Covid-19 Salgınının Kamu Yönetimine Olası Etkileri 1
Dr. Ömer ÖZKAYA
2020 yılının en önemli gündem maddesi olan Covid-19 salgını, beraberinde birçok farklı alanda tartışmaya neden olmuştur. Bu tartışmalar ilk başta sağlık odaklı olmakla birlikte, salgının dünyada meydana getirdiği etki bakımından ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi vb. alanlara doğru çeşitlenmiştir. Devlet sistemleri ve mevcut dünya düzeni sorgulanır hale gelmiştir. Bu sorgulama neticesinde geleceğe ilişkin birçok farklı fikir ileri sürülmüştür. Bu fikirlerin başında küreselleşme sürecinin sona ereceği, ABD önderliğine dayanan tek kutuplu dünya düzeninin son bulacağı, devletlerin otoriter yapılarının güçleneceği gibi tartışmalar yer almaktadır.
Westphalia düzeninin kurulmasından sonra küreselleşme süreciyle bir kırılma yaşayan devlet olgusu, yeni bir kırılmanın eşiğindedir. Bu muhtemel kırılmanın yaşanması durumunda sosyal olan her alanda olduğu gibi “kamu yönetimi” alanında da birçok değişikliğin yaşanması söz konusu olacaktır. Yapılan bu çalışmada, Covid-19 sonrası süreç bakımından dünyanın geleceğine yönelik çizilen makro öngörüler çerçevesinde, kamu yönetimi alanına giren hususlarla ilgili olarak bazı tespitlerde bulunulacaktır.
Devletlerin kamu yönetimi yapıları, kendi iç dinamikleri ve uluslararası ilişkilerdeki rolleri ile bağlantılı olarak oluşmuştur. Bu bakımdan tartışılması gereken ilk husus ulus-devletlerin geleceği hususudur. Covid-19 salgınıyla birlikte “tek dünya devleti” kurulacağına dair görüşlere karşın ulus-devletlerin küreselleşme karşısında daha net bir üstünlük kuracağına dair görüşler yer almaktadır. Örneğin Noam Chomsky Covid-19 salgını ile başlayan sürecin küreselleşme sürecini sona erdirmeyeceğini, ancak küreselleşme olgusunun kendi içinde biçim değiştireceğini öngörmektedir. Chomsky’e göre krizle birlikte kırılgan uluslararası ekonomi yeniden dizayn olacaktır ve burada esas mesele dizaynı kimin yapacağıdır. Benzer şekilde Bill Gates G-20 ülkelerinin bir araya gelerek küresel çapta bir devlet kurmalarını önermiştir. Özellikle Avrupa’da yaşanan gelişmelere yakından bakıldığı zaman tek dünya devleti görüşünün çok gerçekçi görünmediği ifade edilebilir. Avrupa devletlerinin “korsan vari” bir şekilde birbirlerinin tıbbi malzemelerine el koymaları, İtalya, Avusturya gibi acil yardıma ihtiyacı olan devletlere yardım edilmemesi gibi konular devletler arasındaki ilişkileri oldukça germiştir. Nitekim yaşanan süreçte Avrupa Birliği’nin dağılma sürecine girdiğine ilişkin tartışmalar hızlanmıştır. Bu bakımdan devletlerin yalnızlaşma ve kendi yağıyla kavrulma politikalarına dayanan bir kamu yönetimi tarzı benimsemeleri beklenebilir.
Devletler salgın ile etkin mücadele için paydaşlarla ortak hareket etmek durumundadır. Bu bakımdan devletlerin merkezi teşkilatları, taşra teşkilatları ve yerinden yönetim birimleri devletlerin üzerine inşa oldukları yapıya göre iyi organize olmak durumundadır. Örneğin ABD ve Almanya gibi federal devletlerde, federe devlet ve federal devlet yetkilerinin kullanımında alınan kararların niteliği göze çarpmaktadır. Almanya Covid-19 ile etkin mücadelesini, federe devletlerin sağlıkla ilgili hususlarda karar alma yetkisini federal sağlık bakanlığına devretmesi ile daha da güçlendirmiştir. Bu durum Almanya’da aşırı sağın güçlenmesini de engellemiştir. ABD’de ise Trump yönetiminin salgını neredeyse yok sayması ve karar alırken eyaletlere danışmaması krize neden olmuştur. New York valisi Trump’ın izlediği politikayı çok sert şekilde eleştirmiştir. Bu durum ABD’nin covid-19 ile mücadelesini daha da zayıflatmaktadır. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş ile birlikte artan merkezileşme covid-19 ile etkin mücadelede önemli bir rol oynamaktadır. Ancak kimi zaman yerel yönetimler ile merkezi idare arasında yetki ve görev paylaşımı konusunda anlaşmazlıklar da göze çarpmaktadır. Salgın ile mücadelede, devletin yapısı nasıl teşkilatlanmış olursa olsun, bir bütünlük olmadan sağlıklı mücadele edilemeyeceği açıktır. Merkezi idare ve mahalli idareler bir bütünün parçalarıdır. Bu bakımdan merkezi idare hiyerarşik yetkilerini ve vesayet yetkisini kullanırken mahalli idarelerle koordineli hareket ettiği sürece daha etkin bir mücadele verecektir. Nitekim mahalli idareler, mahalli müşterek ihtiyaçlar için örgütlenmiş olan idari birimlerdir ve idarenin kanuniliği ilkesi çerçevesinde kendi görev alanına giren hususlarda görev ifa etmektedir. Bu noktada kanun ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin kendilerine verdiği yetki çerçevesinde görev ifa etmelidir. Müşterek ihtiyaçların giderilmesinde mahalli idarelerin etkin kılınması merkezi idarenin iş yükünü de hafifletecektir.
Yaşanan salgın süreciyle birlikte liberal devletin sonunun geldiği ileri sürülmektedir. Liberal devlet, birey özgürlüğüne ve serbest piyasa ekonomisine dayanmaktadır. Nitekim yaşanan sürecin çok uzaması serbest bir piyasa bırakmayacaktır. Haliyle devletin ekonomiye ve sosyal alana müdahalesi gerekecektir. Vatandaşların sahip oldukları/olmadıkları sosyal güvenlik hakları bir başka önemli konudur. ABD sosyal güvenlik sistemi neredeyse çökmüş vaziyettedir. Birçok ABD vatandaşı sağlık güvencesine sahip değildir. Birçok kişi covid-19 tedavisini karşılayacak maddi imkana sahip değildir. Benzer durum Avrupa’da İngiltere için de söz konusudur. İngiltere sağlık sistemi sorgulanmaya başlanmıştır. G-7 devletleri içinde sağlık harcamalarında sondan ikinci sırada olan İngiltere, sosyal güvenlik açısından da kötü bir sınav vermektedir. Ancak Güney Kore örneğine bakıldığı zaman Güney Kore’nin OECD ülkeleri arasında sağlık sisteminde en iyi dördüncü ülke olması Covid-19 ile etkin mücadelesine dayanak teşkil etmektedir. Türkiye’de de Covid-19 vakıalarında hiçbir tedavi ücreti alınmaması sosyal refah açısından güçlü bir ülke olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla gelecek dönemde devletlerin sosyal güvenlik giderlerinin artması beklenmektedir. Devletler liberal çizgiden daha çok sosyal devlet çizgisine yaklaşacaktır.
Covid-19 sonrasında tüketim toplumunun temel dinamikleri olan kredi kartı toplumu olma, sınıfsal konumunu tüketimi ile belirleme, AVM toplumu gibi olma dinamikler üretim toplumunun dinamikleri olan tasarruf toplumu olma, sınıfsal konumunu üretimdeki yeri ile belirleme, fabrika toplumu olma gibi dinamikler ile yer değiştirmesi beklenebilir. Çünkü devletler, salgın sürecinde fiziki sınırların kapanması ile yalnız kalmıştır. Kendi öz kaynakları ile kendilerine yetebilen ülkeler süreci daha sağlıklı yürütebilmektedir. Peki devletlerin öz kaynakları deyince kamu yönetimi açısından hangi alanlara bakmak gerekir? Bu noktada hayatta kalabilmek adına temel ihtiyaçlardan yola çıkmak gerekmektedir. Dolayısıyla devletlerin gıda-tarım-su ve çevre politikaları, sağlık ve sosyal güvenlik politikaları, iç güvenlik ve ulusal güvenlik politikaları, enerji politikaları, üretim politikaları ön plana çıkmaktadır. Aynı zamanda devletlerin sosyal devlet olma vasfına daha çok ihtiyaç duyulacaktır. Maddi refah küresel salgında işe yaramamaktadır. Bu nedenle topyekûn ve kişisel mücadele bir arada yaşanması gerekmektedir. Fiziksel izolasyonu gerektiren salgın, insanları birer tüketim aracı olmaktan alıkoyabilir. Bu durumda insanlar öncelikle temel ihtiyaçlarına yönelik harcama yapacaktır. Bu durumda da devlet temel ihtiyaçları önceleyen kamu politikaları izlemek durumunda kalacaktır. Maslow’un hiyerarşisi düşünüldüğünde birinci basamakta yer alan fizyolojik ihtiyaçlar ve ikinci basamakta yer alan güvenlik ihtiyacı devletlerin birinci müdahale alanı olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla devletler insanların yeme-içme-barınma gibi birinci basamak ihtiyaçlarını ve güvenlik ihtiyaçlarını daha ön plana almak durumunda kalacaktır. Bu gelişmeler devletlerin sosyal ve ekonomik davranışlarını temelden etkileyecektir. II. Dünya Savaşı sonrası gelişimi hızlanan sosyal devlet anlayışı yeniden güçlenecektir.
“İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.”
Salgın süreci, Şef Seattle’ın 1854 yılında sarf ettiği sözleri hatırlattı. Hayatını “tüketmek” üzere şekillendiren insanoğlu, yavaş yavaş hayatta kalabilmek adına temel ihtiyaçlarının önemini hatırlar hale geldi. Bu durum gıda-tarım-su ve çevre politikalarının ilerleyen süreçte kamu politikaları bakımından üst sıralara yükselmesine neden olacaktır. Devletler gıda güvenliğini sağlarken özellikle ekoloji temelli akıllı tarım uygulamalarına daha çok yer verecektir. Tarım politikasında tohum, gübre, ilaç gibi girdi kalemlerinin millileştirilmesi ilerleyen süreçte ortaya çıkabilecek küresel sorunlarda insanları hayatta tutacak en önemli adımlardan bir tanesi olacaktır. Aynı zamanda tatlı su arzı ve güvenliği de devletlerin kamu politikalarını oluştururken önemli bir yer tutacaktır. Devletler iç güvenlik konusu olarak gıda ve su güvenliğini sağlamaya çalışırken küresel çapta iklim değişikliği ve kuraklık mücadelesi verecektir. Haliyle ulus-devletler ilerleyen dönemlerde karar alma mekanizmasında daha önemli bir yer tutacaktır. Uluslararası ilişkilerin tartışma platformunun ise küresel sağlık ve iklim problemleri yönüne evrilmesi kuvvetle muhtemeldir. Kamu politikalarının temel amacı toplumsal sorunları çözme ve halkın isteklerine cevap vermedir. Bu bakımdan devletlerin izleyecekleri kamu politikalarının daha çok “düzenleyici” ve “dağıtıcı” nitelikte olacağı öngörülmektedir.
Evren demek, enerji demektir. Haliyle hayatın temel bileşenlerinden bir tanesi enerjidir. Günümüzde yaşanan çatışmaların ve çevre tahribatlarının çoğunluğu enerji kaynaklıdır. Devletlerin mevcut ekonomik gücü, kullandıkları enerji miktarı ile doğru orantılıdır. Dolayısıyla daha az enerji harcamak demek, ekonomilerinin daralması, işsizliğin artması anlamına gelecektir. Nitekim yaşanan süreçte küresel ticaret hacminin %13- %32 arasında daralması beklenmektedir. Salgın sonrasında dünyada mevcut para ve finans yapısının değişeceği ileri sürülmektedir. Aynı zamanda paradan para kazanma yerine üretimden para kazanma dönemine dönüleceği ileri sürülmektedir. Eğer bu öngörüler gerçekleşirse devletlerin enerji ihtiyaçları artacaktır. Enerji politikaları ve güvenliği konusunda çatışmalar ilerleyen dönemlerde hız kazanabilir. Devletlerin temiz ve güvenli enerji konusunda AR-GE’ye daha çok yatırım yapması beklenebilir. Aynı zamanda enerjide dışa bağımlılığı azaltıcı tedbirler daha çok önem kazanacaktır.
Salgın ile birlikte dünyada yaşanan izolasyon ve karantina süreçleri insanlar arasında sosyal ve fiziki mesafenin artmasına neden oldu. Bu durum üç boyutlu dünyadan iki boyutlu sanal aleme insanları sevk etti. Artık insanlar cep telefonu, televizyon ve bilgisayar ile sosyalleşmekte ve günlük işlerini idame ettirmektedir. Alışverişten eğitime, diğer insanlarla sosyal iletişimden kişilerin işlerini eve taşımasına kadar birçok yenilik yaşanıyor. Bu durum ilerleyen dönemlerde birçok farklı soruna neden olacaktır. Önümüzdeki günlerde eğitim, iş ve sosyo-ekonomik yaşamda bir dönüşümün gerçekleşmesi kaçınılmaz hale gelmektedir. Türkiye’de eğitim EBA TV üzerinden yürütülmekte, birçok kamu ve özel sektör çalışanı iş yerine ya hiç gitmeyip evden çalışmakta ya da belirli günler işe gitmektedir. Bu durum ilerleyen dönemlerde yeni bir İnsan Kaynakları Yönetimi sistemi gerektirecektir. Dolayısıyla kamu yöneticileri istihdam politikalarında gelecek dönem açısından planlamalarını dijital çağa uygun olarak şekillendirmelidir. Sanayi çağının yerini hızla bilgi çağı almaktadır ve yeni iş alanları ortaya çıkmaktadır. Belki birçok iş kolu yakın zamanda yok olacaktır. Salgın ile gündemimize giren evden çalışma-esnek çalışma gibi kavramlar ilerleyen süreçte daha çok önem kazanacaktır. Bu durum aynı zamanda siber alt yapıyla doğrudan ilişkilidir. Siber alt yapı sağladığı teknik kolaylıklarla birlikte birçok güvenlik sorununa da ev sahipliği yapma özelliğine sahiptir.
Siber tehditler günümüzde devletlerin mücadele etmek zorunda kaldığı önemli tehditler arasında yer almaktadır. Bu bakımdan siber alt yapının millileştirilmesi ve güvenli hale getirilmesi önemli bir konudur. Salgın süreci göstermiştir ki yenilikler her zaman “yaşamsal” olmamaktadır. Başka bir ifade ile kriz dönemlerinde küreselleşme, teknoloji vb. hususların kazanımları hayatın devamı için yetersiz kalabilmektedir. Her ne kadar içinde bulunduğumuz çağ “uzay çağı” ifade edilse de bu durum uydu iletişiminde sorun yaşanmayacağı anlamı taşımamaktadır. Neredeyse tüm iletişim uydular aracılığıyla sağlanmaktadır. Ancak ilerleyen günlerde dünya yörüngesinde iletişimi koparacak düzeyde sorunların yaşanmayacağının garantisi yoktur. Bu nedenle devletler gerek karasal altyapılarını gerekse uyduya ihtiyaç duymayan kablolu iletişim alt yapılarını şimdiden kurmalı ve varsa güçlendirmelidir. Türkiye, son on yılda siber alanda önemli yatırımlar yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. Kamusal işlerin güven içinde görülebilmesi için her türlü milli donanım ve yazılıma ihtiyaç vardır. Nitekim e-devlet, m-devlet gibi uygulamalar insan hayatını kolaylaştırmaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın 1 ay gibi kısa bir süre içinde kurduğu “Hayat Eve Sığar” uygulaması salgın ile mücadele teknik destek ve takip için oldukça güzel bir uygulama olarak göze çapmaktadır. Elbette kriz döneminde bu tür uygulamalar toplum tarafından desteklenmektedir. Ancak bu durumun olumsuz yönüne de değinmek gerekmektedir.
Covid-19 sürecinde yaşanan bu gelişmeler yapay zekâ ile güçlendirilmiş dijital gözetimin güçlenmesi anlamına gelmektedir. Bu da kişilerin izlenmesi ve haklarında birçok bilginin toplanması anlamına gelmektedir. Salgın ile mücadele adı altında ortaya çıkan bu uygulamalar birer temel hak ve hürriyet ihlali sonucuna kadar gidebilir. Hatta Trump’ın eski danışmanlarından Roger Stone, Bill Gates’in Corona virüsü ürettiğini ve Gates’in amacının insanlara çip takmak olduğunu ileri sürmüştür. Bu durum dijital kontrol çağına işaret etmektedir. Kişilerin vücut ısıları kontrol edilmekte, cep telefonu sinyalleri izlenmekte, seyahatleri denetlenmekte, kredi kartı bilgileri ve hatta sağlık bilgileri elde edilmektedir. Bu durum devletlere, insan davranışlarını izleme ve onları yönlendirme yetisi sağlamaktadır. İlk etapta vatandaşlar tarafından makul bulunan bu uygulamalar ilerleyen dönemlerde devletleri yumuşak totaliter, totaliter veya otoriter bir yapıya dönüştürme gücü sağlayacaktır. Devletler, ilerleyen dönemde elde ettikleri bu verileri kullanırken demokratik usullerden ayrılmamalıdır.
Ani ve acil müdahale gerektiren hususlarda devletler kimi zaman hazırlıksız yakalanabilmektedir. Bu durumda kriz yönetiminin etkinliği ön plana çıkmaktadır. Öngörülemeyen zamanlarda ortaya çıkan öngörülemeyen tehditlerin oluşturduğu krizler, örgütleri ve devletleri tehdit etmektedir. Covid-19 da devletleri hazırlıksız yakalamıştır. Bu açıdan kriz ile mücadelenin önemi ortaya çıkmaktadır. Devletler, ilerleyen süreçte krizlerle etkin mücadele etme açısından kriz yönetimine çalışmalarına ağırlık vermelidir. Türkiye’de yakın zamanda kurulan AFAD kriz yönetimi için önemli bir kurum olarak gösterilebilir. Yine kriz yönetiminde tüm paydaşların etkin çalışması önem taşımaktadır. Krizin ortaya çıkmasından sonra hızla ve ilgili bütün paydaşlarla kriz yönetimine ilişkin bir kurul teşekkül ettirilmelidir. Krizin ilk ortaya çıktığı dönemde hızlı karar alınması adına kanuni düzenleme olmaksızın hareket edilebilme veya var olan düzenlemeler yetersiz kalabilmektedir. Covid-19 sürecinde de birçok ülke için durum bu şekildedir. Bu durum yine vatandaşlar tarafından ilk etapta olumlu karşılanabilir. Ancak devletler hukuk devleti vasfını unutmamalıdır. Kanuni düzenleme olmaksızın yapılan idari tasarrufları “De facto” durum olarak kabul etmeleri, demokratik yapılarını otoriter hale yaklaştıracaktır. İlk etapta hızla alınan kararlar, kriz yönetimi süresince kamu yönetiminin önemli araçlarından bir tanesi olan “yönetişim” ile desteklenmelidir. Yönetişim, konuyla ilgili tüm aktörlerin karar almada katılımını gerektiren bir süreçtir. Bu sürecin göz ardı edilmesi, demokratik usullerle bağdaşmamaktadır. Bu nedenle tedbirin devlet tarafından hangi şartlarda alındığı kadar, idarenin bu tedbirleri nasıl uyguladığı da önem arz etmektedir. Gelecek dönemde idari fonksiyonu belirleyecek temel referanslardan bir tanesi bu durumdur.
