Kitap İsmi: Etnik ve Dinsel Azınlıklar: Tarih, Teori, Hukuk, Türkiye
Yazar: Baskın Oran
Yayınevi: Literatür Yayınları
Yayın Yılı: 2018
Sayfa Sayısı: 496
ISBN: 978-975-04-0787-1
Başta Türk dış politikası, milliyetçilik, yargı ve azınlıklar olmak üzere birçok konuda eserler veren Baskın Oran, bu hacimli kitabında da azınlık meselesini ve Türkiye’nin bu konudaki tutumunu güncel bir biçimde ele alıyor. Azınlıklar konusunda akademik alanda çalışan/çalışmak isteyen veya bilgilenmek isteyen tüm kesimlerden okurların rahatlıkla anlayabileceği bir dilde yazılan bu kitap, özellikle azınlıklar konusuyla ilgili en son gelişmeleri de kapsaması itibariyle ayrıca bir öneme sahip. Azınlıklar üzerine daha önce de birçok kitap, makale, köşe yazısı yazan, kısacası bu konuda belki de Türkiye’deki en ciddi tecrübeye sahip olan Baskın Oran, bu çalışmasında da mümkün mertebe konunun bütün boyutlarını yansıtmaya çalışmış.
Dünyada azınlık kavramının tarihçesini ele alarak başlayan kitap (giriş ve birinci bölüm), Avrupa’da azınlık denen olgunun tarihsel anlamda ortaya çıkışını ve Avrupa devletlerinin bu konudaki tutumunu günümüze kadar ele alarak başlıyor. Avrupa’da feodal dönem öncesinde toplumun tamamına hakim durumda bulunan Kilise olunca ve dolayısıyla toplumu bir arada tutan (Oran’ın “birlik-beraberlik ideolojisi” dediği) düşünce de Hristiyanlık olunca, doğal olarak ortaya çıkan ilk azınlık türü de “dinsel azınlıklar” oldu. Oran, ilk azınlıkların ortaya çıkışının üç aşamada gerçekleştiğini belirtiyor: Birinci aşamada, Kilise’nin savunduğu birlik-beraberlik ideolojisi olan Hristiyanlık’ta ilk çatlamalar meydana geldi, ikinci aşamada feodal düzenin zayıflamasıyla oluşan mutlakiyetçi krallıkların tek tipleştirici politikaları, kendisine bir “öteki” yaratmak zorunda kaldı ve üçüncü aşamada da ilk “azınlık koruma metinleri” ortaya çıkarak azınlık kavramı hukuk alanına aktarıldı ve böylece doğmuş oldu. (s.23-24)
Avrupalı devletler, Vestfalya Antlaşması ile görece bir siyasal düzen oturttuktan sonra, bu kez Avrupa toprakları dışında bulunan azınlıkların durumunu ele almaya başladılar ve ilk dikkatlerini çeken ülke de Osmanlı İmparatorluğu oldu. Bu dönem, aynı zamanda Osmanlı’da da toplumsal sistemin çatırdamaya başladığı dönem olduğu için Avrupalı devletler, bu azınlıklar meselesini, siyasal anlamda başka ülkelerin iç işlerine karışmakta ustaca kullanmaya başladı ve Türkiye’de, etkileri günümüze kadar süren azınlıklara dair psikolojik durumlar ilk kez bu dönemde oluşmaya başladı.
Birinci bölüm, bu kez azınlıkların yalnız Avrupa ülkelerindeki durumunu değil, uluslararası durumlarını ele alıyor. Bu uluslar arası durumu ele alırken de Oran, Samim Akgönül’den aldığı dönemlendirmeyi kullanıyor (s. 62-63). Buna göre Akgönül, azınlıkların uluslar arası korunma durumlarını ele alırken 1919-1945 (Milletler Cemiyeti) dönemi, 1945-1992 dönemi, ve 1992 sonrası dönem şeklinde üçlü bir ayrıma gidiyor. Buna göre 1919-1945 döneminde esas korunmak istenen, kurulan MC sistemi ve ulus-devletlerin kaderidir; burada azınlık koruması amaç değil araçtır. 1945-1992 dönemi yani ikinci dönem, azınlık haklarının tehlikeli görüldüğü, azınlık haklarından ziyade insan haklarına vurgunun yapıldığı dönemdir. 1992 dönemi ise, azınlıkların kelimenin tam anlamıyla korunmaya çalışıldığı, azınlık haklarının insan haklarından bağımsız ve zaruri olarak ele alındığı dönemdir. Bölümün devamın Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, AGİK/AGİT gibi kuruluşların azınlıklar konusunda yaptığı çalışmalar derinlemesine inceleniyor.
