Giriş: Neoliberalizm Nedir?
Neoliberalizm, bugün net olmayan tanımlamalara sahip olmakla birlikte temelde serbest piyasa ekonomisi için kullanılan bir terimdir. Serbest piyasalar, özelleştirme, fiyat düzenlemelerinin azaltılması, devletin küçültülmesi ve esnek iş gücü piyasalarıyla ilgili politikaları içerir. Neoliberalizm kavramı, IMF ve diğer kurumların serbest piyasa yaklaşımı olan Washington Konsensusu ile ilişkilidir.
Washington Konsensusu: IMF, Dünya Bankası, AB ve ABD gibi uluslararası kuruluşlar tarafından desteklenen bir dizi genel serbest piyasa ekonomi düşüncesidir. Düşük devlet borçlanması, kamu harcamalarının sübvansiyonlardan ana gereksinimlere yönlendirilmesi, ılımlı (?) marjinal vergi oranlarının benimsenmesi, piyasanın belirlediği faiz oranları, rekabetçi döviz kurları, ticaretin serbestleştirilmesi, niceliksel kısıtlamaların ortadan kaldırılmasına önem verilerek ithalatın serbestleştirilmesi; düşük ve göreceli olarak tek tip tarifelerle sağlanacak olan ticari koruma, içeri doğrudan yabancı yatırımın serbestleştirilmesi, devlet işletmelerinin özelleştirilmesi gibi aslen 1989’da John Williamson tarafından belirtilen ilkelere dayanmaktadır. [1]
Bu bağlamda neoliberalizm, ekonomik faktörlerin kontrolünü kamu sektöründen özel sektöre devreden bir sosyoekonomik politika anlayışıdır. Devletlerin sübvansiyonları sınırlandırması, piyasaları ticarete açmak için reformların yapılmasını öne süren neoklasik ekonomi ilkelerine sahiptir. Ayrıca, sabit döviz kurlarını ortadan kaldırmayı ve devlet tarafından işletilen işletmeleri özelleştirmeyi amaçlamaktadır. Diğer bir deyişle; mali tasarruf, serbest ticaret, özelleştirme üzerine kurulu bir iktisadi anlayıştır ve genellikle, bireylerin ve toplumun ekonomik sorunlarına asgari miktarda devlet müdahalesini öngören bir politika olan laissez-faire ekonomisi ile ilişkilendirilmektedir. [2] Kısaca, 1929’da Büyük Buhran’la bütün iddiaları çürümüş ve iflas etmiş bir iktisadi nazariye, Soğuk Savaş sonrası küreselleşme kavramı ile birlikte yeniden gündeme getirilmektedir.
Kısaca Bazı Neoliberalizm Eleştirileri
Neoliberalizme yönelik en temel eleştirilerden birisi, sağlık ve eğitim gibi alanlarda serbest piyasa anlayışının yanlış olduğudur. Çünkü bu alanlar doğası gereği kar motivasyonuna dahil olmaması gereken temel kamu hizmetleridir. Küresel çapta neoliberal politikalar, 1989 sonrası dönemde hem Batı dünyasında hem de üçüncü dünya ülkesi olarak adlandırılan ülkelerde; hem servet hem de gelir bakımından eşitsizliği arttırmıştır. Esnek iş gücü piyasalarındaki düşük vasıflı işçilerin maaşları, yükselen enflasyona nispeten daha düşük oranda artış göstermiştir ve işçiler fakirleşmiştir. Ekonomide devlet müdahalesinin azaltılması bakımından önemli bir örnek olan Avrupa Birliği, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde ekonomik kriz içerisine girmiştir. Bu bağlamda bölgenin en büyük ekonomik gücü olan Almanya bu serbestlikten hala fayda görürken, diğer üye ülkelerin yükselen sağ ve sol partileri, ülkelerinde yaşanan ekonomik krizlerden Avrupa Birliği’ni sorumlu tutmaktadır.
Devletler, sabit harcamaları kestiğinde, beklenmeyen ekonomik sıkıntılar meydana gelmektedir. Örneğin, büyük durgunluk sırasındaki mali öteleme, düşük büyüme oranlarına ve borcun GSYİH oranlarına düşürülememesine neden olmaktadır. Aynı zamanda devletler harcamaları azaltmaya zorlandığında, bu durum refah destek programlarının etkilenmesine ve yoksulluğun artmasına neden olmaktadır. Kilit kamu sektörü endüstrileri için özelleştirme, şirketlerin daha geniş sosyal hedefleri görmezden gelmesi anlamına gelmektedir. Örneğin, 1990’larda, Dünya Bankası baskısı altında Bolivya, su endüstrisini özelleştirmiştir. Ancak bu, su kaynaklarının toplumun en fakir kesimlerine verilmemesi ile sonuçlanmıştır.
