TOPLUMSAL CİNSİYET BAĞLAMINDA MADALYONUN DİĞER YÜZÜ “ERKEKLİK”
Aynur TEKKE*
ÖZET:
Bu makalenin asıl amacı, toplum içinde cinsiyete dair tanımlamaları ortaya koymak ve bu tanımlamalardan hareketle doğuştan gelen kadın ve erkek cinsiyet ayrımını açıklayarak buradan ortaya çıkan toplumsal cinsiyet ayrımını tespit etmektir. Bunun yanında ise toplumun değer ve tutumlarından hareketle cinsiyete yüklenen görevlerle beraber ortaya çıkan “kadınlık” ve “erkeklik” olgularını inceleyerek toplumsal cinsiyete “erkeklik” penceresinden bakmak amaçlanmıştır. Toplumların sahip olduğu değerler ile birlikte ortaya çıkan toplum modellerinin içerisinde bu cinsiyetlere biçilen roller cinsiyet ayrımını desteklemekte ve devamlılığını sağlamaktadır. Değişen zaman ile birlikte ufak da olsa cinsiyetlere atfedilen rollerde değişime uğramaktadır. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda yoğun bir şekilde kadın ve kadınlık konusu ele alınarak erkek ve erkeklik dışlanmış gibi gözükmektedir. Her zaman ezilen kadın, ezen erkek gibi gözüktüğü için bir tarafa daha fazla ağırlık verilmektedir. Dünyanın iki cinsiyet üzerine var olduğu ve yine o iki cinsiyet üzerinden varlığını devam ettirdiği göz önünde bulundurulduğunda bir tarafa ağırlık vermek son derece yanlış olacaktır. Kadın cinsiyetinin ve kadınlığın yaşadığı sorunlar kadar erkek cinsiyeti ve erkeklik de sorunlar yaşamaktadır. Her iki cinsiyetinde omuzlarında toplumsal cinsiyet rolleri adı altında yükler bulunmakta ve bu rolleri yerine getirmeleri istenmektedir. Bireylerin bu rolleri isteyip istemediği, razı olup olmadığı ise önemsenmemektedir. Sayılan sebeplerden ötürü bu çalışmada toplum içerisinde cinsiyetlere biçilen rollerin bireylere, özelde de erkeklik rollerine sahip olan erkekler üzerindeki etkileri literatür taraması verileri dikkate alınarak yorumlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet, Kadınlık, Erkeklik, Erkek Kimliği Ataerkillik
*Yüksek Lisans Öğrencisi, Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Ana Bilim Dalı.
GİRİŞ
Toplum içerisinde bireyler bir bütünlük halinde gözükseler de aslında aralarındaki ilişkiler sınıflandırılmış, kategorilere ayrılmıştır. Bireyler kendilerinde bulunan özellikler ve bulunmayan özellikler ile diğerlerinden ayrı olarak, farklı olarak kendisini lanse eder ve bu farklılıklar ile kendilerine ait kategoriler, sınıflar oluşturur. Bu sınıfı “biz” olarak benimseyerek dışarıda kalan sınıfı ise “onlar” olarak adlandırır. Biz olarak adlandırılan sınıfa olumlu özellikler atfedilirken, onlar olarak adlandırılan sınıfa ise olumsuz özellikler atfedilir ve karşı sınıf olarak adlandırılır. Bu kimi zaman dini anlamda ayrılığın yaşandığı bir grup, kimi zaman siyasî anlamda karşıtlığın olduğu bir grup olabilirken kimi zaman da cinsiyet anlamında “kadın” “erkek” ayrılığı olarak karşımıza çıkmaktadır. Cinsiyet sınıflandırmasının bir üst görünüş şekli olarak ise toplumsal cinsiyet sınıflandırması “kadınlık” ve “erkeklik” kategorileri sayılabilir.
Cinsiyet olarak ayrı kategorilerde yer alan kadın ve erkek toplumun cinsiyetinden beklediği görevleri ve sorumlulukları yerine getirme konusunda kendisini mecbur hissetmektedir. Mecburiyetten dolayı yerine getirilen rollerde, tutumlarda, davranışlarda farklılık bariz bir şekilde ortaya koyulmaktadır.
Bu noktalardan hareketle, kadın ve erkek cinsiyetleri arasındaki farklı rolleri, davranışları incelemek, toplumsal kurallar ile arasında olan ilişkiyi analiz edebilmek amacıyla bir literatür taraması yapılmıştır. Çalışma yapılırken toplumsal cinsiyet literatürü içerisinde geniş bir yer tutan “kadın, kadınlık” çalışmalarından farklı olarak bir de diğer açıdan değerlendirme yapmak amacıyla “erkeklik” toplumsal cinsiyeti incelenmiştir. Literatür taraması verilerinden hareketle toplumsal cinsiyet ayrımına “erkeklik” açısından değerlendirmeler yapılmıştır.
- Cinsiyet Kavramı
Sözlük anlamına bakıldığı zaman cinsiyet kavramı bireye, üreme işinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren yaradılış özelliği, eşey, cinslik, seks olarak karşımıza çıkmaktadır. Evren iki cinsiyetin varlığı üzerine kurulmuştur. Cinsiyetlerin varlığı konusundaki farklılıklar biyolojik, bedensel farklılıklardır. İki cinsiyet adlandırması “kadın” ve “erkek” şeklindedir. Adlandırma kadın ve erkek cinsiyetlerinin üremeye dayanan ikiliklerini içerisinde barındırmaktadır. İkilik sonradan oluşmadan bireyin ilk doğduğu andan itibaren geçerli olmaktadır.
Erkek cinsiyeti, basit haliyle erkek cinsiyet hücrelerini üretme yeteneğini; kadın cinsiyeti ise kadın cinsiyet hücresini yapabilme yeteneğidir. Birtakım biyolojik görevleri yerine getirme hususunda karşılaşılan biyolojik farklılıklardan hareketle yapılan adlandırmalar olarak da belirtilmesi mümkündür. Biyolojik fark ve üreme yeteneğiyle oluşturulan adlandırma demografik bilgi sağlama konusunda, sayısal bilgiler hususunda, nesnel bilgiler elde etme konusunda yardımcı olmaktadır.
