Hasan el Benna
1927’de Arapça öğretmeni olarak Süveyş Kanalı yakınlarında bulunan İsmailiye’de bir ilkokula atanan Benna, İngilizlerin ülkedeki ekonomik ve askeri mevcudiyeti açısından büyük önem taşıyan bu kentte, Müslümanları derinden sarsan olaylara şahit olan bir şahsiyettir. Ülkedeki İngiliz etkisi ve müslüman Mısır’ın Batı etkisi karşısında gaflete düştüğü düşüncesi, ona 1928’de bir İngiliz kampında çalışan altı kişiyle birlikte İslamın ilkelerine geri dönüşü amaçlayan bir hareket olan, Müslüman Kardeşler’i kurmasına vasıl olmuştur.
Benna’nın fikirleri, genel hatlarıyla Batı karşıtı ideolojik söylemle, İslam dininin sosyal adalet boyutunun öne çıkarılmasına ve buna uygun uygulamaların başarı ile pratiğe aktarılmasına dayanmaktadır. “Dava” olarak nitelendirilen ideolojik düşüncesi, esas itibariyle siyasal-ekonomik sistemi dini referans alarak yeniden düzenleme gayretini içermektedir. Bu düşünceden hareketle, el-İhvanü’l Müslimun tahte Rayetü’l-Ku’ran, Muskilatuna fi da’va’l Nizami’l-İslam, Müzekkiratü’d-Da’va ve’d-Dai gibi yapıtlarında emperyalizme karşı millî bir hareket oluşturulmasını ve Müslüman milletlerin İslam ilkelerine dayanan birliğini savunmuştur (Çağlayan, 2011:187)
Benna’nın düşüncesine göre, Müslüman milletlerin geri kalmasının sebebi din yolundan uzaklaşılmış olmasıdır. Kurtuluş ise, İslam öğretilerine geri dönerek sağlanabilir. Devlet İslam dini temelinde teşkilatlanmalı, İslam hukuku geçerli kılınmalıdır. Toplumun ahlakı ve eğitimi İslam ilkelerine göre yönlendirilmeli, toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliklere son verilmelidir. Pan-İslamist bir hareket olan, Müslüman Kardeşler teşkilatı maksadı da bu programı gerçekleştirmekti (Benna, 1990: 266).
Teşkilat, başlangıçta dini alanlarda yardımlaşmayı esas alan bir eğitim ve gençlik teşkilatı hüviyetindedir. Mısır’da ve Ortadoğu genelinde o dönemde güçlenen milliyetçi ve sosyalist hareketlere karşı, İslam dininin evrensel ilkelerini savunma ve bu çerçevede işbirliğine gitme, Teşkilatın temel amaçlarındandır. Hasan el Benna’ya göre, Batılılaşma, Müslümanları dinden uzaklaştırmış ve zayıf düşürmüştür. Dinden uzaklaşan yerel kitleler, yabancıların etkilerine açık hale gelmişlerdir. Bu fasit daireden çıkış, ancak orijinal kaynağa dönmek, yani İslamın ilk döneminde olduğu gibi dini, merkeze alıp, hayatı yeniden kurgulamakla sağlanacaktır. Müslüman toplumların ve tüm insanlığın kurtuluşu buna bağlıdır. İşgalcilere karşı mücadele etmek için İslamın temel kavramlarına ve cihat anlayışına önem vermek gerekmektedir. Cihat, sadece saldırı, silahlı mücadele değildir, esas itibariyle Müslümanların kalplerinin ve beyinlerinin uyandırılması hareketidir. Bu görüşle hareket de , özü itibariyle, İslam şeraiti ile siyasal rejim kurmaya dayanmaktadır (DİB İslam Ansiklopedisi: “Hasan El Benna”).
Hasan el Benna, “Hatıralarım” adlı eserinde İslamın salt fert ile Tanrı ilişkilerini düzenleyen kurallardan ibaret olmadığını, aynı zamanda sosyal ve siyasal boyutu olduğunu, namaz kılmak kadar, cihat ve adalet sağlamanın da önemli olduğunu ifade ederek özellikle cihat kavramının üzerinde durmuştur. Ancak burada bahsedilen cihat, gayrimüslimleri şiddet yoluyla devşirmek anlamına gelmemektedir. Tam tersine, hareket şiddet dışı ve zulme karşı bir düşüncededir. Ancak hür subaylar darbesinden sonra, on binlerce Müslüman kardeşler üyesinin tutuklanıp işkence görmesine tepki olarak, Müslüman Kardeşler, özellikle 50-60 yılları arası, şiddet ve süikastlerle anılmış ve kimi ülkelerde terörist ilan edilmiştir. Tüm Müslümanların kardeş olduğunu belirten hareket, diğer tüm Müslüman ülkelere de adaletin ve İslam Şeriatı’nın geçerli olduğu siyasal rejim kurmaları yönünde evrensel çağrı yapmaktadır. Bu uğurda her türlü meşru eylem zorunluluk olduğu nakledilir.