İkinci ve üçüncü bölümler, azınlıklar konusunda ve azınlık hakları konusunda temel kavramların tartışılmaya başlandığı bölümler. Hukuki azınlıklar ve sosyolojik azınlıklar şeklinde bir ayrıma giderek başlanan azınlık tanımı, özellikle BM içerisinde yapılan tartışmalar ve kurulan komisyonlarda yapılan çalışmalar neticesinde belirlenmiş. Buna göre azınlığın “ne” olduğuna dair en fazla atıf yapılan, BM raportörü Francesco Capororti’nin tanımı olmuş. Capotorti, bir gruba azınlık denebilmesi için dördü nesnel, biri öznel; yani dördü zorunlu, biri zorunlu olmayan toplam beş kriter ortaya koymuş. Buna göre bir gruba azınlık denebilmesi için a-) bu grup, sayıca çoğunluktan daha az sayıda olmalıdır, b-) bu grup; etnik, dinsel ve/veya dinsel açıdan çoğunluktan farklı özelliklere sahip olmalıdır, c-) bu grup, ülkedeki başat/egemen güç olmamalıdır, d-) bu grubun üyeleri, ülkenin yurttaşı konumunda olmalıdır ve e-) (zorunlu olmamakla birlikte) bu grupta azınlık bilinci gelişmiş olmalıdır. Bunun haricinde bu bölümler azınlıkların kimliksel durumunu (alt kimlik-üst kimlik), hak durumlarını (negatif hak-pozitif hak ve birey hakkı-grup hakkı), liberal ve sosyalist geleneklerin azınlığa bakışlarını da tartışıyor.
Bir sonraki bölüm olan dördüncü bölüm, azınlık-devlet ilişkilerini ele alıyor. Azınlık sahibi (ev sahibi) devletin başlıca azınlık politikalarını haklar tanıma, asimilasyon ve etnik-dinsel temizlik olarak ayıran Oran, asimilasyonu gönüllü ve zorunlu asimilasyon olarak ikiye, etnik-dinsel temizliği ise ülkeden arındırma, fiziksel saldırılar, ayrımcılık ve segregasyon olarak dörde ayırıyor ve her bir alt başlığı da doyurucu biçimde açıklıyor. Buna karşın azınlığın ev sahibi devlete karşı olan tutumunu ise başlıca birlikte yaşam talepleri ve ayrılma (self-determinasyon) olarak ifade ediyor. Yine bölümün devamında özellikle ilk azınlık türü olan dinsel azınlıklar üzerinde durularak feodal düzeni aşağıdan veya yukarıdan tasfiye eden ülkelerdeki azınlıkların durumunu ayrı ayrı inceliyor.
Nihayet beşinci bölüm, resmî kabule/ideolojiye ve uluslar arası standartlara göre Türkiye’de azınlıkları ele alıyor. İlk olarak ele alınan konu, neden Türkiye’de yalnızca gayrimüslimlerin azınlık olarak kabul edildiği. Bunu sorarak başlayan Oran, bunun tarihsel, siyasal ve ideolojik sebeplerini sıralıyor. Ardından da “üç büyükler” olarak tanımladığı Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıkların nüfuslarını, vakıflarını, bulundukları şehirleri ve semtleri, inançlarını uzunca anlatıyor. Ardından ise uluslar arası standartlara göre Türkiye’de azınlık olan fakat resmi olarak kabul edilmeyen Alevi, Kürt, Arap, Ezidi, Süryani, Çerkes vs kesimleri sıralıyor.