Toplum içerisinde cinsiyet temsillerinde yerine getirilen görevler ile biyolojik farklılıklardan dolayı yerine getirilen görevler birbirinden farklıdır bu sebeple karıştırılmaması gerekmektedir. Bireylerin erkek ve kadın olarak sahip oldukları yeteneklerden hareketle yerine getirdikleri görevler için dışarıdan bir müdahale (toplum kuralları gibi) mümkün değildir. Bu özellikler zaten doğuştan gelerek bireyin vücudunun sahip olduğu özellikler ve yerine getirmesi gereken görevleridir. Bu özelliklerden hareketle görevlerini yerine getirerek birey vücudunun gerekliliklerini yapmaktadır. Bu gereklilikleri doğduğu andan itibaren yaşamı boyunca şartlara uygun şekilde yapmaktadır. Fakat cinsiyet temsilleriyle birlikte bireye atfedilen görevlerin doğuştan gelme durumu söz konusu değildir. Daha doğrusu bireye doğduğu andan itibaren cinsiyet temsili rolleri toplum tarafından verilse de aklı başına eren bir birey olana kadar bu rolleri tek başına temsil etmesi mümkün değildir. Ancak birilerinin yardımıyla, yönlendirmesiyle bu temsiller yerine getirilmektedir. Aklı başına eren bir birey ailenin ve toplumun yönlendirmesinden hareketle yapacağı hareketleri, sergileyeceği davranışları artık hayatına yerleştirmiş vaziyete erişmiştir.
- Toplumsal Cinsiyet Kavramı
Doğal olan, doğumun beraberinde getirdiği, doğumun belirlediği kavram cinsiyet (sex) olarak adlandırılırken doğduktan sonraki süreçte ortaya çıkan içerisinde yaşanılan ailenin, toplumun, toplumsal çevrenin etkisiyle şekillenen kavram ise “toplumsal cinsiyet (gender)” olarak adlandırılmaktadır. (Oakley, 1972; akt. Marshall)
Temelde olan iki cinsiyet toplumsal cinsiyet rolleri ve ayrıştırmalarıyla birlikte birbirlerini ‘öteki’ ya da ‘ikinci cins’ haline getirmiştir. Bütün bunlar zamanla ve bir tarihsel sürecin içerisinde toplumsal değişim ve dönüşümlerle beraber ortaya çıkmıştır. Erkek ve kadın arasında ortaya çıkan biyolojik ve bedensel farklılıklar toplumsal cinsiyet kavramı ile birlikte belli kategorilere dahil edilmektedir.
Kadınlar ve erkeklere ilişkin uygun roller tamamen toplumsal olarak üretildiğini ifade eden kültürel inşalara işaret etmenin bir yoludur. Toplumsal cinsiyet, erkeklerin ve kadınların öznel kimliklerinin, sadece toplumsal kökenlerini belirgin kılmanın bir yoludur. Bu tanımlamada toplumsal cinsiyet, cinsiyeti bir bedene zorla kabul ettirilmiş bir toplumsal kategoridir. (Kaylı, 2010;27)
Kadın ve erkek cinsiyetine atfedilen rollerin garantisi ve uygulanmasının sağlanması toplumsal cinsiyet ve onun kuralları sayesinde sağlanmaktadır. Kadına evde oturmak, çocuklarına bakmak, ev işleriyle ilgilenmek, fazla söz hakkı istememek, evi dışındaki ortamlarda çok görünmemek, her daim erkeğin bir arkasında olmak, erkek tarafından korunup kollanmak gibi görevler verilirken erkeklere ise evin söz hakkına sahip olan kişi, evin başı, reisi, kadının koruyup kollayanı gibi görevler verilmektedir. Özel alan kamusal alan ayrımından hareketle kadın cinsiyeti özel alan olan evin temsil edeni erkek ise dışarıyla, sokakla ilgili olan ve onun temsili olan kamusal alanın temsil edenidir. Toplumsal cinsiyet tarafından atfedilen bu roller kültür kodlarının farklı olmasından ötürü her toplumda aynı olarak gözükmeyebilir. Fakat bu biçilen rollerin ve görevlerin doğuştan, yaradılış gereği olduğu göz önünde bulundurularak tam tersini iddia eden, karşı gelen bir görüş çok da dikkate alınmamaktadır.
Toplumsal cinsiyet kadın ve erkek cinsiyetinin toplum gibi bir bütünlüğün içerisinde konumunu belirlemek ve ona uygun olarak davranmasını sağlamak amacıyla rolleri baştan belirlemiştir. Birey toplum içerisine dahil olduğu, sosyalleşme süreci içerisinde bu rolleri öğrenerek özümsemek zorundadır. Özümsenecek bu roller yine toplum tarafından belirlenmektedir. Her toplum kendi içinde kültürel kodlarıyla birlikte toplumsal cinsiyet kavramını şekillendirerek oluşturmaktadır. Birey, uzak kalmak istese de razı da olsa zorunlu olarak kendisini bu değer yargılarına maruz bırakmak zorundadır. Toplumun kendisi için hazırladığı kurallardan, roller rehberinden kurtaramaz. Bu rollerden kurtulmaya çalıştığı, kurallara karşı koymaya çalıştığı zaman ise toplum tarafından dışlanacağı düşüncesi her zaman zihninin bir köşesindedir. Bu kurallar yazılı değil yalnızca toplumun üyeleri bireyler arasında belirlenmiş söz düzeyinde kalmış kurallardır. Kuşaktan kuşağa, nesilden nesile bir aktarım söz konusudur. Her ne kadar söz düzeyinde kalsa bile geçerliliği değişmeyen neredeyse hiç esnetilmeyen, katı, sert kurallardır. Esnetilse bile alt yapısında bu kuralların sertliği bulunmaktadır. Örneğin toplumlarda kadın evde kalmalı gibi bir algı varken artık bu kural biraz daha esnetilerek kadının çalışma hayatına dahil olmasıyla sonuçlanmıştır. Fakat yine de kadın artık evin temsilcisi değildir gibi bir durumdan bahsetmemiz mümkün değildir çünkü işten eve dönen kadının görevi yine eviyle uğraşmaktır. Öteki taraftan erkek cinsiyeti açısından bakacak olursak da kadının çalışma hayatına dahil olmasıyla birlikte erkekle iş bölümü yapması ve erkeğinde ev ile ilgilenmesi gerekmektedir. Bu kuralın esnetilmiş tarafıdır fakat öte yandan erkek yine toplum kurallarının yansıttığı ölçüde davranmak zorunluluğu hissettiği için evde bir yere kadar kalmakta ve iş bölümünü bir yere kadar gerçekleştirmektedir. Tamamen sorumluluk üstlenmekten ziyade bir kısmını bölüşmekten yanadır. Bu da toplum tarafından dayatılan kurallar içinde yaşanılan zamana ve mekâna göre ne kadar esnetilirse esnetilsin temelinde yine kuralların ilk sert halleri yatmaktadır anlamına gelmektedir.
