İnsanoğlunun var olduğu ilk andan beri en büyük amacı… Kimileri için bir tutku kimileri için keyif kimileri için ise işkence… Ama her zaman bir zorunluluk hali yaşamın her evresi için. Sayısız yeni bilgi zamanla yarışarak hafızalarda yerlerini alırken bu bilgileri edinip içselleştirmek artık olmazsa olmazımız. Ya öğrenip başkalaşacağız ya da bu ışık hızıyla akıp giden bilgi okyanusunda boğulup yok olacağız.
Öğrenmek; öğrenmeyi öğrenmek, bilgileri en kısa zamanda kavramak, yaşama adapte etmek ve hatta asla unutmamak kendini öğrenmeye adamış herkesin hayali. Peki bunu nasıl başaracağız? Nasıl daha kolay ve etkin öğreneceğiz? Bu yol veya yollar sabit şablonlara mı dayanır yoksa kişiden kişiye değişiklik mi gösterir? Yoksa doğuştan gelen bir yetenek midir? Eğer bu bir yetenekse geliştirilebilir miyiz?
Bambaşka tanımlarla karşımıza çıkan öğrenme bu kavram üzerinde birçok çalışması olan Felder ve Silverman tarafından “bireylerin bilgiyi alma, tutma ve işleme sürecindeki karakteristik güçlülük ve tercihler’’ olarak tanımlanmaktadır (Felder-Silverman, 674-681). Öğrenme ‘anlam çıkarmadır’ bilgiye, bilgilenmeye yol açan bir süreçtir (Dixon, 1999, 1). Jensen (2005, 55)’in Heene ve Sanchez (1997, 6)’den aktardığına göre, öğrenme, bir bireyin bilgi birikiminde değişimlerin meydana geldiği sürece denir.
Bir toplumdaki bireyler işbirliği sayesinde farklı bakış açılarını, farklı ilgileri vb. öğrenir. Bu ‘hareketli öğrenme’ kişinin bir aktiviteyle meşgul iken öğrenebilmesi ve öğrendikleri anlamına gelir. Bir birey farklı bir hareket yapmayı öğrendiğinde, yeni bir bilgi birikimine sahip olmuş demektir. Bunu, veriden enformasyon aracılığıyla bilgiye dönüşüm süreciyle birleştirerek çevirdiğimizde aşağıdaki zinciri elde ederiz (Jensen, 2005, 55).
Veri(Data)→Enformasyon (Information)→Bilgi (Knowledge)→Eylem (Action)→ Öğrenme (Learning)→ Yeni Bilgi (New Knowledge)
Öğrenme hali ve öğrenmek için harcanan zaman, kişiden kişiye değişen bir durum olup birçok unsuru da barındırır. Birçok bilim insanı ve araştırmacı da öğrenme metodları ile ilgili çok sayıda görüş ortaya atmışlardır. Bu öğrenme metodlarından Felder-Silverman’a göre dört boyut içeren öğrenme stil modeli yer almaktadır:
- Öğrenciler hangi tip bilgiyi almayı tercih etmektedirler? Hissederek (dış kaynaklı) – görüntüler, sesler, bedensel duyular ya da Sezgisel (iç kaynaklı) – olasılıklar, algılar ve önseziler.
- Dış kaynaklı bilgi hangi tip kanalla en etkin şekilde alınmaktadır? Görsel – resimler, diyagramlar, grafikler, gösteriler ya da İşitsel – yazılı ya da sözlü açıklamalar.
- Öğrenci bilgiyi nasıl bir süreçle işlemeyi tercih etmektedir? Yaparak– bedensel bir aktivite ya da tartışma ile ya da Düşünerek – bireysel muhakeme yoluyla.
- Öğrenci bilgiyi anlama sürecinde nasıl bir yol izlemektedir? Sıralı – birbirini takip eden küçük adımların mantıklı bir şekilde ilerlemesiyle ya da Bütünsel – bir bütün olarak( Felder-Silverman, 674-681).
Carl Jung da psikolojik tiplerin tanımlanmasında en çok etkiye sahip kişilerden biridir. “Jung’a göre, insanı anlayabilmek, tanıyabilmek için sadece cinsiyet ve güçlülük arzusu ile yetinemeyiz. Bütün insan faaliyetleri yalnız cinsiyete, güçlülük arzusuna dayanmazlar. İnsanlar, özellikle psikolojik alanda birbirlerinden çok farklıdırlar.” (Özgü, 1976). Jung metodunda temelde içine kapalı ve dışadönük olmak üzere iki insan yapısından bahsetmiştir. Bu kişilik yapılarının özellikleri ise şu şekildedir; Eğer kişi daha çok dış dünyayla ilgileniyorsa dışadönük, iç dünyayla ilgileniyorsa içedönük olarak adlandırılmaktadır. Dışadönük kişi, aktif ve kendine güvenli, diğer insanlarla zaman geçirmekten hoşlanan, bir şeyleri denemek isteyen ve eylemlerin, insanların dış dünyasına odaklanan kişidir. içedönük kişi, diğer insanlarla zaman geçirmekten pek hoşlanmayan, düşüncelere ve hislere odaklanan, düşünmeyi tercih eden kişidir (Given, 1996 , Felder, 1996).