Altıncı bölümün başlığı ise ”Resmi Kabul: Lozan Bağlamında Türkiye’de Azınlık Kavramı ve Hakları” şekilde. Bölüm, ilk olarak Lozan’daki azınlık maddelerini sayarak başlıyor. Arkasından, Lozan’ın kimleri azınlık olarak kabul ettiğini sıralayan Oran, Lozan’ın azınlık olarak kabul ettiği kesimlerden, Türkiye’nin, yalnızca Rum, Ermeni ve Yahudileri azınlık olarak kabul etmesini eksik buluyor ve bunlara karşı da yükümlülüklerin tam olarak yerine getirilmediğini söylüyor.
“Resmi Kabul ve Uluslar arası Standartlar Bağlamında Türkiye’de Azınlık Mevzuatı, Uygulaması, İçtihadı” başlıklı yedinci bölüm, yasama ve yargı erkleri bağlamında Türkiye’deki uygulamaların tahlilini ayrı ayrı yapıyor. Yasamayı değerlendirirken Oran, özellikle, Türkiye’de çok fazla engellemeye yol açan iki Anayasa ifadesini; “milletin bölünmez bütünlüğü” ve “devletin dili Türkçe’dir” ifadelerini tartışmaya açıyor ve en çok da bu iki ifadenin Türkiye’deki azınlık anlayışını engellediğini belirtiyor. Zihniyetlerini Anayasadaki bu ifadelerden alan Terörle Mücadele Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu, Dernekler Kanunu, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, Türk Ceza Kanunu, Nüfus Kanunu gibi kanunlardan maddeleri seçerek, azınlık haklarının gelişimine engel olan antidemokratik uygulamaları gösteriyor. Her ne kadar bunların önemli bir kısmı 2001-2004 arasında yapılan Anayasa değişiklikleri ve çıkarılan AB uyum yasa paketleriyle giderilse de, bunların da büyük ölçüde kağıt üzerinde kaldığını söylüyor. Yargıyı değerlendirirken ise en çok, parti kapatma geleneğinden bahsediyor Oran. Özellikle Kürt partilerinin kapatılırken en fazla olarak “resmi dilden farklı dilde propaganda yapmak” ve “azınlık yaratmak” gibi suçlardan kapatıldığını ifade eden Oran, bunların tamamının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Türkiye’ye tazminat olarak geri döndüğünü de ekliyor.
“OHAL Rejimi Öncesi ve Sonrasında AB Reform Paketleri: Tüm Yurttaşlar, Gayrimüslimler, Kürtler” başlıklı sekizinci bölüm, 15 Temmuz askeri darbe girişimi öncesi ve sonrasında AK Parti’nin tutumlarını değerlendiriyor. İlk olarak AK Parti döneminde çıkarılan AB uyum yasa paketlerinin, Türkiye’de 1920 ve 1930’lardan sonraki ikinci çağdaşlaştırma dalgası olduğunu belirten Oran, özellikle 2013 yılındaki Gezi Parkı olaylarına kadar AK Parti’nin bunların arkasında büyük ölçüde durduğunu, fakat sonrasında bakış açısını değiştirdiğini belirtiyor. Bu bölümde AB uyum yasa paketlerinin azınlıklar ile uzaktan-yakından alakalı tüm maddeleri tek tek değerlendiriliyor.
Kitapta bahsedilen konular kabaca bu şekilde. Fakat tüm bu doyurucu noktaların yanı sıra kitabın satır aralarında, konuyla yakından alakalı fakat burada bahsedilemeyen birçok hususla ilgili de bilgiler bulunabilir. Örneğin Osmanlı millet sistemi, yurttaşlığın kan temelli ve toprak temelli tanımlanma yöntemleri, Osmanlı döneminde “hoşgörü politikası” olarak adlandırılan sistemin neden böyle olduğu gibi.
Görsel:https://www.idefix.com/kitap/etnik-ve-dinsel-azinliklar/arastirma-tarih/etnoloji/urunno=0001748216001