Toplumsal olarak farklılaşan cinsiyet kimliklerinin temelinde biyolojik olan cinsiyet farklılıkları yer almaktadır. Toplumsal cinsiyet ayrımının ilk sebebi olarak biyolojik cinsiyet rahatlıkla söylenebilmektedir. Fakat bunun yanında ikinci ve belki de asla yok sayılmayacak sebep olarak ise ev içerisine yerleştirilen roller söylenmelidir. Hangi toplum tipinde olursa olsun ev içerisinde ön planda tutulan, ev içerisine yerleştirilen roller topluma yayılmakta ve kendine daha geniş platformlarda vücut bulmaktadır. Kadın bireyin erkek bireye göre kamusal alanda, çalışma hayatında ikincil planda kalmasının bir başka sebebi yoktur. Arka planda kalan sebep tamamen ev içerisinde kadının erkeğe nazaran ikinci planda kalması, kadın bireyin erkek bireye hizmet eden konumda olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple meslek seçimleri de etkilenmektedir. Bazı meslek grupları biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve bunların getirdiği roller ile birlikte cinsiyetlerle özdeşleşmiş durumdadır. Örneğin; öğretmenlik (branş olarak özellikle okul öncesi öğretmenliği) , sekreterlik, hemşirelik gibi meslekler kadın cinsiyetiyle bütünleşmiş iken mühendislik gibi ağır işler ise erkek bireylerle bütünleşmiş durumdadır. Değişen toplumsal cinsiyet algıları ile birlikte günümüzde durum biraz daha hafifletilmiştir. Kadın bireyler doğdukları andan itibaren bulundukları ev içerisinde daha uysal, daha duygusal, çocuklarla ilgilenen, bakımını yapabilen, yaptığı işlerde daha detaycı olarak konumlandırıldığı için meslek olarak da rollerine uygun alanlara yönlendirilmektedir. Erkek bireyler ise doğdukları andan itibaren, kendi aileleri ve yaşadıkları toplum içerisinde güçlü, gücü sorgulanmaz, her işin üstesinden gelen bireyler olarak görüldükleri için daha ağır inşaat gibi alanlara yönlendirilmektedir. Yalnızca sayılan meslek örneklerinden de anlaşılacak bir nokta da kadın bireylerin kapalı mekân mesleklerine erkek bireylerin de açık mekân mesleklerine yönlendirildikleridir. Bu yalnızca yönlendirme değil zamanla kişilerin tercihlerine de rahatlıkla yansıtılmaktadır. Kadın ve kadınlık evin temsilcisi olduğu için bir bina içerisinde çalışması onun için daha uygundur. Erkek ve erkeklik ise sokağın, dışarının temsilcisi olduğu için ona da dışarıda çalışması daha uygun olarak yansıtılır. Değişen zaman ve gelişen toplumsal cinsiyet algılamaları bu meslek algılarını tamamen olmasa da bir nebze değiştirmiştir denilebilir. Artık okul öncesi öğretmeni erkek bireylere, mühendis olan kadın bireylere çok rahatlıkla rastlayabilmekteyiz. Fakat yine tamamen kabul edilmiş bir durumdur da denilememektedir. Toplumun bazı kesimleri tarafından yine de yadırganan bir durum olarak karşılaşılmaktadır. Bunun sebebi olarak da yine devam ettirilen toplumsal cinsiyet algılamaları, aile içerisine yerleştirilen rol paylaşımları, sistemin sürekliliği sayılabilmektedir.
2.1. Erkeklik ve Kadınlık
Bireyler hayatı boyunca her zaman bir grup içerisinde yer almış veya yer almak istemiştir. Kendilerini içerisinde bulundukları bu gruplar ile tanımlanış ve benliklerini bu şekilde anlamlandırmışlardır. Bu gruplar kimi zaman siyasî, kimi zaman kültürel, kimi zaman ırksal kimi zamanda cinsiyet üzerine olmuştur.
Birey içerisinde bulunduğu, kendini ait hissettiği grupları tamamen benimsemiş ve her zaman kendi grubunun karşısına farklı bir grup koymuştur. İçerisinde bulunduğu gruba olumlu özellikler atfederken, karşısına koyduğu gruba ise olumsuz özellikler atfetmektedir. Bu şekilde gruplar birbiri ile anlam kazanmakta, biri olmadan diğerinin bir anlamı olmamaktadır.
Zaman içerisinde kadınlık ve erkeklik grupları da bu şekilde ortaya çıkmış ve onları belirleyen belli kural kalıpları olmuştur. Bu kural kalıplarından hareketle de kadınlık ve erkeklik grupları ortaya çıkmış ve birbirlerini dışlayarak, birbirlerinin karşıt konumlarına yerleşerek ancak anlam kazanmışlardır.
