanında devletler kadına yönelik şiddetle mücadelede; uluslararası komitelerce izlenir ve dönemsel raporlamalar aracılığıyla tavsiyeler alıp bu tavsiye kararlarını iç hukuklarına yansıtmak suretiyle mücadeleye etkin bir altyapı kazandırılmasını sağlamakla yükümlüdürler. Her ne kadar kağıt üzerinde kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi noktasında gerekli önlemler alınmış gibi görünmekteyse de uygulamada ortaya çıkan aksaklıklar çoğu zaman kadınların insan haklarını ihlal etmektedir. Öncelikle köktenci bir yaklaşımla ortadan kaldırılması gereken gelenekçi toplumsal cinsiyet kalıplarına odaklanılmalı bu anlamda devlet üzerine düşen tüm yükümlülükleri yerine getirerek toplumda bu konuda farkındalık yaratacak çalışmalar sürdürmelidir. Sistemli ve ülke çapında bir eylem planı belirlenerek kadına yönelik şiddetin yıkıcı etkileri üzerine topluma bilgi verilmeli, tüm bireylere bu anlamda duyarlılık kazandırılmalıdır. Anılan suçların soruşturulması ve kovuşturulmasında yetkili kişilerin isteksiz tavırları ve yargıçların indirimli cezalara hükmetmelerinin önüne geçilmeli bu anlamda tüm şiddet mağdurlarına etkin bir koruma sağlanmalıdır.


KAYNAKÇA

[1] Ertürk, Yakın: Sınır Tanımayan Şiddet, Paradigma, Politika ve Pratikteki Yönleriyle Kadına Şiddet Olgusu, Metis Yayınevi, İstanbul 2015, s.32

[2] Yarar, Betül: ‘’Yakın İlişki İçinde Şiddeti Feminist Bakışla Yeniden Düşünmek’’, Şiddetin Cinsiyetli Yüzleri, İstabul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2015, s.20.

[3] Sever, Çiğdem: ‘’Kadına Karşı Eviçi Şiddette Devletin Sorumluluğu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Opuz v. Türkiye Kararı’’,s.2.

[4]Connell, R.W.:Masculinities, PolityPress, Cambridge 1995, s.77; Türk, Bahadır: ‘’Şiddete Meyyalim Vallahi Dertten’’, Şiddetin Cinsiyetli Yüzleri, Metis Yayınları, İstanbul 2015, s.86.

[5] Türk, s.87.

[6] Türk, S.87.

[7] Türk, s.91.

[8] Türk, s.92.

[9]Connell, s.94, Türk, s.92.

[10] Türk, s.92.

[11] Türk, s.97.

[12] Türk, s.97.

[13] Türk, s.97.

[14] Türk, s.98.

[15] Türk, s.99.

[16] Erdoğan, İlker: ‘’ Erkek Dergilerinde Hegemonik Erkek(lik), Beden Politikaları ve Yeni Erkek İmajı’’, Medyada Hegemonik Erkeklik ve Kültürel Temsil, Kalkedon , İstanbul 2011, s.163-212.

[17] Türk, s.99.

[18]Erdoğan, s. 56,66.; Türk, s.99.

[19] Meral, Pınar Seden: ‘’Erkek Hegemonyasının Yeniden Üretimi: Dergi Reklamlarında Hegemonik Erkekliğin Temsili’’, Medyada Hegemonik Erkek(lik) ve Kültürel Temsil, Erdoğan, İlker (haz.), Kalkedon, İstanbul 2011, s.308-319. ; Türk, s.100.

[20]Hacısoftaoğlu, İlknur/ Koca, Canan: ‘’ Spor Medyasında Hegemonik Erkekliğin Üretimi: Delikanlı Gibi Yaşayın, Delikanlı Gibi Oynayın’’, Medyada Hegemonik Erkek(lik) Ve Kültürel Temsil, Erdoğan, İlker (haz.), Kalkedon, İstanbul 2011, s.84-88. ; Türk, s.100.

[21] Türk, s.100.

[22] Türk, s.100

[23] Türk, s.100

[24] Benjamin, Walter: ‘’ Şiddetin Eleştirisi Üzerine’’, Göztepe, Ece (çev.), Şiddetin Eleştirisi Üzerine, Çelebi, Aykut (haz.), Metis Yayınları, İstanbul 2010, s.19. ;Türk, s.101.

[25] Yarar, s.20.

[26]McPhail, Beverly/ Busch, Noel/ Kulkarni, Shanti/ Rice, Gail: An İntegrative Feminist Model:’’ TheEvolving Feminist Perspective On Intimate Partner Violonce’’, ViolonceAgainstWomen, 13:8, 2007, 818-820.

[27] Yarar, s.20.

[28] Yarar, s.20.

[30] Ertürk, s.25.

[31] Ertürk, s.25.

[32] Ertürk, s.34.

[33] Özdamar, Demet: Cedaw Sözleşmesi, Seçkin Yayıncılık, İstanbul 2009, s.50.

[34] Ertürk,s.67.

[35]Ertürk,s.67.

[36]Ertürk,s.72.

