Ha-Joon Chang’ in kaleme aldığı Sanayileşmenin Gizli Tarihi adlı kitap 377 sayfa olmakla beraber dili gayet sade ve anlaşılır biçimdedir. Orijinal adı ‘’Bad Samaritans’’tır. Bu kitap sadece akademisyenler ve öğrenciler için değil, tüm toplumun okuyup anlayabileceği bir kitaptır. Ayrıca üniversitelerde ekonomi ile ilgili derslerde örnek gösterici bir kitap olarak öğrencilere okutulabilir. Yazar yapmış olduğu analizleri birçok örnekle anlatarak açıklayıcı bir şekilde yorumlamıştır. Kitap bizlere günümüzdeki zengin ülkelerin nasıl zengin olduklarını, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere hangi tür politikalar uygulanırsa zengin ülkelerin konumuna gelebileceklerinden bahsedilmiştir. Yazar burada zengin ülkelerin, az gelişmiş ülkelerde uygulatmak istediği ve kendi ülkelerinde uyguladıkları politikalar arasındaki çelişkileri bulup, tamamlayıcı olarak güzel örnekler yakalamış ve bu örneklerle düşüncelerini pekiştirmiştir. Kitapta genellikle Güney Kore’den örnekler bulunmaktadır. Fakat bu incelemede kitabın ana fikrine paralel olarak Türkiye’den örnekler verilmiştir.
Kitapta kullanıla anahtar kelime: Kötü Samiriyeliler, kitapta zamanımızın zengin ülkelerini ve serbest piyasa ekonomisini az gelişmiş ülkelere dayatmaya çalışan, yardım ediyormuş gibi gözüken ama özünde zarar barındıran ülkeleri anlatmak üzere Ha-Joon Chang bu kavramı kullanmıştır.
AZ GELİŞMİŞLİĞİN SÜREKLİLİĞİ
1.Dünya Savaşının bitmesiyle birlikte imparatorluklar yıkılmış, bu imparatorlukların içinden pek çok devlet ortaya çıkmıştır. Bu yeni devletler ekonomik gelişme adına ülkelerini dışarıya kapatmak istemiş kendi ekonomilerini oluşturmaya çalışmıştır. İnternetin evlerimize girmesiyle birlikte küreselleşme adına önemli gelişmeler yaşanmıştır. İnsanların her şeyden haberi olmaya başlamış, bilgi saklanamaz hale gelmiştir. Nitekim teknoloji de gelişmiş zengin ülkeler tarafından korunamamış teknolojik bilgiler hızla yayılmaya başlamıştır. Buna karşılık gelişmiş ülkeler, teknolojiyi kopyalayıp geliştirmeye çalışan az gelişmiş ülkelere ekonomik kalkınma için en iyi bildikleri şeyleri yapmaları gerektiğini, kendilerinin de en iyi bildikleri işi yani teknoloji üretmeye devam etmeleri gerektiğini dayatmaya çalışmıştır. Ülkemizden bir örnek verecek olursak 1948 yılında Türkiye için hazırlanan Hilts raporunda ülkenin demiryolu ulaşımı yerine yatırım önceliğini karayolu yapımını verilmesi gerektiğini ve bunun için Bayındırlık Bakanlığı’na bağlı Yollar Genel Müdürlüğü’nün idaresinde bağımsız bir tüzel kişiliğe sahip bir Karayolları Genel Müdürlüğü’nün kurulması istenilmektedir.[1] Peki, o dönemde Türkiye araba üretiyor muydu? Ya da ülkenin petrol kaynakları var da petrol mü çıkarıyordu? Şöyle düşünelim karayolunu yaptık diyelim. Üstünde gitmesi gereken araçları kendimiz üretemiyorsak ya da o aracın yakıtını kendi ülkemizde çıkaramıyorsak ülkenin gelişmesine ne gibi katkı sağlayabilir bu karayolları. Burada tamamen karayolları yapımına karşıt bir yazı hazırlandığı algılanabilir. Fakat yollar, köprüler, şehirlerin mezar taşları gibi gökdelenler bir ülkenin gelişmiş olduğunu ya da geliştiğini göstermez. Bir ülkenin geliştiğini görebilmek için üretimine; az insanla ne kadar çok üretim yapabildiğine bakarız. Ülkenin kendi kendine yetebildiğine bakarız. Ama kendi ülkemizde başka ülkelerin öngördüğü raporları uygulamak bize gelişmişliği getirmez. Çünkü batılı ülkeler az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeleri, kendi istedikleri politikaları uygulamaları halinde gelişmiş ülke olabileceklerini söylerler. Fakat bu az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler ne yaparlarsa yapsınlar yine de gelişmiş ülke statüsü kazanamamıştır. Bu noktada Andre Gunder Frank’ a değinmek gerekir. A. G. Frank literatüre kazandırdığı ‘’az gelişmişliğin gelişmesi’ kavramını açıklarken şöyle der:
‘’1960 sonu modernleşme kuramının aslında diğer toplumların da batı gibi modern hale getirmekten ziyade batının kendi hegemonyasını kullanarak batı dışı toplumların mevcut durumlarını bozmada devam etmesini sağlamaya yönelik politikalardı.’’[2]
Yani batı-dışı toplumların batı gibi üst seviyeye gelmesi değil de her zaman dinamik bir biçimde üst seviyeye gelebilme potansiyeline vurgu yapıp ama hep aynı seviyede kalmalarıdır. Samir Amin’ de mevcut durumu kapitalistin sömürüsü olarak nitelendirir. Ülkemizde bize düşürülen pay tarım olmuştur. Kabul edelim güçlü ülkeler (özellikle Amerika) Türkiye’ ye yardımlar yapmıştır. Ama bu yardımlar karşılıksız mı kaldı? 1960’ lı yıllarda Amerikan yardımları alınıyor fakat Amerika bu yardımları verirken geri almayı da bilmiştir. O dönemde Türkiye’ de Gümüş Motor Fabrikası’nda küçük çapta motor üretilmektedir. Piston üretebilecek kapasiteleri varken yan sanayinin kurulmasına izin verilememiştir. Çünkü Amerika yaptığı yardımlara karşılık pistonların kendilerinden alınması şartını koymuşlardır. Peki ya Amerika bize piston satmayı bırakırsa? İşte o zaman küçük çapta bile motor üretemeyecek hale gelmiş olacağız. Tabi bu sanayileşmeyi baltalamak isteyenler arasında ülkemizin insanlarından da yer alıyordu. Bu insanların başında ithalatçılar geliyordu. Çünkü dışardan ithal ederek ülke içinde satılan ürünler, kendi ülkemizde üretildiği takdirde ithalatçıları gücendirecekti. Zamanında üretip sonra gömdüğümüz uçaklardan bahsetmemize gerek yoktur herhalde! Bu yüzden bizden motor yerine şeftali, kayısı üretmemiz istendi.
SERBEST PİYASA EKONOMİSİ SON NOKTA MI?
Ha-Joon Chang’ ın kötü samiriyelileri, serbest piyasa ekonomisini savunur.[3] Düşünmeyi bırakırsak eğer başkalarının ürettiklerini (demokrasi gibi) en iyi olarak kabul ederiz. O yüzden düşünmeyi bırakmamalı, daha iyiyi yakalamaya uğraşmalıyız. Azgelişmiş ülkelerin serbest piyasa ekonomisini uygulamaları halinde gelişebileceklerini vurgular. Bu durumun az gelişmiş ülkelere kaybettirdiklerini anlatmadan önce batının da aslında serbest piyasa ekonomisini kullanmadıklarını belirtmemiz gerekir. Kendileri, dış ülkelerde serbest piyasa ekonomisini uygularken kendi ülkelerinde serbest piyasa ekonomisinin gerektirdiği politikaları kullanmaz. Özellikle 1929 Buhranından sonra güçlü ülkeler gümrük duvarları koyma uygulama yoluna gitmiştir. Bir başka şekilde örnek verecek olursak Amerika geçtiğimiz dönemlerde General Motors’un iflas etmek üzere devletin müdahale etmesini de verebiliriz. Liberalizmin başülkesi Amerika, General Motors’un iflası karşısında oluşacak istihdam açığı korkusuyla ‘’bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’’ diyememiştir. Buradan anlaşılacağı üzere ülkelerin gerçekten gelişmesi için gerekli olan politika, serbest ticaret politikası uygulamak değil, devletçi politikalar izleyerek milli ekonomik kalkınmayı sağlaması gerekmektedir. Ülkemizde devletçilik uygulamaları Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanmış fakat o dönemde yaşanan gelişmeler ( 1. Dünya Savaşından çıkılmış olması, 1929 Krizinin yaşanması, 2. Dünya Savaşının yaşanması) devletçilik politikasının işe yaramadığı kanaatinin oluşmasına sebep olmuştur. Sonraki dönemlerde liberal politikalar izlenmiş, devletin ekonomideki etkinliği azaltılmış KİT’ler özelleştirilmiştir. Ha-Joon Chang kitabında KİT sorunlarını özelleştirme yoluyla çözüm bulunamayacağından; bununla birlikte özelleştirmenin pek çok tuzağı da içinde barındırdığını açıklamıştır.[4]Yapılan özelleştirmeler devletin yaptığı en büyük hatalardan biridir. Aslında burada devletin tembelce kolaya kaçmasından da söz edebiliriz. Çünkü her zaman özelleştirilen kurumları devlete zarar ettirdikleri gerekçesiyle özelleştirdiklerini ya da bazı kuruluşların (enerji, telekomünikasyon) alt yapı yatırımlarının büyük sermaye gerektirdiğini, bu gerekli sermayeyi devlet bünyesinde karşılayıp alt yapıyı oluşturduktan sonra özel sektöre işletilmek üzere özelleştirilmesi gerektiği vurgulanır. Burada dikkat edilecek husus uygulanan liberal politikalardır. Aslında işin kolayına kaçmaktansa zarar ettirilen KİT’lerde gerekli inceleme yapılıp bir komisyon kurulmak suretiyle çözüm yolları bulunur ve ciddi şekilde devletin kasasına kaynak sağlanabilir. Bazı KİT’ler vardır ki özelleştirilmesi kesinlikle zararlıdır. Bu sözümden kastım, elektrik ve telekomünikasyon işletmelerinin özelleştirilmesidir. Elektrik önemli bir kaynak olup günümüzde vatandaşların temel ihtiyaçlarından biri haline gelmiştir. Sosyal devlet ilkeleri gereği halkın refahı önemlidir. Bu yüzden elektrik, telekomünikasyon gibi KİT’ler özelleştirildiğinde vatandaşın sırtına ekonomik bir külfet yüklenebilir. (Yeni yapılan köprülerin geçiş ücretlerinde olduğu gibi.) KİT’lerin özelleştirilmesinden doğabilecek başka bir sorun da, devlet tekelinde olan işletmelerin, özel sektörün elinde tekelleşmesidir. Yani devletin tekelinde olan elektrik dağıtım işletmeleri özel sektöre geçmesiyle kamu hizmeti aksayabilmektedir. Çünkü rekabet edebileceği başka bir firma olmadığı için kendilerinde istedikleri şekilde davranabilme hakkı görebilirler.
EMPERYALİZMİN YENİ KÜRESEL DÜZENDEKİ ADI: DEMOKRASİ
Demokrasi antik yunan döneminden beri adı kitaplarda geçen bir terimdir. Fakat günümüzde artık batılı devletlerin en etkili silahı haline gelmiştir. Yukarıda da belirttiğin gibi düşünmeyi bıraktığımız için en iyi yönetim biçimini demokrasi olarak kabul ediyoruz. Ama demokrasinin de kendi içinde barındırdığı bir takım hatalar vardır. İşimiz demokrasiyi tartışmak olmadığı için batının demokrasiyi nasıl kullandıklarını açıklama gereği duyuyorum. Batılı ülkeler en iyi yönetim biçiminin demokrasi olduğunu ve ancak demokratik ülkelerin gelişebileceğini söylemiştir. Ülkemizde cumhuriyetin ilanıyla birlikte demokrasi önemli bir ivme kazanmıştır. Hatta demokrasi, günümüzün vazgeçilmez olgularından biri halindedir. Fakat demokratik olmamıza rağmen batılıların kastettiği gelişmişliği yakalayamamamız, demokrasinin ekonomik gelişmeyi etkileyen temel bir yönetim olmadığını görmemize yeter.
- yüzyılda gerçekleşen coğrafi keşiflerle ve yeni pazar yollarının bulunmasıyla birlikte Avrupa bilim ve ticarette gelişmeye başlamıştır. 17. ve 18. yüzyıllara gelindiğinde sanayi inkılabı neticesinde Avrupa’da hammadde arayışları başlamış ve emperyalizm hızla yayılmıştır. O dönemde Avrupalılar ‘’beyaz adamın yükü’’ kavramını ortaya atarak sömürgeciliklerinin üstünü örtme çabasına girmişlerdir. Beyaz adamın yükü sözünü açıklamak gerekirse, günümüzde dile getirdikleri az gelişmiş doğu ülkelerine medeniyet (demokrasi) götürdüklerini o dönemlerde de ifade etmek için kullanmışlardır. Kendilerine göre geri kalmış devletlere medeniyet götürdükleri için çok büyük, çok zor bir iş yaptıklarını söyleyerek beyaz adamın yükü ifadesini kullanmışlardır.