Raşid el Gannuşi
Tunuslu lider Gannuşi, Mısır’daki Müslüman Kardeşler tecrübesi ve fikirlerinden etkilenmiştir. Benna ve Kutub’un kitapları özellikle 1970-1980’li yıllarda çokça okunmuş, kendi fikri altyapısını oluşturmuş ve Nahda hareketini kurmuştur. Arada örgütsel farklar olsa da, Nahda’ Hareketi’ne kimi kaynaklarda aradaki fikir benzerliğine atfen, Tunus’un Müslüman Kardeşleri’de denilmektedir. Ancak arada önemli farklılıklar vardır. Bir kere, Gannuşi’nin siyasal İslam anlayışı daha ılımlılıklar üzerine kuruludur. Ayrıca Gannuşi, Benna kadar Batı karşıtı bir isim değildir. Tam aksine, batının demokrasi ile ilişkin sosyal kurumlarını alma taraftarıdır. Benna ise, yasadıgı dönem uzun yıllar İngiliz etkili parlamenter sisteminde siyasi parti bile kurmamıstır.
Gannuşi’ye göre ise Batı’daki modernite kurumsal ve legal prensiplere dayalı dinamik bir toplum yaratmıştır. Bu olumlamadan bakıldığında, İslamcılık Batı kökenli modernite ile çatışmak zorunda değildir. İslamcı hareket Arap dünyasında modernitenin bu verimli yönünü uygulayacaktır. Ve yine yönetimde aklın egemenliği kategorisini gerçekleştiren laik bir demokratik rejim olacaktır. Böylece bir sistemde önemli olan despotizmden uzak durulmasıdır (Tamimi, 2001:s.6). Demokratik laik sistemi, İslami olduğunu iddia eden despotik bir hükümet sisteminden daha zararsızdır.[kendi sözleridir] “İslami hareket ilk önceliğine olarak hükümeti koymamalıdır. Hükümetin ele geçirilmesi mümkün olan en büyük başarı olmamalıdır. İnsanların İslam’ı ve liderlerini sevmelerini sağlamak bundan daha büyük bir başarı olacaktır.” Sözleri ile Gannuşi, 20. yy’ın klasik radikal anlamda Şeriat fikrinden uzak olduğunu göstermektedir. Gannuşi, İslamcılığın bu klasik önermesinin (tepeden) çağdaş Tunus’ta ve belki de İslam âleminin diğer ülkelerinde uygulanmasının mümkün olmadığının bilincine varmaktadır. Bunun yerine İslami hareketin sivil toplumun temellerini genişletmek ve demokrasiyi teşvik etmek için aktif biçimde çalışması gerektiğini önermektedir. Yine belirtmek gerekir ki Gannuşi’ye göre; Şeriat öğretilerinin yardımı sayesinde İslami hareket yeni bir sivil toplum vizyonu sunan tek harekettir. Bu vizyonu ile fikirleri kapsamlı, vatansever, enternasyonal, özgürlükçü ve yönü itibariyle selefi olan hareket, Şeriat’ı yine olumlamış, ancak muhakkak olarak vatandaşlar üzerinde bir consensius olmasa da uygulanması gerektiği fikrini hiçbir zaman savunmamıştır.