Kadınlık ve erkeklik adı altında ortaya çıkan gruplar ise biyolojik anlamdaki cinsiyet dışında tamamen toplumsal cinsiyet başlığı altında oluşmuştur. Daha açık ifade edilecek olursa bireylerin cinsiyet olarak sahip olduğu özelliklerle ortaya çıkan farklılıklardan değil bu cinsiyetlerden hareketle ortaya çıkan toplumsal cinsiyet rolleriyle birlikte gruplandırmalar şekillenmiştir. Bu gruplandırmalar içerisinde kadınlık ve erkeklik adı altında kadın cinsiyetinin de erkek cinsiyetinin de yapacakları bellidir ve belirli olan kurallara uygun olarak davranırlar. Örneğin kadınlık rolleri içerisinde kadın evin temsilcisi, evini düzenleyen, çocuklara bakmakla yükümlü birey olarak belirlenmişken, erkeklik rolleri içerisinde erkek sokağın evin dışarısının temsilcisi, evin genel geçiminden sorumlu birey olarak belirlenmiştir. Fakat bu belirlenilmişlikler mecburî olmamakla birlikte bireylerin tercihine bağlı olarak değişmektedir. Kadın da sokağın temsilcisi olabilirken, erkek yine aynı şekilde evin temsilcisi olabilmektedir. Yalnızca ilk belirtilmek istenen toplumsal cinsiyet rolleri ile birlikte biçilen, atfedilen kurallar olduğu ve bireylerin bu kalıplar içerisine dahil edildiğidir. Bu kural yükümlülükleri birey kadın veya erkek olsun belli bir kalıba dâhil etmekte ve toplum tarafından da bu şekilde kabul görmektedir.
Bireylere düşen görev kendini topluma kanıtlamak olarak yansıtıldığı için onlara biçilen rolleri yerine getirip, çizilen sınırların dışına çıkmamaya özen göstermektedirler. Sınırların dışına çıkmaya çalıştıkları veya onlardan beklenen rolleri yerine getirmedikleri zamanlarda toplum tarafından dışlanacakları düşüncesine kapılmaktadırlar. Fakat bu düşünce alt yapısı boş değildir, toplum tarafından bireylere bu şekilde yansıtılmaktadır. Erkek veya kadın bireyler erkeklik veya kadınlık rollerini toplumun istediği şekilde yerine getirmelidirler, kendi tercihleri ikinci planda kalmaktadır. Önceliği toplumun tercihlerine, toplumun kurallarına bırakan bireyler hayat kontrollerini, tercihlerini, kendi iradelerini de yine toplumun ellerine bırakmak zorunda kalmaktadır. Çünkü belli kurallar, belli sınırlar içerisinde gerçekleşen tercihler bireye ait olmamaktadır. Her ne kadar fazla tercih hakkı, fazla seçenek hakkı var gibi gösterilse de bireyler önceden belirlenmiş seçenekleri tercih etme hakkına sahiptir. Normal şartlarda hak olarak gözükse de bu da bir hak değildir.
Doğarken cinsiyetini seçme gibi bir imkân olmadığı gibi doğduktan sonra yaşanılan aile ve toplum içerisinde de cinsiyet bağlamında biçilen toplumsal cinsiyet rollerini seçme imkânı bulunmamaktadır. Reddeden, karşı çıkan bireyler ya sorun teşkil ediyor olarak algılanıp sürekli dışlanmakta ya da hiçbir şekilde sorgulama fırsatı bile vermeden direkt bir dışlanmaya maruz bırakılmaktadır. Bunun bilincinde olan bireyler kendilerine biçilen toplumsal cinsiyet rollerini kendi rıza ve istekleriyle veya istemeseler de mecburen kabul edip yerine getirmek zorunda kalmaktadırlar.
- “Erkeklik” Olgusu
Erkeklik kavramı içerik olarak bakıldığında birçok alanla ilişkilidir. Bu alanlardan örnekler erkeklik biyolojisi, erkeklik psikolojisi, erkek kimliği, erkek rolleri, erkek statüsü şeklinde sıralanabilir. Temelde birbirinden farklı alanlar olarak gözükseler de aslında birbirlerini karşılayan ve tamamlayan alan olgularıdır.
“Erkeklik” olgusu aslında içeriğinde erkek bedeni algısı, erkek biyolojisiyle birlikte toplumun diğer fertleri tarafından erkek olarak kabul edilmeyi bunun yanında kendini topluma kanıtlamak adına erkeklik rollerini yerine getirmeyi barındırır. “Erkeklik” kavramı farklı renk ve dokuları olan birçok parçadan oluşan bir yamalı bohçadır.(Bozok, 2011;15) Bu sebeple erkeklik kavramına bakıldığı zaman tek bir açıdan yaklaşım sunmak, fikir beyan etmek olanaksızdır. Tek bir açıdan bakılıp yorumlandığında sığ bir kalıp düşünce biçimi ortaya çıkacaktır. Bu kalıp düşünceler çoğu zaman erkekliği yücelten, diğer cinsiyetleri, diğer cinsiyet rollerini dışlayıcı biçimlerde karşımıza çıkmaktadırlar.
Erkeklik, erkek cinsiyetinin toplumsal cinsiyet kategorisi içerisinde sınıflandırılmasıdır. “Erkek cinsiyeti” kavramı ile “erkeklik” kavramları farklı noktalara temas etmektedirler. Fakat bu farklılık ile beraber birbirleriyle de ilişkili oldukları inkâr edilemez bir gerçektir. Erkek cinsiyeti biyolojik alanda kendini göstermektedir. Erkeklik ise toplumsal cinsiyet temsillerinde kendine vücut bulmaktadır. Biyolojik olarak ortaya çıkan erkek cinsiyetinin toplumsal ve kültürel süreçlerden geçmesi ve şekillendirilmesi sonucunda erkeklik kavramı ortaya çıkmaktadır.
Biyolojik olarak dünyaya erkek olarak gelen bir bireye toplum ve içerisinde doğduğu kültür tarafından belirli kalıp yargılarla birlikte rolleri tanımlanmaktadır. İlk doğduğu andan itibaren aslında bir erkeklik kültürü empoze edilmektedir. Toplum içerisinde nasıl davranması gerektiği, nasıl bir beden görüntüsü olması gerektiği, konuşmasının, beden hareketlerinin nasıl olması gerektiği, nasıl bir kişiliğe sahip olması gerektiği, kimlerden hoşlanacağı veya nasıl bir cinsel yaşamları olacağı her zaman belirlidir ve bu yargıların dışına çıkmaları hoş karşılanmaz. Bebek de olsa çocuk da olsa yetişkin de olsa bir erkek her zaman güçlüdür, koruyan kollayan kişidir. Karşı cinsiyeti olan kadın bireyden bu konuda üstündür ve aslında onu koruması gereken de erkek bireydir. Toplum tarafından yaşamının bütün anlarında bununla karşılaşmaktadır.
Topluma kendisini, “erkek” olduğunu ispatlamak zorunda hisseden birey toplumun ona sunduğu kuralların dışına çıkmamayı tercih eder. Çıktığı taktirde karşılaşacağı tepkileri, dışlanma durumunu bilmektedir. Bundan dolayı istese de istemese de toplumun ona sunduğu değer yargılarının, toplumun onu zorunlu tuttuğu kuralların dışına çıkmaması gerektiği fikri her zaman zihninin bir köşesinde yer almaktadır. Değer yargıları ve kurallar erkeği belirli bir kafese hapsetmekte ve o kafesin dışına çıkmasına müsaade etmemektedir. Fakat bu müsaade esnek bir kavram olarak görülebilir. Kafesten çıkıp çıkmamak kişinin tercihine bağlıdır, toplum tarafından o kafesten çıkmaması birey açısından daha iyi gibi gösterilmektedir. Bu da toplumsal cinsiyet rollerinin ikisinde de olduğu gibi erkek bireyin omuzlarına bir yük olarak konumlanmaktadır. Kendi tercihleri ikinci planda kalmakta her zaman önceliği toplumun onun için belirlediği rolleri yerine getirmek olmaktadır. Erkekliğin temelinde yatan kendini kanıtlama ihtiyacı bunu doğurmaktadır. Kendini kanıtlama durumu da yine toplumun ortaya çıkardığı bir durumdur. Kişinin bir etkisi yoktur.
3.1. “Erkek Kimliği” ve “Erkek Olmak”
Erkek kimliği, toplumun “erkek olmak” için erkek cinsiyetinden bekledikleri ve erkeğin de bu beklentiyi karşılamak adına sergilediği bütün davranışlar ve tutumlar bütünüdür. Bireyin davranışları ve tutumları sonucunda şekillenen bir bütünlüktür.
Erkek olmaya ilişkin toplumun bekledikleri ve erkek cinsiyetinin yerine getirdikleri geçirilen tarihsel süreçlere, yaşanılan tarihsel dönem koşullarına, toplumların kültürel kodlarına göre değişkenlik gösterebilmektedir. Bu sebeple aslında erkek cinsiyetinin sahip olduğu kimliği iki başlık altında incelememiz mümkün görünmektedir. Bunlardan birisi “erkek cinsiyetinin bireysel kimliği” diğeri ise “erkek cinsiyetinin toplumsal kimliği” dir. İkisi de tek başına bir şey ifade etmezken ancak birlikte bir anlam ifade edebilirler. Toplum içerisinde yer alan erkek bireyler erkek cinsiyetinin bireysel kimliğini etkileyip şekillendirirken, birey olarak erkekler de erkek cinsiyetinin toplumsal kimliğini şekillendirmektedir. Bu şekilde bir döngü hâlinde etkileşim söz konusudur.
Erkek olmak konusunda toplumun etkisi yadırganamaz derecede büyüktür ve erkek bireylerin yaşamlarını şekillendirmektedir. Erkek olarak doğan bireylerin zamanla toplumun sahip olduğu değer yargıları ve sahip olunan kültürel kodlarla birlikte dönüştürülmesine dayanmaktadır. Erkek olduğunu kabul edip topluma da bu kabulü kanıtlamak isteyen bireyler yaşamlarının bütün özel alanlarına kadar toplumun etkilerini kendileri kabullenmektedir. Sergiledikleri bütün davranışlar, performanslar erkek olduklarını kendi dışındaki bireylere ispat etmek adınadır. Bu ispatı da gerçekleştirmek için toplumun onlara sunduğu “erkeklik kuralları”nı içselleştirmektedirler. Bu kurallar içerisinde cinsel performanslarını gösterememe korkusu, kendini cinsel anlamda ispatlama isteği, duygusallığını saklama, toplumda kendini üstün gösterme, korkusunu saklama gibi maddeler sayılabilir. Bu kurallar toplum içerisinde söylemlere bile yansımış durumdadır. Söylemler içerisinde en bilineni “Erkekler ağlamaz” olarak herkes tarafından bilinmektedir. Söylemin etkisiyle erkek olan birey kendisini ifade ederken duygularını saklamak zorunda kalmaktadır, ağlama duygusundan yoksundur. Toplum içerisinde ağlayarak duygularını sergilemesi çok da hoş karşılamaz bu da yine toplumsal cinsiyet ve onun söylemlerinin erkekleri hapsettiği bir kafestir. Erkek her zaman güçlüdür ve güçlü olmak zorundadır. Sert görünmelidir, duyguları ön planda olmamalıdır. Bu şekilde ancak erkek olduğunu topluma ispat edebilir.
Erkek olmak daha doğrusu erkek olduğunu kabul ettirmek isteyen bireyler kendilerini topluma kanıtlamak ihtiyacı hissetmektedirler. Erkek birey bulunduğu ortamda her zaman koruyucu, kollayıcı, “kahraman” rolündedir. Bu kahramanlık dildeki söylemlere de çok rahatlıkla yerleşmiş durumdadır. Kahraman olarak görüldüğü için kahramanlığın gerekliliklerini yerine getirmek zorundadır. Örneğin “erkekler ağlamaz” sözünün etkisiyle erkek birey ağlama duygusunu dışarı çok yansıtmak istememektedir. Çünkü erkek denilen birey güçlüdür, duygularını belli etmek, ağlamak ise güçsüzlüğün göstergesidir. Erkekliğine laf ettirmemek adına bütün duygularını geri plana itmektedir.
Erkeklik kimliğini kazanmış veya kazanmaya çalışan birey kadın cinsiyetine, kadınlığa dair olan bütün ilgili konulardan neredeyse soyutlanmış vaziyettedir. Erkek birey yemek hazırlamak, temizlik yapmak, çocuğa bakmak, evdeki bireylerin hizmetini yapmak konularında kadınlara nazaran başarısız olmakta belki de hiç denemeye bile girişmemektedir. Aslında erkek bireyin örnek verilen işlerde başarısız olacağından dolayı değil erkek kimliğinden şüphe duyulacağından ötürü bu işlerden geri kaldığı rahatlıkla söylenebilir. Yalnızca kendisine biçilen rolleri yerine getiren erkek, ataerkil toplum içerisinde daima üst konumda tutulur ve övülür. Aslında biyolojik olarak erkek cinsiyetiyle doğmuş olan bireyler ataerkil aileler içerisinde daha farklı bir konumda bulundurulmakta ve çok daha üstün tutulmaktadır. Aile içerisinde sürekli bir övülme, hizmet ettirilme durumları söz konusudur. Hatta “erkektir yapar” gibi söylemler ile doğru veya yanlış ne yaparsa yapsın erkek bireyin tutumlarından, davranışlarından şüphe edilmemekte ve yargılanmamaktadır. Bu durum zaman geçtikçe aklı başına eren bireyin hoşuna gittiği için sistemin gerektirdiklerini yerine getirmektedir. Bu şekilde de ataerkil aile düzeni, ataerkil toplum yapısını oluşturmakta ve birbirini destekleyerek devam etmektedirler.
Günümüzde değişen zaman ve gelişen teknolojilerle birlikte daha hızlı yayılma imkânı bulan imajlarla ve bu imajların tüketimi ile bireylere dair yeni anlamlar ortaya çıkmakta ve bu anlamlarla beraber kimlikler ortaya çıkmaktadır. Kişinin kendi sahip olduğu değerlerden, imajlardan, anlamlardan ziyade toplumun o bireye dair yüklediği değerler, imajlar ve anlamlar önem kazanmaktadır. Bireylerin kimlikleri dışarıdan gelen etkilerle birlikte ortaya çıkarılmaktadır. Bu da aslında sistemde kullanılmaya hazır bireylerin, kendi düşüncesini ifade edemeyen sistemin dediklerini yerine getiren bireylerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Toplum tarafından onaylanma ve topluma kendini ispatlama zorunluluğu olan birey öncelikle içinde yaşadığı ailenin daha sonra da onun geniş versiyonu olan toplumun hayat standartlarını, yaşam koşullarını özümsemek zorundalığını kendisinde hissetmektedir.
3.2. Erkekliğin Sert Yüzü “Ataerkillik”
Ataerkillik, erkek cinsiyetinin egemen olduğu bir toplum yapısını karşılayan kavramdır. (Bozok, 2011;27) Erkek cinsiyeti merkezli bir yapıya sahiptir. Ortaya çıkan ve sürdürülen toplumsal ilişkilerde erkek cinsiyeti egemenliği, erkek cinsiyetinin düşüncelerinin hâkim olduğu kalıp yargılar ön planda yer almaktadır. Henüz ataerkil düzene dahil olmayan bir toplum içerisinde özel alanın temsilcisi kadın cinsiyeti, kamusal alanın temsilcisi erkek cinsiyeti iken ataerkil toplum yapısında erkek hem özel hem de kamusal alanın görünen yüzüdür. Kadın arka planda kalmaktadır. Karşımıza çıkabilecek bütün siyasi, ekonomik, dini, cinsel konularda erkek cinsiyetinin düşünceleri hakimdir. Kadın tamamen susturulmuş vaziyette olmasa bile konuştukları dikkate alınmamaktadır.
Ataerkillik toplum içerisinde bulunan bireylerin benliklerini, görevlerini yeniden tanımlar, sahip olduğu ideolojileri gelenekler, örf, adet, medya, televizyon kanalları, film dizi içerikleri, reklamlar, sosyal medya aracılığıyla bireylere empoze etmektedir. Bu şekilde sunulan ideolojiler kolaylıkla bireylere ulaşmaktadır ve yine ulaşılan bireyler tarafından uygulanan ilişkilerle birlikte düzenin sürekliliği ve akışı sağlanmaktadır. Bireylerin nasıl davranmaları gerektiği, nasıl bireyler olmaları gerektiği, hayatlarında ne gibi tecrübeler edinmeleri gerektiği, karşılaştıkları sorunlar ve olaylar karşısında ne tür tepkiler vermeleri gerektiği düzen tarafından belirlenmiştir ve bireylere bu düzenin dışına çıkmamaları gerektiği kesin çizgilerle belirtilmiştir.
Ataerkil düzen erkeğin toplum içerisinde kendisini üstün gördüğü hususları destekleyerek bunu meşru hâle getirir. Erkek cinsiyeti merkeze alınarak geriye kalan kadın, eşcinsel gibi bireyler ikinci plana itilir hatta bazen yok sayılır. Dünya sanki tek cinsiyetin üzerine kurulmuş ve varlığını tek cinsiyet üzerinden devam ettirecek gibi davranışlar sergilenmektedir. Toplum içerisinde söz sahibi olma, söz hakkı isteme, fikir beyan etme gibi konularda diğerleri bir şekilde düşüncelerini ifade etse de son söz yine erkeğe aittir. Erkek ne söylerse geçerli olan o olacaktır, diğerleri buna itiraz etse de zaten dikkate alınmayacaktır. Kadınlar, eşcinseller vs. bu dikkate alınmama hususunu bildiği için bu kez onlar da bir adım geriye giderek bazen durumu kabullenme duygularına kapılabilmektedirler. Kadın cinsiyetinin ataerkil toplum içerisinde başarılı olup adını duyurması çok hoş karşılanmayabilir çünkü ataerkil toplum yapısına göre kadının yeri evidir. Erkek bütün alanların temsilcisi olduğuna göre bütün başarılar da ona ait olmalıdır. Kadın, erkekten başarılı olmamalıdır. Hatta bu yalnızca başarı olgusunda değil herhangi başka bir konuda da yine kadın erkekten üstün olmamalıdır. Duygusal bir ilişkileri olan çiftte kadın erkeğin boyundan uzun ise bu sorun oluşturabilir. Eğer kadın erkekten fazla para kazanıyor ise bu yine sorun oluşturabilir. Erkek eğitim olarak kadından alt kademede ise bu da yine ataerkil toplum düzeninde çiftler arasında problem oluşturacak noktalardır.
Ataerkil formlara sahip bir toplum içerisinde cinsiyet ayrımları çok net bir şekilde belirlenmiştir. Evdeki yaşamda söz hakkına sahip olmaktan, hizmet etmekten dışarıdaki çalışma hayatına kadar olan bütün roller, yerine getirilmesi gereken bütün görevler toplum tarafından belirlenmiş ve kabul görmüştür. Bu kuralların devamlılığı yine toplumun üyeleri olan bireyler tarafından sürdürülmüş ve devamlılığı sağlanmıştır. Evde kadın erkeğe hizmet eden konumda yer alır ve bunu tamamen karşılık, çalışmasının ücretini beklemeden yapar. Dışarıda çalışma hayatında ise erkeğe nazaran daha düşük bir ücret ile çalıştırılır. Bu nokta bir suç olarak görülecek ise bu suçun tamamı asla tek bir cinsiyete yüklenemez. Ataerkil sistemin başrol oyuncusu olan erkek cinsiyeti kadar kadın cinsiyeti de bu noktada suçlu konumdadır. Erkek birey sistemin suçuna ortak olma konusunda suçluyken, kadın birey ise sisteme karşı çıkmayarak boyun eğme konusunda suçludur. Kadın bireyler geleneksel ailelerde yetiştikleri ve kendi sahip oldukları ailelerinde yine ataerkil yapıya sahip oldukları için karşı çıkmaya korkar durumda da olabilmektedir. Erkek birey ise suça ortak olmak konusunda neredeyse mecburdur çünkü eğer sisteme karşı çıkar ise, suça ortak olmaz ise toplumdan dışlanma korkusu yaşamaktadır. Bu sebeplerden dolayı iki cinsiyetinde temsilcileri “boyun eğmek” adı altında sistemin kurallarına ayak uydurmak zorunda kalmaktadır. Bu zorunluluk da beraberinde kısır döngü halinde ataerkil düzenin belki geleneksel haliyle kalmasını belki de üzerine koyarak devamlılığını sağlamasına yardımcı olmaktadır.
Ataerkillik yalnızca aile kurumu içerisinde görülüyor demek yanlış bir yaklaşım olacaktır. Ataerkil düzen yalnızca tek bir kuruma indirgenemeyecek kadar geniş alana hitap eden bir kavramdır. Hukuksal düzenlemelerde, siyaset kurumunda, ekonomi kurumunda, eğitim kurumunda, kültürel ilişkilerde, insanlar arasında oluşan iletişim ve diyaloglarda, kurulan cinsel ilişkilerde özetle toplumsal ilişkilerin, toplumsal yaşamın vücut bulduğu her yerde karşımıza çıkmaktadır.
Ataerkil toplumlarda erkek egemenliği meşrulaştırılmış durumdadır. Kadınlara ikinci derece önem verilmesi -bazen hiç önem verilmemesi- bu sebepten kaynaklanmaktadır. Kadın cinsiyeti ataerkil toplumlarda çoğunlukla evin, çocukların ve ev işlerinin idaresini yapma sorumluluğu ile bütünleşmiş haldedir. Bütün kontrol mekanizmaları erkek cinsiyetinin elindedir. Kararı veren de kararı uygulayan da erkektir. Bu durum evin içi olan özel alanda da sokağı kapsayan kamusal alanda da değişmez aynıdır. Ev içerisinde bir karar alınacağı zaman kadın bir nebze konuşabilir fakat son karar erkeğe aittir, kadının buna karşı çıkması çok hoş karşılanmaz. Kamusal alanda yine aynı şekilde kararları alan erkek bireydir. İktidar sahipleri genelde erkek cinsiyettedir. Kadın temsilleri yok denecek kadar az bir sayıdadır. Dolayısıyla siyasi kararlar yine erkeklerin elindedir denilebilir. Oy kullanma konusunda da aynı durum örnek verilebilir. Ataerkil toplumlarda kadın, kendisini babası, eşi kime oy verirse ona oy verme mecburiyetinde hissetmektedir. Bu da yine bir özgürlük alanı kısıtlamasıdır.
Ataerkil toplumlarda yalnızca kadın cinsiyeti sorun yaşıyor gibi görünse de aslında sorunun büyük bir kısmını erkek cinsiyeti yaşamaktadır. Çünkü ataerkil toplumda “erkek olmak” zordur. Erkek kimliğini kazanmak, erkek olduğunu ispat etmek belki de en zorudur. Biyolojik cinsiyet olarak erkek olmak yetmemektedir, bunun yanında toplumsal cinsiyet olarak erkekliğini kanıtlamak mecburiyetindedir aksi takdirde toplum tarafından kabul edilmeyecektir. Kanıtlama mecburiyeti erkek bireylere bir şekilde empoze edilmektedir. Gerek erkek bireylere sunulan davranışlar gerek erkek bireylerden beklenen davranışlar olsun gerek de dil içerisine yerleşmiş söylemler yoluyla mecburiyet duygusu çeşitli yollarla hissettirilmektedir.
Sonuç
Toplum başından beri iki cinsiyet üzerinden varlığını oluşturmuştur ve yine varlığını bu iki cinsiyet üzerinden devam ettirmektedir. “Kadın” ve “erkek” olarak adlandırılan cinsiyetler yalnızca bedensel farklılıklarından dolayı bu şekilde gruplandırılmaktadır. Toplumlar iş bölümü kavramından hareketle cinsiyetlere dair de bir paylaşım yapmışlardır. Yapılan bu paylaşımlar ile birlikte ise ortaya toplumsal cinsiyet gruplandırmaları çıkmıştır. “Kadınlık” ve “erkeklik” olarak ise toplumsal cinsiyetler adlandırılmıştır. Toplumsal cinsiyet rolleri adına toplum tarafından biçilmiş roller bireylere dayatılmaktadır. Dayatmayla birlikte bireyin duyguları, istekleri yok sayılmakta ve önemsenmemektedir. Kendisini toplumsal cinsiyet rollerine dair şekillendirmesi ve yaşamını ona göre idame ettirmesi istenmektedir.