Kamu politikası oluşturma sürecinde paydaşların kim olduğu önem taşımaktadır. Olağan dönemde kamu politikasının aktörleri, oluşturulacak olan politikanın gereklerine bağlı olarak, yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeylerde farklı farklı kademelerden meydana gelmektedir. Ancak Covid-19 süreciyle birlikte devletlerin daha otoriter bir yapıya dönüşeceği öngörülmektedir. Aynı zamanda yaşanan süreçte teknokrasinin güçlendiği de görülmüştür. Devletlerin siyasal karar alma yöntemleri değişime uğramıştır. İngiltere ve Türkiye örneğinden konuyu açıklayabiliriz. İngiltere ilk etapta aldığı siyasi bir karar ile “sürü bağışıklığı” yönetimini izleyeceğini ifade etmiştir. Ancak yaşanan süreçte ülke içinden çıkılamayacak kadar büyük sağlık problemleriyle karşılaşmıştır. Sağlık alt yapısının yetersiz kalınmasıyla birlikte devreye giren sağlık uzmanları süreci yönetmeye başlamıştır. Dolayısıyla İngiltere hükümeti başarısız bir görüntü vermiştir. Türkiye ise ilk günden oluşturduğu Bilim Kurulu eliyle süreci idare etme yolunu tercih etmiştir. Bilim Kurulu’nun tavsiye kararları, hükümetin izleyeceği yola ışık tutmuştur. Dolayısıyla teknokratların sürece olan olumlu katkıları, Türkiye özelinde görüldüğü üzere süreç yönetiminin selameti açısından oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Bu durum kamu yönetiminde alanında uzman kişilerin karar alma mekanizmasındaki önemini göstermektedir. Dolayısıyla salgın sonrasında devletlerin kamu yönetimi ve kamu politikalarını oluşturmada teknik bakımdan ehliyete daha fazla önem vereceği anlamına gelmektedir. Son olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte oluşturulan Cumhurbaşkanlığı Politika Kurullarının, yaşanan süreç göz önüne alınınca, önemi daha net ortaya çıkmaktadır. Kurulmuş olan politika kurullarının teknik ve kurumsal anlamda güçlendirilmesi ilerleyen dönemlerde yaşanabilecek sorunlar için Türkiye’nin savunma gücünü artıracaktır.
Yukarıda yapılan tespitlerin sonuçları itibarıyla, yaşanan salgın sürecinin küresel girdilerden hareketle mahalli çapta sonuçlara gebe olduğu ifade edilebilir. Her devlet kendi devlet yapısı, örgüt kültürü ve kamu yönetimi yapısıyla süreci yönlendirecektir. Bu noktada önemli olan şey devletlerin ve idarelerin yalnızca “ne” yaptığı değil, aynı zamanda “nasıl” yaptığıdır. Devletlerin kamu yönetimi sistemi de “nasıl” sorusunun cevabını içinde barındırır.
Salgınla ilgili benzer çalışmamız için bkz: “Kovid-19 Salgını ve Sonrası Devlet, Demokrasi ve Güvenlik Raporu”, Polis Akademisi Yayınları, 2020
https://www.pa.edu.tr/Upload/editor/files/Kovid-19%20Devlet,%20Demokrasi%20ve%20G%C3%BCvenlik.pdf,
Yazı görseli Kaynak: Kovid-19 Salgını ve Sonrası Devlet, Demokrasi ve Güvenlik Raporu”, Polis Akademisi Yayınları, 2020