Jung’a göre algılama süreci de algısallar ve sezgiseller olarak ikiye ayrılmaktadır. Sezgiseller içedönük olasılık dahilindeki hayali kavramlara odaklanırken, algısallar kanıtlanabilir olguları tercih ederler, uygulanabilir kavramlar onlar için önem arz etmektedir.
Jung’un kavramlarını beynin yarıküreleriyle ilgili yapılan araştırmalarla birleştiren Gregoric, öğrenme stilleri modelinde iki boyuta yer vermiştir (Gregoric Learning Styles, 2005 ):
1) Algısal tercihler
- a) somut
- b) soyut
2) Sıralama tercihi
- a) aşamalı
- b) dağınık.
Gregorc’a göre her zihnin dünyayı somut ya da soyut olarak algılama ve doğrusal ya da doğrusal olmayan dağınık bir biçimde örgütleme yeteneği vardır. Bazı insanlar dünyayı diğerlerinden daha somut algılar. Bazıları da bilgileri daha doğrusal düzenler ya da bunun tam tersi gerçekleşir. Algı yeteneği soyuttan somuta, düzenleme yeteneği de doğrusallıktan dağınıklığa uzanan bir çizgi üzerinde değişmektedir (Gregorc Learning Styles, 2005).
Peki öğrenme süreci nasıl işlemektedir? Bu soruyu şu şekilde açıklayabiliriz; beyin öğrenme süreci içerisinde bilgiyi duyular yoluyla tarayıp, işleyip depolar ve gerekli olduğu zaman geri çağırır. Bu aşamada gelen her bilgi, beyindeki sinir ağlarının yapısında çeşitli değişimlere neden olur. Bütün öğrenme süreçlerinde beyindeki sinir hücrelerinin yapıları farklılaşır ve sinir hücreleri arasındaki kimyasal ve elektriksel iletişime olanak sağlayan sinapsların sayıları artar. Yeni bir şeyler öğrenmeye devam ettikçe, beyindeki bu sinir ağları büyüyüp karmaşıklaşır; kişi, olaylar arasındaki bağlantıları daha kolay kurabilmeye başlar. Bu noktada ise duyu organlarının sağlıklı olmasının önemi ortaya çıkar. Girişte yani duyu organlarından alınan bilgide meydana gelen sorunlarda işlem sürecinde de sorun devam eder ve sinir ağlarının oluşumunda sorunlu yapılar meydana gelebilir. Bu, daha sonraki süreçte örneğin işitmeyle ilgili bir sorunda, yanlış şekilde duyulan ya da öğrenilen harfin beyinde yanlış işlemlenmesine bağlı olarak, çocuğun okuma yazma sürecinde bu harfle sorun yaşamasına neden olabilir. Yani ilk etapta duyu organları tarafından bilginin doğru şekilde girmesi çok önemlidir. Duyu organlarıyla gelip işlenen bilgi, gerektiğinde kullanılmak üzere uzun süreli bellekte kodlanır. Yani öğrenme sürecinin üçüncü aşamasında geçen bellek kavramı, öğrenme sürecinde çok önemli bir yer kaplar (1).
Oakley’e göre ise bu süreç öğrenmek istediğimiz şeye odaklanıp tüm dikkatimizi ona verdiğimizde, beynimizdeki odaklanma sinir ağı sistemini harekete geçirerek başlıyor. Ancak bu şekilde beynimizin çok küçük bir bölümünü çalıştırmış oluyoruz ve tam anlamıyla öğrenme gerçekleşemiyor. Öte yandan başımızı öğrenmeye çalıştığımız şeyden kaldırıp başka şeylerle ilgilendiğimizde beynin öğrenmeyle ilgili diğer sinir ağları devreye giriyor. Arka planda Oakley’in yayılma adını verdiği ağlar çalışırken alınan bilgileri işleme ve öğrenme süreci de devam ediyor. Üzerinde çalıştığımız şeye geri döndüğümüzde ise onu artık anladığımızı fark ediyoruz. Bu durum, hepimizin yaşadığı, bir şeye ikinci kez baktığımızda anlama gerçekleşiyor(2).
Öğrenmeyi öğrenmek, öğrenmeyi kolaylaştırmaya çalışmak ve bilginin bellekte uzun süre kalmasını sağlamak birçok öğrenici için çok önemli olsa gerek. Kalıcı bilgiyi elde tutmak için beslenmeden uyku düzenine, birçok egzersiz ve metoda kadar çok fazla unsurun gerekli olduğunu bilmekteyiz. Ama öğrenmenin en önemli ve ilk koşulunun istemek ve öğrenme motivasyonuna sahip olmak olduğu asla unutulmamalıdır. İnsanlığın kendi varlığını tanımladığından beri süregelen öğrenme tutkusu bu yaşam serüveninde hiçbir zaman yok olamamak üzere yer almaya devam edecektir.
Kaynakça
Dixon, N. M. (1999). Organizational Learning Cycle: How We Can Learn Collectively. Abingdon, Oxon, GBR: Gower Publishing Limited.
Gregorc Learning Styles (2005). [Online]: http://www.usd.edu/~ssanto/gregorc.html adresinden 12.06.2005 tarihinde indirilmiştir
Heene, A. ve Sanchez, R. (1997). Strategic Learning and Knowledge Management. Wiley: Chichster (Jensen, 2005, s. 55’den alıntı).
Jensen, P. E. (2005). A Contextual Theory of Learning and the Learning Organization. Knowledge and Process Management, 12(1), 53–64
Felder, R. M., Silverman L. (1988). Learning and Teaching Styles in Engineering Education. Engineering Education 78(7), 674-681.
Özgü, H. (1976). Psikoloji Dünyasının Üç Büyükleri:Freud, Adler ve Jung (1. Baskı). Ankara: Ararat Yayınları.
1. Öğrenciler hangi tip bilgiyi almayı tercih etmektedirler? Hissederek (dış kaynaklı) – görüntüler, sesler, bedensel duyular ya da Sezgisel (iç kaynaklı) – olasılıklar, algılar ve önseziler. 2. Dış kaynaklı bilgi hangi tip kanalla en etkin şekilde alınmaktadır? Görsel – resimler, diyagramlar, grafikler, gösteriler ya da İşitsel – yazılı ya da sözlü açıklamalar. 3. Öğrenci bilgiyi nasıl bir süreçle işlemeyi tercih etmektedir? Yaparak– bedensel bir aktivite ya da tartışma ile ya da Düşünerek – bireysel muhakeme yoluyla. 4. Öğrenci bilgiyi anlama sürecinde nasıl bir yol izlemektedir? Sıralı – birbirini takip eden küçük adımların mantıklı bir şekilde ilerlemesiyle ya da Bütünsel – bir bütün olarak( Felder-Silverman, 674-681).
1) Algısal tercihler a) somut b) soyut 2) Sıralama tercihi a) aşamalı b) dağınık
Bu soruyu şu şekilde açıklayabiliriz; beyin öğrenme süreci içerisinde bilgiyi duyular yoluyla tarayıp, işleyip depolar ve gerekli olduğu zaman geri çağırır. Bu aşamada gelen her bilgi, beyindeki sinir ağlarının yapısında çeşitli değişimlere neden olur. Bütün öğrenme süreçlerinde beyindeki sinir hücrelerinin yapıları farklılaşır ve sinir hücreleri arasındaki kimyasal ve elektriksel iletişime olanak sağlayan sinapsların sayıları artar. Yeni bir şeyler öğrenmeye devam ettikçe, beyindeki bu sinir ağları büyüyüp karmaşıklaşır; kişi, olaylar arasındaki bağlantıları daha kolay kurabilmeye başlar. Bu noktada ise duyu organlarının sağlıklı olmasının önemi ortaya çıkar. Girişte yani duyu organlarından alınan bilgide meydana gelen sorunlarda işlem sürecinde de sorun devam eder ve sinir ağlarının oluşumunda sorunlu yapılar meydana gelebilir. Bu, daha sonraki süreçte örneğin işitmeyle ilgili bir sorunda, yanlış şekilde duyulan ya da öğrenilen harfin beyinde yanlış işlemlenmesine bağlı olarak, çocuğun okuma yazma sürecinde bu harfle sorun yaşamasına neden olabilir.
Öğrenme ‘anlam çıkarmadır’ bilgiye, bilgilenmeye yol açan bir süreçtir (Dixon, 1999, 1). Jensen (2005, 55)’in Heene ve Sanchez (1997, 6)’den aktardığına göre, öğrenme, bir bireyin bilgi birikiminde değişimlerin meydana geldiği sürece denir.