Gannuşi, eşitlik kavramını ele alırken de, yine Şeriatın doktrin özgürlüğünü koruduğunu ve İslam’da bu özgürlüğün bütün kamusal özgürlüklerin anası olduğunu kanıtlamak için çok sayıda Kur’ani kanıt göstermektedir. Kur’an’ın “dinde zorlama yoktur” prensibi İslam devletinde bütün vatandaşların,çoklu dini gruplara mensup olsalar bile, tek siyasal ümmet oluşturduğu anlamına geldiğini göstermektedir. Gannuşi, Medine Sözleşmesi’nin dini çoğulculuğa sahip bir siyasal ümmetin somutlaşmış hali olduğu görüşündedir. Bu açıdan Gannuşi’nin İslami özgürlük doktrini ve ırkı, dini, sosyal geçmişine bakılmaksızın insan bireye saygı, Hazreti Peygamber’in geliştirdiği İslami dünya görüşünün temelidir. Gannuşi, şu anda şeriat ile yönetilen ülke liderlerinin isminin şeriat olmasına rağmen gaflete düştüğünü de vurgulamaktadır. (Tamimi, 2001:s.153)
Belirgin Ayrımlar
İki fikir de özü itibari ile Selefi’dir. Ancak, Raşid Gannuşi’nin Batılı eğitim tarzı ile yetişmesi, liberal düşünceye töleranslı yaklaşması ve İslama daha özgürlükçü bir anlayışla yorumlaması, (uzun süre yurtdışında bulunduğu için) “Nahda hareketini” diğer İslami hareketlerden farklı kılmıştır. Ayrıca Gannuşi uzun yıllar Fransa’da yaşamış ve Batı felsefesiyle ilgilenmiş olan Malik bin Nebi’nin medeniyet kavramı düşüncelerinden gençliğinde çok etkilenmiştir. Benna ve Kutub’un temsil ettiği daha selefi eğilimleri olan İslami hareketin Mağrip bağlamına uyumlu olmadığını savunan Malik bin Nebi, Gannuşi’nin Tunus’daki siyasal İslam düşüncesini büyük oranda etkilemiştir. Ayrıca Gannuşi, Paris’te yüksek lisans yapmış ve uzun yıllar yurtdısında kalmıs bir isim olarak Batı’lı modern usülde eğitim almıştır, dolayısı ile kurumsal batılılaşmaya karşı bir olumlayıcı etki görülmektedir. Dolayısıyla Gannuşi’nin İslamcılığı Batı ile daha barışık ve daha ılımlı bir yol izlemiştir.
Gannuşi ve Benna arasındaki, fikir ayrılıklarının şekillenmesinde etkili olan sebeplerden biri de yerel ve mezhepsel bağlamdır. (Bir yanda İslam dinin önemli merkezi haline gelmiş, Şafii mezhebine tabi, kısa bir süre de olsa İngiliz sömürgesi altında bulunan ve Arap toplumlarının annesi olarak kabul edilen Mısır’da oluşan bir ekol; bir yanda da Mağrib sosyal dokusuna sahip, Endülüs kültürünün ülkenin her tarafında hissedildiği, Maliki mezhebine mensup bireylerin çoğunlukta bulunduğu, etkili bir Fransız sömürgeliği süreci atlatan, Avrupa’nın kapısı olan Tunus ekolü vardır.)
Gannuşi, Şeriat’e olumlu bakıp ilk yıllarında İran İslam Devrimi’ne öykünse de daha sonraları rejimin baskıcı hale gelmesinden dolayı burayı da eleştirmiş ve hayal kırıklığına uğramıştır. Şiddet’e karşı olduğunu belirten iki hareketten, Hasan el Benna’nın kurduğu Müslüman Kardeşler’e nazaran Nahda hareketi, terörist faaliyetleri ve laik siyasi aktivistleri hedef alarak İslamcıların karalanmasına ve Nahda’ya yönelik eleştirilerin yoğunlaşmasına sebep olan cihatçı Selefilikle savaşta orduyu kullanmakta daha tavizsiz kalarak ve şiddetsizlik söylem ve davranışları daha ağır basmıştır. Burgiba dönemi baskıların çok olmasından dolayı Nahda’ itibarı ile siyasal İslam fikri olan Gannuşi, son seçimlerden sonra Tunusta demokrasi’nin hakim kılınacağını, camilerle devleti ayırmak gerektiğini, ve artık Müslüman Demokrasi’nin uygulandığı bir sistemde, Siyasal İslam’ın kendileri için bir amaç olmadığını söylemiştir.
KAYNAKÇA
Çağlayan, S. (2011), Müslüman Kardeşlerden Yeni Osmanlılara İslamcılık, Ankara: İmge Yayınları
Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam Ansiklopedisi (2013), “Hasan el-Benna”. cilt: 16, sayfa: 307-310
Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam Ansiklopedisi (2013), “İhvan-ı Müslimin”, Cilt 21., sayfa: 580-583
El Benna, H. (1990), Hatıralarım, İstanbul: Beka Yayınları
Tamimi, A. (2001), Rachid Ghannouchi – A Democrat Within Islamism, Oxford: Oxford University Press
Görsel Kaynağı; http: //www.nurnet.org