Türkiye’de Neoliberalizm İllüzyonu
İllüzyon: Türkiye’de neoliberal politikaları savunmak adına öne sürülen düşüncelerden birisi, Türkiye’nin jeopolitik konumunun üç istikrarsız bölge arasında yer alması nedeniyle, küresel anlamda çeşitli çıkar gruplarının ve çok uluslu şirketlerin ülkede yatırımlar yapması suretiyle hem ekonomik hem siyasi istikrarın sağlanacağı iddiasıdır. Ülkenin iç ve dış güvenliği, dış yatırımlarla sözde güvence altına alınmaktadır. Bu doğrultuda devlet kurumlarının özelleştirilmesi, yabancı yatırımlara en düşük tarifelerin uygulanması, devletin bütün alanlardaki rollerinin kademeli olarak azaltılarak yalnızca güvenlik rolünü yerine getirmesi gibi düşünceler, ekonomik kalkınma ve refah düzeyinin yükseltilmesi gibi iddialarla bir arada, açık bir dille ikrar edilmektedir.
Çok uluslu şirketlerin veya üretim yapmak isteyen devletlerin, başka bir devlette üretim yapmasının altında yatan temel amaç kâr elde etmektir. Amaç, daima daha az sermayeyle daha hızlı ve daha fazla kâr elde edecekleri alanlara yatırım yapmaktır. Örneğin çevre sorunlarını dert etmeyecek bölgelere ve daha ucuz iş gücü temin edeceği ülkelere yönelmektir. Aynı zamanda küreselleşme, ortak bir dünya endüstrisinin ve ekonomik sisteminin kurulmasını amaçlarken, küreselleşmeyi kontrol eden ülkeler de manevi, kültürel, politik vb. toplumsal yaşamın bütün alanlarını etkileme gayesi gütmektedir.
Bu nedenle söz konusu sürecin, hem ekonomik açıdan hem siyasi açıdan “güvenli hale getirilmesi” gerekmektedir. Bu bağlamda ulus devletler, kalkınma adına ülkesine gelen çok uluslu şirketlerden ve yatırımlardan yararlanırken, çevre sorunlarına kayıtsız kalınmaması, iş gücünün sömürülmemesi, kültürel değerlerin tahrip edilmemesi, gelir adaletsizliğinin önlenmesi, servet dağılımı arasındaki eşitsizliğin dengelenmesi, insanlık değerlerinin korunması gibi konularda kilit bir öneme sahiptir. Bu doğrultuda neoliberalizm adı altında uygulanan politikalar, Washington Konsensusu ilkeleri çerçevesinde ele alındığında, devletlerin kendi toplumlarını savunma içgüdülerinin zaafa uğramasıyla sonuçlanacaktır. [3]
Sonuç Yerine
İngiliz ekonomist Norman Angell, 1910’larda The Great Illusion adı ile yayınladığı kitapta Avrupa ülkeleri arasında ticaret ve karşılıklı yatırımlardan kaynaklanan yoğun bağımlılık düzeyi gibi nedenlerle, Avrupa’da büyük bir savaş çıkmasının olanaksız olduğu düşüncesini ileri sürmüştür. Bir savaşın Avrupa’yı mahvedeceğini, bu yüzden savaşın olanaksız olduğunu ifade etmiştir. [4] 1913 yılına kadar bu fikir, inanılırlığını korurken devamındaki 31 yılda 2 dünya savaşı yaşanmıştır. Yüz milyondan fazla insan ölmüş, daha fazlası yaralanmıştır. Avrupa siyasi ve iktisadi sistemi, alt üst olmuştur. İmparatorluklar parçalanmış, yeni ulus devletler kurulmuştur.
1913’teki yanılgı, bugün bazı özneleri değiştirilerek ve Türk eliyle gerçekleşen yerli üretimin azaltılması suretiyle neoliberal politikaları savunmak için tekrarlanmaktadır. Öte yandan 1929 Büyük Buhran ile birlikte devlet müdahalelerinin önemi anlaşılmıştır. 2008 Avrupa Krizi ile birlikte de ekonomik serbestiyetin en güçlü aktörlere yarar sağlarken diğer ülkelerin ve toplumların ekonomik yapılarını olumsuz etkilediği görülmüştür.
Dolayısıyla Türkiye’de de “neoliberalizm” ile “iktisadi ve siyasi istikrar” kavramlarının bir arada kullanıldığı söylemlerin hiç bir felaketi önlemesi mümkün değildir. Bu söylemler, ancak Türkiye’nin kaynaklarının, insan gücünün, doğasının ve madenlerinin sömürülmesi için yararlanılan bir illüzyon vazifesi taşımaktadır.
Kaynaklar
[1] (https://www.intelligenteconomist.com/washington-consensus/, 24.01.2019)
[2] (https://www.economicshelp.org/blog/20688/concepts/neoliberalism/, 24.01.2019)
[3] Ali Hasanov, Jeopolitik, BKY Yay, 2012, sf. 247–363
[4] George Friedman, Avrupa Krizi, Pegasus Yay., 2015, sf. 87–155