Demokrasi günümüzde çok önemli bir silah olarak kullanılıyor demiştim. Bunu aslında anlatmama gerek yok. Çünkü 2001 yılından beri Ortadoğu’da yaşananları görüyoruz. Batının demokrasi getirdiği ülkelere demokrasi yerine kan ve gözyaşından başka bir şey gelmemiştir. Demokrasi, Suriye’de 400.000, Irak’ta 1,2 milyon, Libya, Afganistan’da binlerce hayata mal olmuştur. Sonuç olarak gördüğümüz üzere demokrasinin az gelişmiş ülkeleri geliştirmek yerine ülkeleri daha kötü hale sokabilmektedir.
GELİŞİM KARŞILAŞTIRMASINDA KÜLTÜREL FARKLILIKLAR
Ülkelerin gelişmesinde kültürün önemimin büyüklüğünden bahsedilir. Aslında kültürel etkenler gelişmeyi etkilemez. Gelişmeyi etkileyen faktör tembelliktir. Tembellik ise evrensel olup herhangi bir kültürle özdeşleştirilemez. Bir asır önce batılılar tarafından tembel olarak bahsedilen Japonlara günümüzde tembel denmesi kulağa pek doğru gelmemektedir.[5] Kendi ülkemizden örnek verecek olursak, ‘’yahu gevur yapıyor be!’’ sözünü çok duyarız. Bu sözü söylememizin nedeni, ‘’kendimiz yapacağımıza hazırı var hazırını alalım.’’ sözüdür. Çünkü gelişme konusunda tembel davranıyoruz. Eğer hazırı varsa, bir şeyi yapmak için, emek harcamak yerine kendimizi üzmeden hazır olanı alıyoruz ve bu da bize, ‘’bir şeyin en iyisini gevur yapar.’’ algısını oluşturuyor. Milletleri tembel, çalışkan, iyi, kötü diye sınıflandırmak bizi hata yapmaya, yanılmaya sürükleyecektir. Tembellik, çalışkanlık, iyilik, kötülük bireyler için atfedebileceğimiz sıfatlardır. Netice olarak beş parmağın beşi de bir değil demişti atalarımız.
SONUÇ
Bir ülkenin gerçekten ekonomik olarak gelişebilmesi için, o ülkenin siyasi, askeri ve ekonomik olarak bağımsız olması gerekir. Bunlarla birlikte yeni küresel dünyada bu kadar kolay bir biçimde bilgi paylaşımı varken ülkelerin bu bilgileri en iyi şekilde kullanıp geliştirmeleri gerekir. Gelişme yolunda sanayileşmenin payı çok büyüktür. Sanayileşme olmazsa alınan bilgiler kullanılamaz, kullanılamazsa geliştirilemez, bilgiler geliştirilemezse ülke ekonomik bağımsızlığını kaybederek başka ülkelere muhtaç hale gelir. Son olarak şu anda bu sistem (serbest piyasa ekonomisi) her ne kadar kötülense de daha sonradan savunulabiliyor da. Güney Kore az gelişmiş bir ülkeyken batıyı dinlemek istemedi. Bunun sonucunda Samsung, Kia, Hyundai gibi büyük firmalar oluştu. Ancak bu büyüyen firmalar da batı gibi kendi çıkarlarını düşünerek, az gelişmiş ülkelere yön verme eğilimindedir. Sistemden gerçek payı alan sisteme dahil oluyor. Ama bu sistemin de sonu yaklaşıyor. Çünkü sistem yayıldıkça batı kendi silahlarıyla vurulmuş oluyor. Özellikle de Çin bu duruma verebileceğimiz en iyi örnektir. Günümüzde Çin dünya ekonomisinin çok büyük bir kısmına hükmetmekte ve bu durum da batıyı hayli endişelendirmektedir. Yakında batı, tekrar dünya liderliğini eline alabilmek için yeni sistemler keşfedip deneyeceklerdir.
Okuma listenize alabileceğiniz, okurken sizi yormayan ve size farklı bakış açıları kazandıran bir kitaptır. Keyifli okumalar…
Dipnotlar
[1] Nadir AVŞAROĞLU, Marshall Planı, Amerikan Dış Kredileri ve Türkiye Madencilik Sektörüne Etkileri, Ankara, 2008, s.6
[2] Ünal ARSLAN, ‘’Latin Amerika Ülkelerinde Bağımlılık’’, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 2006, s. 37-56
[3] Ha-Joon Chang, Sanayileşmenin Gizli Tarihi, Eflatun Yayıncılık, 2015, s.111
[4] Ha-Joon Chang, Sanayileşmenin Gizli Tarihi, Eflatun Yayıncılık, 2015, s.193
[5] Ha-Joon Chang, Sanayileşmenin Gizli Tarihi, Eflatun Yayıncılık, 2015, s.303