Toplumsal cinsiyet rolleri ile birlikte özelde erkekler her ne kadar kadına göre üstün, daha rahat, daha ayrıcalıklı bir konumda görünse de aslında detaylı incelendiğinde durumun böyle olmadığı görülmektedir. Tüm toplum tiplerinde özellikle ataerkil aile yapılarının görüldüğü toplumlarda erkek güçlü algısı oluşturulduğu için erkek, duygularını saklamak zorunda kalmaktadır. Nefretini, öfkesini çok rahatlıkla gösterebiliyorken üzüldüğünü, ağladığını göstermesi hoş karşılanmamaktadır. Kendi etrafındaki insanlar ile kurdukları ilişkilerde bu çok rahat bir şekilde gözlenebilmektedir. Duygularını ifade edemeyen birey dolayısıyla bir başkasının yerine kendini koyma yeteneği olan empati duygusundan da yoksun olmaktadır. Karşılaştığı duygulara, insanların üzüntüsüne, mutluluğuna karşı tepki verememektedir. Bu şekilde kendilerine de dışardaki bireylerin duygularına da yabancılaşma yaşamaktadırlar.
Erkek her zaman güçlü kalmalı, karşılaştığı sorunlara karşı dik durmasını bilmelidir. Sunulan bu dayatmaların bilincinde olan erkek birey ise yerine getirmekten başla çare bulamamaktadır. Bu kadar dayatma her toplum tipinde değil yoğunluklu olarak ataerkil toplum tiplerinde ortaya çıkmaktadır. Ataerkil toplumlar karşımıza erkek cinsiyetinin, babanın egemen olduğu toplumlar olarak çıkmaktadır. Erkek egemenliğini kurabilmesi için zaten güçlü olması gerektiğinin farkında olduğu için onu zayıf gösterecek duygu ve durumlardan kaçınmaktadır.
Ataerkil toplum yapısı bir kafese benzetilebilir. Bu kafes içerisine giren erkek birey karşısında birçok kimlik normu ile karşılaşmaktadır. Erkek birey kendi sahip olduğu kimliğine uygun normları uygun ise onları edinir. Fakat kendi seçimleri önemli değil yine toplumun onu yönlendirmeleri bu noktada önemlidir. Erkeklere biçilen roller ile birlikte artık büyük bir yük hâline gelen sınırların değişmesi belki de yok edilmesi ataerkil sistemden kurtulmakla mümkün olacaktır. Hem erkeklerin rollerinin değişmesi kadınların da rollerinin değişmesini sağlayacak ve bu şekilde aradaki sert çizgilerden kurtulmanın yolları açılacaktır. Toplumsal cinsiyet rollerinin, toplumsal cinsiyet normlarının arkasında büyük oranda ataerkil toplum yer almaktadır. Bireylerin cinsiyetlerinden ötürü onlara biçilen ezeli ve ebedi gibi görünen roller elbette ki değiştirilebilir. Değişimin başlangıcı ilk olarak kişinin kendisi ardından yaşadığı ailesidir. Küçük gruplar içerisinde başlayacak olan değişimler zamanla toplumun tamamına yayılacak ve toplu değişim sağlanacaktır. Kolay olmayacak bu değişim süreci için büyük bir zaman gerekmektedir. İlk başta toplumlar içerisinde bu roller ve normlar yerleşirken de büyük bir zaman gerektirmiştir. Günümüzde içerisinde bulunduğumuz enformasyon toplumuna uygun bir toplum formu geliştirmek için yapılacak ilk değişim kişisel düzeyde başlayacak olan toplumsal cinsiyet rollerinin değişimidir. Eskisi kadar sert görünmeyen, esnetilen kurallar artık yok sayılmalı, bireyler toplumun kurallarına, toplumun isteklerine göre değil kendi kuralları ve isteklerine göre tercihlerini yapıp, rollerini yine kendileri belirlemelidir.
KAYNAKÇA
- Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük
- Bozok, Mehmet “Soru ve Cevaplarla Erkeklikler”, Altan Basım, İstanbul 2011, s. 15
- Şaşman Kaylı, Derya “Kadın Bedeni ve Özgürleşme”, İlya Yayınevi, İzmir, 2010, s.27-28
- Bozok, M. “Eleştiren ile Eleştirilenler Arasında Nazik Karşılaşmalar: (Pro)Feminist bir Yaklaşımla Trabzon’da Erkeklikleri İncelemek”, Fe Dergi, 6, no. 1 (2013), 78-89.
- Çelik, G. “Erkekler (de) ağlar!”: Toplumsal Cinsiyet Rolleri Bağlamında Erkeklik İnşası ve Şiddet Döngüsü” Fe Dergi, 8, no. 2 (2016), 1-12.
- Yiğit Pehlivanlı, K. “90’lı Yıllar Türkiye Sinemasında Erkeklik Temsilleri”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2013.
- Sancar, Serpil “Erkeklik: İmkânsız İktidar”, Metis Yayınları, İstanbul, 2009
- Bourdieu, Pierre “Eril Tahakküm”, Bağlam Yayınları, İstanbul 2014,
- Michael S. Kimmel, “Homofobi Olarak Erkeklik: Toplumsal Cinsiyet Kimliğinin İnşasında Korku, Utanç ve Sessizlik” çev.: Mehmet Bozok, Fe Dergi 5, no. 2 (2013) 92-107.
- Bingöl, O. “Toplumsal Cinsiyet Olgusu ve Türkiye’de Kadınlık”, KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇k Arastırmalar Dergı̇si, 16 (Özel Sayı I), 2014, s.108-114,
- Kocabaş Atılgan, D. “Antik Yunan’da Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Temsili”, Yedi: Sanat, Tasarım ve Bilim Dergisi, 10, 2013, s. 15-27
- Altınoluk, D. “Cinsiyetleştirilmiş Kurum Olarak Akademi: Erkek Akademisyenlerin “Öteki” Üzerinden Erkeklik İnşaları”, A Journal of Identity and Culture, Aug., 2017/8, s. 37-58
- Nas, A. “Erkekler de Ağlar Ama… Axe Reklamındaki Hegemonik Erkeklik Eleştirisinin Yorumlanma Biçimleri”, Erciyes İletişim Dergisi, 2017, 5/2, s. 62-80
- Zambak, F. “Gecikmiş İradenin Gölgesindeki Hayatlar: Kuyucaklı Yusuf’ta Mağlup Kadınlık ve Erkeklik”, Kesit Akademi Dergisi, Aralık 2017, 3/12, s. 360-376
Not: Kapak görseli: https://www.guncelpsikoloji.net/sosyal-psikoloji/toplumsal-cinsiyet-rolleri-h6612.html adresinden alınmıştır.