[37]Ertürk,s.73.

[38]Ertürk,s.73.

[39] Özdamar, s.56.

[40] Ertürk, s.74.

[41]Ertürk,s.74.

[42]Acar, Feride / Ertürk, Yakın: ‘’ Kadınların İnsan Hakları: Uluslararası Standartlar, Kazanımlar, Sorunlar’’, Sancar, S.(haz.), Birkaç Arpa Boyu: 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a Armağan, Koç Üniversitesi Yayınları, Cilt 1, İstanbul 2011, s.291.

[43] Uygur, Gülriz: ‘’ İstanbul Sözleşmesi Işığında Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun Temel Yaklaşımı, Şiddetin Cinsiyetli Yüzleri, Yazar, Betül (der.), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2015, s.204.

[44] Ertürk, s.92.

[45]Ertürk,s.92.

[46]Ertürk,s.92.

[47] Ertürk,s.99.

[48] Ertürk, s.100.

[49]A.g.e. , s.100.

[50] Ertürk, s.100.

[51] Ertürk, s.100.

[52] Ertürk, s.102.

[53] Ertürk, s.102.

[54] Ertürk, s.102.

[55] Ertürk, s.104.

[56]Sever, s.12.

[57] Bevacqua v. Bulgaristan, Başvuru No: 71127/01.

[58] Opuz v. Türkiye, Başvuru No: 33401/02, Üçüncü Daire, 09/07/2009.

[59] Opuz v. Türkiye, par.160.

[60] Opuz v. Türkiye, par. 91-106.

[61]Opuz v. Türkiye, par. 194-196.

[62] Opuz v. Türkiye, par.139.

[63] Kontrova v. Slovakya, Başvuru No: 7510/04, Dördüncü Daire, 31/05/2007.

[64] Civek v. Türkiye, Başvuru No:55354/11, 23/02/2016.

[65] E.S. ve Diğerleri v. Slovakya, Başvuru No: 8227/04, 15/09/2009.

Acar, Feride / Ertürk, Yakın: ‘’ Kadınların İnsan Hakları: Uluslararası Standartlar, Kazanımlar, Sorunlar’’, Sancar, S.(haz.), Birkaç Arpa Boyu: 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a Armağan, Koç Üniversitesi Yayınları, Cilt 1, İstanbul 2011

Benjamin, Walter: ‘’ Şiddetin Eleştirisi Üzerine’’, Göztepe, Ece (çev.), Şiddetin Eleştirisi Üzerine, Çelebi, Aykut (haz.), Metis Yayınları, İstanbul 2010, s.19

Connell, R.W.:Masculinities, PolityPress, Cambridge 1995

Erdoğan, İlker: ‘’ Erkek Dergilerinde Hegemonik Erkek(lik), Beden Politikaları ve Yeni Erkek İmajı’’, Medyada Hegemonik Erkeklik ve Kültürel Temsil, Kalkedon , İstanbul 2011, s.163-212.

Ertürk, Yakın: Sınır Tanımayan Şiddet, Paradigma, Politika ve Pratikteki Yönleriyle Kadına Şiddet Olgusu, Metis Yayınevi, İstanbul 2015

Hacısoftaoğlu, İlknur/ Koca, Canan: ‘’ Spor Medyasında Hegemonik Erkekliğin Üretimi: Delikanlı Gibi Yaşayın, Delikanlı Gibi Oynayın’’, Medyada Hegemonik Erkek(lik) Ve Kültürel Temsil, Erdoğan, İlker (haz.), Kalkedon, İstanbul 2011, s.84-88

McPhail, Beverly/ Busch, Noel/ Kulkarni, Shanti/ Rice, Gail: An İntegrative Feminist Model:’’ TheEvolving Feminist Perspective On Intimate Partner Violonce’’, ViolonceAgainstWomen, 13:8, 2007, 818-820. (Yarar, S.20’den naklen)

Meral, Pınar Seden: ‘’Erkek Hegemonyasının Yeniden Üretimi: Dergi Reklamlarında Hegemonik Erkekliğin Temsili’’, Medyada Hegemonik Erkek(lik) ve Kültürel Temsil, Erdoğan, İlker (haz.), Kalkedon, İstanbul 2011, s.308-319

Özdamar, Demet: Cedaw Sözleşmesi, Seçkin Yayıncılık, İstanbul 2009

Sever, Çiğdem: ‘’Kadına Karşı Eviçi Şiddette Devletin Sorumluluğu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Opuz v. Türkiye Kararı’’.

Türk, Bahadır: ‘’Şiddete Meyyalim Vallahi Dertten’’, Şiddetin Cinsiyetli Yüzleri, Metis Yayınları, İstanbul 2015

Uygur, Gülriz: ‘’ İstanbul Sözleşmesi Işığında Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun Temel Yaklaşımı, Şiddetin Cinsiyetli Yüzleri, Yazar, Betül (der.), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2015,

Yarar, Betül: ‘’Yakın İlişki İçinde Şiddeti Feminist Bakışla Yeniden Düşünmek’’, Şiddetin Cinsiyetli Yüzleri, İstabul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2015,

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR