Değer bilmiyoruz. Değersizleştiriyoruz. Şüphesiz ki çağımızda en sık maruz kaldığımız olumsuzlamalardır. Bu iki olumsuz duygunun temelinde yaşamımızı; tarihimizi, kültürümüzü, geleneğimizi okumadan araştırmadan sadece bize sunulan hazır bilgilerle şekillendirmemiz ve modern dünyanın insanı merkeze alan tutumunun aslında onu aynı oranda ‘’bencilliğe’’, ben olgusunun verdiği tatmin olmama dürtüsüyle de yaşadığı toplumda aradıklarını bulamayınca ‘’yalnızlığa’’ itmesidir.
Elindekilerle yetinmeyip fazlasını isteme yaşanılan modern zamanların bir dayatması değildir. Toplumların anlatılarında yer alan kimi masal ve hikâyelerde de çocuğa sunulan masalımsı dünya ona hep daha güzeli var, daha iyisi var algısını yaşattırmaktadır. Bunlara bir de modernizmin getirdiği reklam kültürü eklenince ‘’tatmin olmama’’ durumunun pekişmesi işten olmamıştır. ‘’Sen daha iyisini hak ediyorsun.’’, ‘’Hazzı hisset.’’, ‘’Daha fazlasını iste.’’ gibi sloganlar bunlardan sadece birkaçıdır. Yaratılan algı genç kuşağı manevî ve millî kültürümüzde var olan dayanışma, paylaşma, birliktelik, ihtiyacın kadarını harca, bencil olma, hoşgörü erdemdir değerlerinden uzaklaştırmakta, değerlerimizden yoksun bir dünyada yaşamaya itmektedir. Nasıl bir dünyada yaşamak isterdiniz, yaşadığınız dünyanın daha güzel olması için neler yapardınız, bir sihirli fırçanız olsa dünyayı nasıl güzelleştirirdiniz? Küçüklüğümüzde şüphesiz ki her birimiz bu sorularla en az bir kere muhatap olmuşuzdur.
Soruların cevapları ise genellikle okuduğumuz veya bize okunan masallar ve hikâyelerde gizlidir. Peki, çocuklara, gençlere aile içinde, okul öncesinde ve okul sonrasında sepetten seçilen bir elma gibi sunulan masal ve hikâyelerin onların hayatındaki, gelişim sürecindeki önemi nedir? Kültürümüzden ve başka kültürlerden doğan anlatılar sahip olduğumuz değerlerle ilgili onlara sadece iyi olan yanları mı anlatmaktadır? Anlatıların alt metinlerinde gizli olan olumsuzlukların farkına varmak, bunları bir uyarı gibi algılamak mümkün müdür? Ebeveynler, öğretmenler ve okul bu işin neresindedir, neresinde olmalıdır?
Söz, çok önemlidir. Belki de varoluşun temel dayanağıdır ve sözcükler daha insanın ağzından döküldüğü ilk andan itibaren kendi bağımsızlığını ilan eder ve gerçekleşmeye başlar. Sözcüklerin tüm büyüsüyle bizi sarıp sarmaladığı yer ise kültürün içinden doğan anlatılardır. Anadolu, Hindistan, Avrupa, İran ve Arabistan gibi geniş bir coğrafya üzerinde doğan anlatılar; yaşadığımız şehirlerin karmaşasını, esrarını içine alıp paylaşma, güven, yardımlaşma, sevgi, merhamet, saygı, dostluk gibi pek çok kavramı zıtlıklarıyla yani yalan, ihanet, hile, dolan, kılık değiştirme ile sentezleyip ruhunda doğup büyüdüğümüz kültürün ayak izleriyle bizlere ulaştırır. Bu sebepledir ki ailenin, öğretmenlerin, yayınevlerinin ve müfredatın çocuklara, gençlere sunacağı anlatılara dikkat etmesi, bu anlatılar seçilirken sadece yaş düzeyine uygunluk değil ‘’ bu anlatı, bireye hangi değeri doğru şekilde öğretmelidir?’’ kriterini de göz önünde bulundurmalıdır. Hikâyeler ve masallar uydurma anlatılar değildir, her biri içinden çıktığı toplumun kültüründen izler ve taşır ve bu toplumun ihtiyaçları doğrultusunda şekillenerek kuşaktan kuşağa aktarılar. Bu bağlamda ‘’değerleri’’ gelecek nesillere doğru ve güçlü şekilde taşımada elimizdeki en güçlü silahlardır.
Eğitim, sorup keşfetmek ve üretmek üzerine kurulu olmalıdır. Tüm bunları ortak noktada buluşturan etmen ise ‘’merak’’ duygusudur. Dünyadaki keşiflerin ve icatların temelinde de insanın sınırlandıramadığı merak dürtüsünün olduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda öğretmenler, okul, dijital platformlar veya basılı kaynaklar üzerinden bizlere sunulan tüm öğretiler bireyin kendisini ve yaşadığı yeryüzünü keşfetme, analiz etme, tanımlama, sentezleme ve yeni anlatılara kapı açma basamaklarını destekler nitelikte olmalıdır. Aslında çalışmanın odak noktası, bugün Z kuşağı eğitimin odak noktasında ne bulmak istiyor? Bu kuşak değerlerimizden çok uzak, onları bilmiyor ve uygulamıyor demek ne kadar doğru? Sorulması gereken soru bilmiyor, öğrenmiyor mu yoksa anlatılamıyor, öğretilemiyor mu? Bu soruların cevabı çok uzakta değil yine kendi kültürümüzün içinde gizli ve doğru anlatılarla, o anlatıları doğru şekillerde yorumlayıp doğru zaman ve doğru koşullarda yapılacak etkinliklerle bireye sunmak, onu hayata sadece akademik anlamda değil sosyal anlamda da dolu bir birey olarak hazırlamak çok zor değildir.
‘’İnsan eğitime ihtiyaç duyan tek varlıktır.’’ diyen İmmanuel Kant, insanın birbiri ardı bebeklik, çocukluk ve talebelik dönemlerinden geçtiğini ifade ederken eğitim için en önemli evrenin ‘’çocukluk dönemi’’ olduğuna dikkat çekmektedir. Bu evrede, çocuk kendini tanıyacak, doğal yeteneklerini kullanarak belirlediği amaçlar doğrultusunda kişiliğini şekillendirecek ve sınırları tanıyıp kurallar koyacaktır.
Tartışmasız eğitimin en önemli destekçisi ebeveynlerdir. Sahip olduğu değerlerin farkında olan ebeveyn bu bilinçle çocuğunu yetiştirecek ve çocuk ailesinden aldığı sevgi, görgü ve güven ile okuldaki ruh hâlini ortaya koyacaktır. Eğitimde akademik başarı, kültürel- sportif faaliyetler ve sosyal ilişkilerde uyum bu uyumun da beraberinde getirdiği bireyin kendini ifade etme gücü önemli birer sacayağıdır.
Sosyal ve fiziksel çevresine karşı duyarsız kalan bireyler, bilgi ve çıkarlarını insanlığın ve çevrenin yararına olmayan işlerde kullanabilirler. Bu tip insanların meydana getireceği zararlar ne yazık ki sadece kendilerini değil, başkalarını da etkileyebilir. Birey; farklı kültürlere saygı duyma hissinden yoksun, içinde yaşadığı toplumun değerlerinde habersiz büyürse bugün belki de okulların en büyük problemlerinden biri olan ‘’akran zorbalığı, öğrenci-öğretmen şiddeti ve buna eklenen veli şiddeti ve hoşgörüsüzlüğü’’ artarak büyüyecektir. Tüm bu olumsuzlukların önüne geçebilmek adına aile, okul, kitle iletişim araçları ve sosyal medya birlikte hareket etmek zorundadır. Çağımız ‘’İnternet’’ çağıdır, gençleri teknolojiden koparmanın imkânsız olduğu bu dünyada onları korumak dahası başkaları tarafından korunmaya ihtiyaç duymadan büyümelerini sağlamak her yetişkinin görevidir. Millî, kültürel ve dünyasal birçok değerimize sahip çıkma noktasında da hepimize büyük sorumluluklar düşmektedir. Anahtar kelime şudur ki; eğitim sistemi çağımızın getirdiği yeniliklerin dezavantajlarını avantaja dönüştürmelidir.
Bilgi ve teknoloji çağında yaşamanın pek çok avantajı olmakla birlikte Z kuşağı bu çağın dezavantajlarını da fazlasıyla yaşamaktadır. Bilgiye çok çabuk ve hızlı ulaşmak beraberinde bilgi kirliliğini de getirmiştir. Toplumcu yapıdan bireysel yapıya dönen birey sosyalleşme kavramının boşluğunu da ‘’a sosyallik’’ kavramı ile doldurmuştur.
Değerlerin ana izleğini oluşturan sevgi, saygı ve güven duyguları karşılıklı iletişim hâlinde ve çoğu zaman da temas kurarak gelişebilecek duygulardır. Günümüz gençleri bu duyguların içini ne yazık ki kitle iletişim araçlarının kendilerine sunduklarıyla şekillendirmekte ve oldukça değerli olan 24 saatlik bir günü de değersizleştirmektedir. Bilgisayar veya televizyon başında kontrolsüz geçirilen saatler kaygı, endişe, stres gibi duyguları da beraberinde getirmekte ve çoğu kez çocuklarımız, gençlerimiz farkında olmadan bu durumlara maruz kalmaktadır.
İnsanlar dünyaya gelişleri itibariyle dinleme ve konuşma kapasitelerine sahip olarak doğarken; okuma, yazma ve sayı sayma gibi temel etkinlikleri bir eğitim sürecinden geçmeden, kendi kendilerine öğrenme kapasiteleri bulunmamaktadır. Aynı şekilde mutluluk ve mutsuzluğu ayırt etme kapasiteleri olsa dahi herhangi bir eğitim almadan bu duyguları meydana getiren değerleri yargılama kapasiteleri de bulunmamaktadır. Bununla beraber ilk zamanlarda çocuklar, toplumsal kuralları herhangi bir eleştiri süzgecinden geçirmeden ezberleme eğilimindedirler. Davranışlarının neticelerini düşünmez ve bağımsız hareket edebilecek, sebep-sonuç bağlantısı kurabilecek aklî olgunluk mertebesine henüz erişemezler. Dolayısıyla değer dünyaları siyah ve beyaz, doğru ve yanlıştan ibarettir. Bu durumda onların kendiliğinden iyi olmaları beklenemez ve rehberlik yapılmadığı müddetçe ahlaken “boş levhalar” olarak kalmaya devam edeceklerdir. Ya da o boş levha istenmeyen bilgi ve davranışlarla doldurulacaktır. Sonuç olarak okul ve aile, çocuklarımızın kitle iletişim araçları ile olan ilişkilerini düzenleme ve denetleme noktasında önemli birer mekanizmadır.
Okul sadece bilgi odaklı bir kurum olarak algılanıyor. Oysaki bugün Z kuşağı bilgiyi bir ‘’click’’ ile bulabiliyor. Okul; sadece bilgi değil; vizyon geliştirme, etrafımızdaki insanlarla öğrenebilme, öğrenilenleri paylaşma ve bireye yeni ufuklar açma noktası olmalıdır.
Günümüz kentleri ve okulları ne yazık ki gridir. Bu grilik okul kademesinde sınıf düzeyi ilerledikçe daha artmakta yetişkinlikte yerini siyaha bırakmaktadır. Grilik tanımında gizli olan ‘’oyundan uzak çocuk’’ betimlemesidir. Sosyal ve ahlaki kavramlar çocuğa oyunlar ve etkinliklerle öğretilmeli, yapılanlar günü kurtarmak üzerine değil kalıcılığı sağlamak üzerine kurulu olmalıdır.
Türkçe, sosyal bilimler, din kültürü ve ahlak bilgisi kitaplarında var olan anlatılar mutlaka gözden geçirilmeli ve alanında uzman kişilerce (pedagog, yazar, masal ve hikâye anlatıcısı, akademisyen gibi) hatta bu konuda öğrenci, öğretmen ve ebeveyn görüşleri de alınarak yeniden düzenlenmelidir.
Hiçbir şey ilk anındaki hâliyle kalmaz. Ancak günümüz MEB kitaplarında pek çok şey eskiden var olan alışkanlıklar temel alınarak düzenlenmektedir. Bu yanlıştır, değişen kuşağın beklentileri, algılama düzeyleri, dünyaya bakış açıları mutlaka dikkate alınmalıdır. Geleneğin, kültürün gizli olduğu anlatılar günümüz dijital alt yapısından da yararlanarak çocuğun ilgisini çekecek şekilde düzenlenmeli ve onlara ulaştırılmalıdır.
Hangi metinler, hangi yaş grupları için uygundur? Masal ve hikâyelerde alt metinlerde çocuğa sunulan doğru olmayan öğretiler nelerdir?
Binbir Gece Masalları, bir çocuk masalı olmasının ötesinde aslında yetişkin masallarıdır. Çünkü çocuklara alın işte büyüdüğünüzde böyle bir dünya sizi bekliyor alt mesajını vermektedir. Peki, alt metinlerde gizli olan ve çocuk psikolojisi üzerinde olumsuz etkiler yarattığı aşikâr o kavramlar nelerdir?
Kadınların hile yapıp dolap çevirmede başvurdukları en önemli silah, cinsellikleridir. Pek çok masalda olduğu gibi burada da kültürün kız çocukları üzerinden devam edeceği mesajı gizlidir. Çünkü doğurganlık kadına has ve kutsal bir duygudur. Kadın annedir, derleyici ve toplayıcıdır. Sembolik bir anlatımla kız çocuklarına; ahlaklı olma, aile sözünden çıkmama-ki aile sözünden çıkan çocukların başına hep büyük kötülükler gelmektedir- namuslu olma-iyi ve güzel kızlar bakireliğini koruyanlardır, kaybedenler çirkin ve yaşlı bir kocakarıya dönüşür- güçsüz olduğu için onu koruyacak bir erkeğe ihtiyaç duyma gibi.
Bu cinsel öğreti ve alt mesajlar çocukların zihnine öyle bir yerleşir ki kız çocukları; evde anneye yardım edecek olanın sadece kendileri olduğunu, babaya, ağabeye sonsuz mihnet duygusu ile yaklaşmaları gerektiğini çünkü eve bakacak olanın onlar olduğunu, büyüdükçe serpilen vücudunu saklamalı yoksa açığa vurmanın edepsizlik sayıldığını bilerek daha doğrusu bunlar hep aklına kazınarak büyür. Neticesinde günümüz kuşağına baktığımızda her ne kadar modernleşme hep olumlu bir kavram gibi düşünülse de geleneğin içinde var olmayan öğretilerle büyütülen bir kuşağın bugün özgürlük deyince ‘’cinsellik’’ noktasında buluşması gördüğümüz acı tablolardan biridir. Televizyon ve sosyal medyanın buna hizmet etmesi, erkek dünyasına hitap eden reklamlarda hep kadının güzelliği ve çekiciliği ile ön planda tutulması ve daha da acısı artan sapkın davranışların temelinde de güçsüz ve korunmaya muhtaç kadının kendini koruyamaması bu sebeple de geç saatlerde olmaması gereken yerlerde olması, etmemesi gereken sözleri etmesi, giymemesi gereken kıyafetleri giymesi gibi pek çok etmenle tüm olup bitenlere zemin hazırlayan başkahraman olarak bizlere sunulmasıdır.
‘’Korku’’ pek çok masal ve hikâyede ana izlek olarak karşımıza çıkmaktadır.
MEB kitaplarına alınan, yayınevleri tarafından yayımlanan masal ve hikâye kitaplarının çocuklara korkuyu değil merak duygusunun çekiciliğini sunması gerekir. Çalışmanın amaç bölümünde de belirttiğimiz üzere, keşif ve icatların temelinde ‘’merak’’ unsuru vardır. Ancak pek çok anlatı; ‘’Peki, karanlık orman yoluna girdiklerinde ne olmuş, açmamaları gereken kapıyı açınca başlarına neler gelmiş’’ gibi sürükleyiciliği tetiklediklerini düşündükleri söylemlerle esasen çocukların ve gençlerin yaratıcılığını ve merakını son derece baskın bir duygu olan korku ile ne yazık ki köreltmektedirler.
Anlatıların büyük bir kısmı erkek korkuları ve kadınların güvenilmezliğiyle doludur. ( Sağırdere- Kemal Tahir: Mustafa’nın sevdiği kız tarafından aldatılışı, şehrin bireylere gösterdiği kötü ve çirkin yüzü. İntibah- Namık Kemal: Kötü bir kadına âşık olan Ali Bey’in kendisini ve ailesini sürüklediği felaket. Yaprak Dökümü- Reşat Nuri Güntekin: Ferhunde adı verilen işveli ve kötü niyetli kadın, bir ailenin dağılmasına vesile olur. Verilen örnekler ‘’Binbir Gece Masalları’’ndaki anlatımla benzer nitelikler taşımaktadır.) Tehlikeli olan bunlardan yola çıkarak yapılan film ve dizi uyarlamalarının Z kuşağına her bir karakterin ve her karakterin başından geçenin olağan olduğunu anlatmak, edep ve değer yargılarından uzak her bir durumu normalleştirerek sunmaktır. Bu içinde bulunduğumuz toplum için çözülmesi gereken bir sorundur.
Erkek evi geçindiren, kadın ise çekip çevirendir. Eski çağlardaki temel vazifesi avlanma, yiyecek bulma, gerektiğinde kabilesini ve ailesine savunmak için her türlü silahı kullanarak savaşa girmektir. Kadının yeri ise evidir. Dişilik ve kadınlık eş değerdir. Kadınlık eğitimle öğrenilmez ve öğretilemez. Kız çocuğu annesinden ne öğrenirse onu yapmakla mükelleftir zaten bu onun yazgısıdır. Söz gelimi, ‘’Anasına bak kızını al. Armut dibine düşer. Cinsini sevdiğim cinsine çeker. Kızını dövmeyen dizini döver.’’ gibi atasözleri bu anlayışların somut birer örneğidir. Mahalli baskılar altında ezilen kadın bir süre sonra yaratıcılığını kaybeder ve aynı döngü içerisine hapsolur, artık hayatı ev içinde her gün aynı işleri yapmaktan ibarettir. Kadın içe dönük bir hâle bürünürken erkek ise giderek dış dünyaya döner. ( Kuyucaklı Yusuf- Sabahattin Ali: Romanın zayıf kahramanı Muazzez korunmaya muhtaçtır, tek vasfı iyi bir eş olmaktır lakin bunu da yapamamış Yusuf ortadan kaybolunca koruyamadığı iffetini kaybetmiştir, onu bu durumdan kurtaracak olan yine romanın güçlü kahramanı Yusuf’tur. Üç İstanbul- Mithat cemal Kuntay: Adnan âşık olduğu Belkıs ve ailesi iflas edip zor duruma düşünce onunla evlenerek, onları bu acınası durumdan kurtaran yine güçlü ve eli ekmek tutan genç olarak karşımıza çıkar.)
Kadın, kamusal alanda görülmez. Çalışmaz, üretmez. Doğurması, çocukları büyütmesi, her gün evi toplaması zaten onun vazifesidir. Bunun için kadını takdir etmeye gerek yoktur. (Sergüzeşt- Sami paşazâde Sezai: Dilber adlı esir bir kız hiçbir zaman kendi hayatı hakkında karar verememiş, hep birileri onun adına karar vermiştir. O ise bu döngüyü kırmaktaki çareyi, hayatına son vermekte bulmuştur. Aşk-ı Memnu- Halit Ziya Uşaklıgil: Romanın en güçlü kahramanı her ne kadar bir kadın- Bihter- olsa da bu kadın hayatı boyunca hiç çalışmamıştır. Önce Melih Bey’in güzel kızı, ardından da Adnan Bey’in güzel eşi olmuştur. Ve iffetsizliğinin bedelini kendi hayatına son vererek ödememiştir.)
Bir genç oğlan genç kıza âşıksa mutlaka bir rakibi olmalıdır. Kahraman, dostlarına güvenemez çünkü çoğu zaman kendisini aldatan ve arkasından iş çevirenler dostum dediği kişilerdir. Zor durumda kalınca yalan söyleyebilir insan. Çok istenilen bir şeyi elde etmek için mutlaka bir sınava tabii olmak ve büyük engelleri aşmak gerekir. (Huzur- Ahmet Hamdi Tanpınar: Mümtaz ve Suat aynı kadına-Nuran’a- âşık olan iki arkadaştır, bu yüzden araları açılır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü- Ahmet Hamdi Tanpınar: Olmayacak işler peşine düşen Hayri İrdal, karısının kendisini dostum dediği Halit Ayarcı ile aldattığının farkında bile değildir. Yaprak Dökümü- Reşat Nuri Güntekin: Aynı adama âşık iki kız kardeş bu aşk yüzünden kardeşliklerini unutur.)
Söz çok değerlidir, insanın ağzından çıktığında karşı tarafı etkilemeye başlar. Çocuklar ve gençler değerlerin karşıtlıklarıyla verildiği metinler ve bu metinlerin uyarlamaları ile yüzleştiği sürece bu durumun onlarda açacağı olumsuzlukları kestirmek oldukça güçtür.