TR

Geçmişten Günümüze Kalkınma Modelleri: (1923-193∞)

Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne ekonomik miras kalmamıştı. Katma değeri yüksek ürünler üretmek yerine tarım ağırlıklı, ancak tarımsal üretimin daha çok insan ve hayvan gücüne dayalı olarak, son derece geri yöntemlerle gerçekleştirilebildiği bilinmektedir. Osmanlı ekonomisi ağır savaş tazminatları, dış borçlarla ve de Balkan, Birinci Dünya, Kurtuluş Savaşlarıyla ağır yenilgiler almıştı.

Türkiye Cumhuriyeti, Türk halkının ölüm kalım mücadelesi olan Kurtuluş Savaşı ile kuruldu. Türkiye Cumhuriyetimizin ayakta kalabilmesi, güçlü ekonomik ve kurumsal yapıya dayanmasıyla mümkündü. Cumhuriyetimizin kurucu kadroları sanayiyi canlandırmak ve kalkınmayı sağlamak için her alanda önemli adımlar atmıştır.

Cumhuriyet tarihimizin 1923-1938 yılları olarak adlandırılan ilk on beş yıllık zaman dilimi, ulusal sermaye ve teşebbüs gücünden yoksun ve çökme halindeki bir ekonomiyi yeniden yapılandırma çalışmaları ile geçirilmiş; çağdaş ulus devlet modelini tüm kurum ve kurallarıyla, ekonominin her alanında yerleştirmek üzere ilk önemli adımlar atılmıştır. (Tezer, 2006:75)

1923-1938 yılları aralığında uygulanan iktisadi politikaların karma ekonomik sistem ile uyumlu olması, dünya ekonomilerinin yakından takip edilmesiyle başarılı sonuçlara ulaşılmıştır. 1933-1950 yılları aralığında Türkiye ekonomisinde devlet eliyle kalkınma modeli oluşturulmuştur. İkinci dünya savaşı olmasına rağmen büyük bir kalkınma hamlesi başarılı olmuştur. Uygulanan politikalara bağlı olarak açılan fabrikaların kalkınma sürecinde etkisi olduğu gözlemlenmiştir.

1923-1929 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Genel Durumu

Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel sorunları arasında ekonomik bağımsızlığın önemli yer tuttuğu bilinmektedir. Cumhuriyetin kurucuları, özellikle Mustafa Kemal Atatürk, siyasal bağımsızlığın ancak sağlam ve güçlü bir ekonomi ile sürdürülebileceğinin bilinci içindeydi. Ancak, ekonomik gelişmenin oturtulacağı temeller çok zayıftı. Ülkede sanayi hemen hemen yok gibiydi; girişimci zihniyet ve yetenek gelişmemişti, kişi başına milli gelir asgari geçim standartlarının dahi altında olduğundan tasarruflar son derece yetersizdi.

Uygulanan ekonomik modelde:

Tam istihdamın, dengeli sermaye birikiminin, dış ödemeler dengesinin,  dengeli gelir dağılımının, dengeli ve bölgesel kalkınmanın ve özel teşebbüsün geliştirilmesi hedeflenmiştir.

Dengeli ve planlı kalkınma bir iktisadi kalkınma modelinin uygulanmasını gerektirmiştir. Özel sektör yatırımıyla beraber kamu kesiminin yatırımlarının tümüm eş anlı olarak kalkınma sürecine dahil edilmelidir. Kamu ve özel sektörün bir dengede olması için bütçelerin önemli olduğunu bilmekteyiz. Denk bütçe, dış ödemeler dengesi ve kamu-özel sektör işletme dengesidir.

Denk Bütçe İlkesi

Mustafa Kemal Atatürk’ün TBMM’nin açılışında yaptığı konuşmasında uygulanacak maliye politikasında devlet bütçesinin açık vermesinin kesinlikle yasak olduğu, kalkınmada gerekli yatırımlara sahip olmak için fon sağlamanın önemine vurgu yapmıştır. Bütçeler dönem başında denk olarak hazırlanırken, hesaplar denk olarak kapatılacaktır. Denk bütçenin gerek günümüzde gerek Cumhuriyetin ilk yıllarında yurtiçi ve yurt dışına güvenmek vermek ve kazanmak için önemli olduğunu bilinmektedir. 1924-1938 yılları arasında yer alan 15 yılın bütçelerinden 11’nin hesabı denk olup 3 yılın bütçesi fazla vermiş olup 1925 yılında Aşar Vergisinin kaldırılmasına bağlı olarak bütçe açık vermiştir. (Derin, 1940. S 49.) Milli İktisat Politikasına bağlı olarak istikrarlı para politikası etkili olurken maliye politikasında denk bütçe ve istikrarlı ödeme biçimi politikası uygulanmıştır. Genişletici para ve maliye politikasından ziyade gelirin elde edilmesi ve sonrasında harcanmasına odaklanılmıştır. Atatürk halkın ödeme gücünü zorlayan bütün vergi, resim ve harçları kaldırmış bunların yerine halkın gelir düzeyine bağlı olarak esnek vergiler getirilmiştir.

Atatürk’ün iktisadi modelinde kamu geliri ve kamu harcamaları arasında ki denge enflasyonun oluşmasına engel olabilirdi. Toplumsal refahın arttırılması yatırımlarının artmasına bağlı olarak görülmekteydi. Yatırım yaparken kamu kesiminin bütçeyi aşan harcamalar yapılması önlenmeliydi. Kaynak oluşturması için Merkez Bankasının para arzında bulunması enflasyon yaratacağı için kesinlikle engellenmeliydi. Atatürk Döneminde para disiplin altındadır ve kaynak ve harcama arasında bir denge söz konusudur. 15 yıllık süreçte yıllık ortalama büyüme oranı %4-5 aralığında reel büyüme sağlanmış ve enflasyon hiç yaşanmamıştır. (Boratav, 1967, s. 41-53)

Dış Ödemeler Dengesi

Atatürk dönemi dış politikanın temel amacı TL’nin yabancı paralar karşısındaki değer kaybını önlemek ve kredibilitesini yükseltmektir. Toplam ithalat ve ihracat arasındaki denge dış ticaret dengesi politikaları arasında sayılmıştır. Dengenin sağlanması hatta fazla vermesinin önemli olduğunu yatırımların artacağını ve hazinenin altın ve döviz rezervini arttıracağı planmış ve de verilen dış ticaret fazlasıyla Duyun-u Umumiye borçlarının ödemesi yapılmıştır. ( Pakdemirli, 1995, s. 155)

Yeni ekonomik politikada kamu kesimi ılımlı devletçilik anlayışı kapsamında özel sektör üzerinde yol gösterici, denetleyici ve yol gösterici olmuştur. Özel sektörün yatırım yapmasının maliyetli olduğu alanlara yatırım yaparak teşvik edici politikalar izlenmiştir. Devletin ekonomide ki rolünün minimum seviyede tutulması hedeflenmiş olup, özel sektöre rakip olabilecek bir sistem amaçlanmamıştır.

Halkın ekonomik ve toplumsal tercihleri piyasanın kaderine terk edilmesi söz konusu değildir. Enflasyon oranlarının gelir dağılımı üzerinde adaletsizlik yaratılmasının engellenmesi, salt bir kar anlayışı yerine toplumsal faydanın ön planda tutulması hedeflenmiştir. Atatürk’ün devletçilik modeli salt bir ideoloji olarak algılanmamalı, dönemin gereksinimi olan kalkınma politikası olarak değerlendirilmelidir. Devletçilik ilkesi tam bağımsızlık ilkesinin bütünlemesidir. Atatürk’ten sonra gelen yöneticiler aynı ilkeyi benimsemedikleri için başarılı olamayıp yanlış kalkınma politikaları uyguladıkları için ekonomimizi dışa bağımlı bir hale gelmiştir. Tarihsel süreç içerisinde ekonomik ve siyasi bağımsızlığın önemi karşımıza çıkmaktadır.

İzmir İktisat Kongresi

İktisadi alanda önemli adımlar Kurtuluş Savaşı döneminden başlayarak atılmıştır. Kongre esas olarak iki konuyu görüşmek için toplanmıştır. Özel sektörün ve işçi sınıfının sorunlarını çözümlemek ve de yabancı sermaye çevrelerine ekonominin seyri ile ilgili bilgi paylaşımı amaçlanmıştır. Kongrede Misak-ı İktisadi kanunları kabul edilmiştir. (Demir, 1994, s. 51) Özel sektöre ağırlık vererek, mülkiyet hakkını güvence altına alan toplumsal refahı hedefleyen politikalar hedeflenmiştir. Devlet altyapı çalışmalarında yer alacak ekonomik sistemde fiilen etkili olacaktır.

İktisat Kongresi sürecinde Lozan Antlaşması henüz sonuçlanmamıştır. Bakıldığı zaman Atatürk’ün bağımsız ekonomi konusunda verdiği önemi görebiliriz.

Lozan Antlaşması

Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan ekonomi politikalarını şekillendiren ve iktisat politikalarında dışa açık bir sistemin oluşturulmasında Lozan Antlaşması etkili olmuştur. Anlaşma maddelerine baktığımız zaman kapitülasyonların kaldırıldığının hükme bağlandığını görmekteyiz. Gümrük tarifeleri 1916 yılı seyrinde tutulmuş ve sınai üretim yapan kesim gümrük korumasından mahrum bırakacak politika izlenmiştir. Lozan Antlaşmasına bağlı olarak Osmanlı Devletinden kalan dış borçların ödenmesi yükümlülüğü altına girilmiştir.

Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı (BBYSP)

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planında yerli üretimin teşvik edilmesi ithal edilen ürünlerin ülke içerisinde üretilmesi planlanmıştır.

Sanayi kesiminde kullanılacak hammaddelerin yerli kaynaklardan tedarik edilmesi planlanmış olup sanayi üretimi yapacak tesislerin hammadde kaynaklarına yakına kurulması planlanmış ve teşvik edilmiştir.

İkinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı (II. BYSP)

1936’dan sonra ikinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı (İBYSP) hazırlıklarına girişilmiş ve hazırlanan plan 1938’de kabul edilmiştir.

Madencilik, elektrik enerjisi, denizcilik, makine sanayilerine ağırlık verilmiş 112 milyon liralık harcama karşılığında 100’e yakın işletmenin kurulması öngörülmüştür. Atatürk’ün vefatı, İkinci Dünya Savaşı, finansman zorluklarına bağlı olarak İkinci beş yıllık sanayileşme planı uygulanamamıştır.

Atatürk Dönemi ve Günümüz Türkiye’si

Atatürk döneminde açık vermeyen bütçelerden yatırımlara ayrılan pay %20 düzeyinde iken günümüzde hazırlanan bütçeler her yı1 açık vermekte olup bütçeden yatırımlara ayrılan pay %5’i geçmemektedir. Vergi gelirleri ise faiz giderlerini bile karşılayamaz duruma gelmiştir. Halkın %15,9’u yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkûm edilmiştir. Sosyal devlet anlayışı ciddi şekilde erozyona uğramıştır.

Dünya ekonomisinde iflas eden IMF politikasını uygulamanın Türkiye ekonomisinden götürüleri bilinmektedir. Örneğin, son dönemde çıkan şeker kanunu, şeker fabrikalarını özelleştirilmesi, tütün kanunu gibi düzenlemelerle gelen kota uygulaması, nüfusunun %26’sı tarımla uğraşan ülkemizde çiftçileri daha da fakirleştirmiştir. Bu durum kentlere göçü tetiklemiştir. Aynı şekilde bugün devlet desteğinin hızla azaldığı tarım ve hayvancılık kesiminde üretim düşmüş, Türkiye tarihinde görülmemiş bir şekilde tarımsal ve hayvansal ürün ithal eder konuma gelinmiştir.

Günümüz ekonomisinde yeni fabrikalar açılıp yeni istihdam alanlarının oluşturulmasının desteklenmesi gerekirken Cumhuriyet döneminin kazanımları olan kurumların özelleştirildiği bilinmektedir.

Günümüz Türkiye’sinde daha çok sıcak para girişi ve dış borçlarla kalkınma çabaları (büyük dış açıklara rağmen), sürdürülebilir kalkınma çabamız önümüzdeki en büyük engeldir. Her yıl artan bütçe açıklarıyla ile kırılgan bir ekonomik yapıya hizmet etmektedir. Bu durum, reel ve mali sektörü olumsuz etkilemektedir.

Sonuç

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Onuncu Yıl Nutkunda; “Yurdumuzu dünyanın en mamur ve medeni milletler seviyesine çıkaracağız” diyerek ülkemizin çağdaşlaşmaya yönelik hedefini göstermiştir. Uygulanan ekonomi politikalarında devletin teşvik edici, özel sektörle rekabetçi politikalar izlemediğini, piyasaları denetleyici olduğunu halkı piyasanın kaderine terk etmediğini görmekteyiz.

Atatürk döneminde ve çağdaş iktisat politikasında para basma yoluyla gelirin artırılmasının enflasyon oranlarını arttıracağı bu durumda toplumsal gelir dağılımında olumsuz etki yapacağı belirtilmektedir. Ekonomimizde ki kazanımlar ve yatırımların gelirlerimizle ve geleceğimizi ipotek altında almadan kazanılması teşvik edilmelidir.

Atatürk döneminde kurulan devlet fabrikaları ve madencilik tesislerinin, ekonomimizin sınai zeminini genişleterek, Türkiye’nin, Cumhuriyet’in devraldığı ezici fakirlikten kurtulmasına yaptığı katkılar hiçbir şekilde göz ardı edilemez. Bugün ki refahımız ve sanayi tesislerimizin ve kültürünün önemli bir kısmını Atatürk ve yönetim kadrolarının 1930’lardaki gerçekçi ve pragmatik arayışları yanında aldıkları cesur kararlarına borçluyuz.

KAYNAKÇA

Tezel, Y. (1986). Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950). İstanbul: Yurt Yayınları, 2. Basım.

Boratav, K. (1967). 1923—1939 Yıllarının İktisat Politikası Açısından Değerlendirilmesi. İstanbul: Say Yayınları.

Pakdemirli, E. (1995). Ekonomimizin Sayısal Görünümü 1923’den Günümüze. İstanbul: Milliyet Yayınları, 3.Baski.

Demir, G. (1994). Devlet-Ekonomi ilişkisinde Dönüşümü. İstanbul: Beta Basım Yayım.

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR