Düzce Üniversitesi Öğretim Üyesi Mehmet Ertan’ın kaleme aldığı Aleviliğin Politikleşme Süreci: Kimlik Siyasetinin Kısıtlılıkları ve İmkânları isimli bu kitap, İletişim Yayınları’ndan 2017 yılında çıkmış çok yeni bir kitaptır.
Kitabında Alevilerin politikleşmesini 1960’lı yıllardan başlatan Ertan, 1960-1980 yılları arasındaki politikleşmeyi “örtük politikleşme” olarak ifade ediyor. Buna göre 1950’li ve 1960’lı yıllarda yaşanan hızlı göçlerle beraber kentlere akan Aleviler, tarihlerinde ilk defa Alevi olmayanlar ile yan yana yaşamaya bu dönemde başlamışlardır. Bu döneme kadar Aleviler, yüzyıllardır, geleneksel bir formda, yüz yüze ilişkilerin hakim olduğu kırsal alanlarda yaşamışlardır. Kente akan Aleviler, kentleşme dinamiğiyle beraber kırsaldaki toplumsal değerlerinde ve kurumlarında aşınmalar meydana geldiğini fark etmiştir. Bunun sonucunda da “örtük” olarak ifade edilen politikleşme süreci başlamıştır. Örtük politikleşme ifadesinden kasıt, Alevilerin, sahip olduğu “Alevilik” kimliği bağlamında değil, bireysel olarak tek tek tüm Alevilerin “sol siyaset” üzerinden politikleşmeye başlamasıdır (s. 27).
Batı’da daha erken olmak üzere Türkiye’de 1990’lı yıllarda siyasetin kültürel bir dönüşümünden bahseden Ertan, bunun sonucunda 1990’lı yıllarda oluşan Alevi politikleşmesini ise “kimlik siyaseti” bağlamında değerlendirmektedir. Buna göre 1980 sonrasında tüm dünyada siyaset, sosyo-ekonomik bağlamda dönüşmüş, bunda 1990’lı yıllarda Sovyetlerin dağılması da önemli bir etkide bulunmuş, böylece tüm dünyada genelde sol düşüncenin özelde ise sınıf siyasetinin çökmesiyle beraber siyaset kültürel bir dönüşüm yaşamıştır. Bunun sonucunda da yaşadıkları problemleri “Alevi oldukları için yaşadıklarını” düşünen Aleviler, bu dönemde ilk kez kimlikleri üzerinden politikleşmeyi tercih etmişlerdir (s. 15-16).
Kitabın bölümlerine bakacak olursak, birinci bölümde bir giriş yapan Ertan, ikinci bölümde 1960’lı yıllarda ilk kez politikleşmeye başlayan Alevilerin bu dönemde politikleşmesinin yapısal ve tarihsel arka planlarına bakarak Alevilerin neden bu dönemde özellikle sol siyasetler üzerinden politikleştiğini açıklamaya çalışıyor. Bunu açıklarken de Alevi partisi olarak bu dönemde kurulan (Türkiye) Birlik Partisi üzerinden analiz etmeye çalışıyor. Alevilerin sol ile ilişkisi, Alevilerin CHP ile ilişkisi, Parti’nin ideolojik konumlanışı ve programı gibi hususlara bu bölümde değiniliyor.
Üçüncü bölümde Ertan, 1990’lı yıllarda Alevilerin kimlik eksenli politikleşmesini ele alıyor. Bu bölümde önce siyasette tüm dünyada nasıl bir –kültürel-dönüşümün meydana geldiğini açıklayan Ertan, bunu, Alevi kimliğine sabitlik kazandıran iki unsur olarak açıkladığı “Alevi kimliğinin müphemliği” ve “Alevi katliamları” üzerinden değerlendiriyor. Yine bu yıllarda Avrupa’da dinsel özgürlükler bağlamında hareket alanı bulan ve örgütlenmeye başlayan Alevilerin Türkiye’deki Alevilerle olan ilişkisine ve Madımak ve Gazi olaylarının basında sunuluşuna değinen Ertan, bu bölümü Alevi araştırmacı-yazarlar ve onların konumlanışlarıyla bitiriyor.
Dördüncü bölüm ise, yukarıda Alevi kimliğine sabitlik kazandıran unsurlardan biri olarka anılan “Alevi katliamları”na ayrılmış. Kitabıyla ilgili gerçekleştirilen bir programda Alevi katliamlarına sahaya inmeden önce tahmin ettiği yerden çok daha fazla yer verdiğini çünkü Alevi katliamlarının Alevilerde tahmin ettiğinden çok daha büyük travmalara yol açtığını belirten Ertan, dördüncü bölümde, Madımak ve Gazi olaylarını, 16. Yüzyıldan itibaren Alevilerin Osmanlı Devleti’nde uğradığı kıyımları, Dersim olaylarını, 1970’li yıllarda Sivas, Malatya, Maraş, Çorum gibi şehirlerde Alevilere yönelik büyük saldırıları ayrı ayrı bölümlerde ele alıyor. 1990’lı yıllarda Alevilerin neden bir Alevi partisi olan Barış Partisi’ne değil de farklı partilere oy verdiğini ise, yaşadıkları katliamlar yüzünden büyük bir korku ve travmaya uğrayan Alevilerin, kamusal alanda daha fazla görünür olup dikkat çekmemek ve yeni katliamlara maruz kalmamak amacıyla olduğunu belirtiyor.
Beşinci bölüm, Alevi politikleşmesinin çekirdeğini oluşturan ve kentlerde Alevilerin bir arada kalmasını ve toplumsallaşmasını sağlayan “Alevi dernekleri” üzerine yoğunlaşıyor. Alevi dernekleri hususunda ağırlık noktası, Aleviliğin iki farklı yorumunu yapan Cem Vakfı ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) arasındaki görüş ayrılıkları. Cem Vakfı, mevcut din-devlet ilişkileri ağına Alevileri de katarak olumlayıcı bir pozisyon alıyor. Buna göre Diyanet İşleri Başkanlığı’nda bir Alevilik şubesi açılmasıyla, zorunlu din dersleri kaldırılmadan bu derslerin seçmeli hale getirilmesi ve bu derslere Aleviliğin de eklenmesiyle, Cem evlerine ibadethane statüsü verilmesi ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan kaynak aktarılmasıyla vb. Alevilerin problemlerinin büyük ölçüde çözülebileceğini ileri sürüyor. PSAKD ise mevcut din-devlet-toplum ilişkilerini dönüştürücü bir tavır takınıyor. Buna göre Diyanet İşleri Başkanlığı ve zorunlu din dersleri kaldırılmadan, Cem evleri tamamen bağımsız bir statü elde etmeden Alevilerin problemleri sürekli olarak yeniden üretilecektir. Bu görüş ayrılığının siyasete yansımalarından birine bakacak olursak; Cem Vakfı taleplerini yerine getirecek sağ veya sol tüm partilerle diyaloğa açık ike PSAKD kesinlikle sol bir partiye destek verilmesi taraftarıdır. İşte bu bölümde bu görüş ayrılıklarına bağlı olarak Alevi tarihinin, Alevi coğrafyasının, Aleviliğin ne olduğunun, laikliğe bakış açısının ve siyaset ve devlet ile olan ilişkilenme biçimlerinin nasıl da farklılaştığı üzerinde durulmaktadır. Bölümün sonunda ise AB ile müzakere sürecinin Aleviler’e olan etkisinden bahsedilmektedir.
Altıncı ve son bölüm ise 1990’lı yıllarda kurulan Barış Partisi’ni konu ediniyor. Bu partinin kurulmasında Alevi örgütlenmelerinin oynadığı rolden bahsedilerek bir önceki bölümdeki görüş ayrılığının Barış Partisi’nin kuruluşuna ve programına nasıl yansıdığından ve neden bu partinin Aleviler tarafından rağbet görmediğinden bahsedilmektedir.
Bu yazıda, kitapta Aleviler ile ilgili olarak anlatılanlardan yalnızca küçük bir bölümden bahsedilebilmiştir. Toplumsal bir hareket olarak Alevilikle ilgili merak edilen birçok soruya cevap verilmiş, kitabın konusunu aşan yerlerde ise konuyla ilgili literatüre göndermelerde bulunulmuştur. Ben de, ülkemizde 90’lı yıllardan sonra bir yayın patlaması yaşasa da akademik anlamda Alevilik literatürünün hala tam olarak gelişmediği bir ortamda, bu kitabı, literatürümüze mütevazı ve güzide bir katkı olarak değerlendiriyorum. Keyifli okumalar…
Görsel: https://www.iletisim.com.tr/