Simyacı Kitabı Üzerine İki Farklı İnceleme
Kitaplar okuyucusunun yaşına, cinsiyetine, eğitim durumuna göre farklı anlamlar kazanır zihinlerde. Bir kitap üzerinden uzun zaman geçtikten sonra tekrar okunduğunda farklı etkiler bırakabilir okuyucuda. Yeniden elimize aldığımız bir kitapta altını çizdiğimiz cümlelerin bazen arttığını kimi zamanda etkisini kaybettiğini görebiliriz. Çünkü insan öğrenme süreci hiç bitmeyen, algıları olaylar karşısında farklı tutum ve davranışlar gösteren, çevresel şartların etkilerinin yarattığı değişimler ile sıkça karşılaşan bir varlık. Bu nedenle bir kitap, kişinin bulunduğu koşulların etkisi ile farklı anlamlar ve duygular yaratabilir zaman içerisinde. Nitekim bazı kitapları, geçen zamanın ardında bıraktığı kazanımlar veya kayıplarından sonra sonra tekrar okumak ve üzerinde düşünmek gerekebilir. Bu yazıda Simyacı kitabının farklı yaş, cinsiyet ve eğitim durumunda bulunan iki kişi üzerinde yarattığı etkilere yer verilmiştir.
Kaan AKMAN:
(Yaş: 25, Cinsiyet: Erkek, Eğitim Durumu: Yüksek Lisans)
Kitabın tamamına ve olay örgüsüne hâkim olmadan öncelikle koyunlar ve insanların gereksinimleri üzerine bir karşılaştırma yaparak başladım. Kitapta ilk olarak “Hiçbir zaman karar verme gereksinimi duymuyorlar” cümlesinin altını çizdim; karar verme gereksinimi üzerine düşünerek. Çünkü bu ciddi bir gereksinim hayatımızda. Koyunlar su ve yiyecekten başka bir şeye gereksinim duymadıklarını vurgularken yazar, kıyaslama yaptım çevremizdeki insanlarla. Öyle ki karar vermek için bir şeyin farkına varmak ve algıların sürekli canlı tutulması gerekiyor. Bu da günümüz şartlarında herkesin tercih ettiği bir davranış biçimi değil ne yazık ki.
Karar verme gereksiniminden sonra ikinci olarak kaygı üzerine tespitler dikkatimi çekti kitapta. Başta kendim olmak üzere çevremizdeki ve toplumumuzdaki insanların kaygısı üzerine düşündüm. Kaygımız eğlenmek mi? öğrenmek mi? çalışmak mı? Kaygılarımızı neler şekillendiriyor? Kaygılarımız bizlere neler yaptırıyor? gibi sorular sordum bu sayfalarda insanlar ve koyunların kaygılarından yola çıkarak. Koyunların her gün yeni bir yere gittiklerinin farkına varmaması, otlakların değiştiğini, mevsimlerin birbirine benzemediğini anlamaması zihnimde günümüz insanın durumu üzerine benzetmelere neden oldu. O halde sormak gerekir: Günümüzde bireyler kendilerinin ve toplumun değişiminin farkında mı? Dün ile bugünün birbirine benzemeyen yönlerini zihinlerinde şekillendirebiliyor mı?
Sayfalar ilerledikçe sıkça tekrar eden “kişisel menkıbesini aramak” ifadesi oldukça önemli. Nitekim herkes kendi kişisel menkıbesinin peşinde bu hayatta ve kendi kapasitesi ve imkanları doğrultusunda kişisel menkıbesi gerçekleştirmek için uğraşıyor. “Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyor.” cümlesi menkıbemiz ile düşlerimiz üzerine daha da derin düşünmemize yol açıyor. Hayatımızda bize mutluluk ve acı veren her şey aslında düşlerimizin gerçekleşmesi veya hayal kırıklığına uğraması ile bağlantılı sonucunu çıkarıyoruz okudukça. Kişisel menkıbemizi arama yolunda düşlerimizi hiç kaybetmemiz gerekiyor. “Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak.” cümlesinde de belirtildiği gibi aslında düşlerimiz bizim yaşama sebebimizdir. Fakat bir de öğüt vermiş bu düşleri gerçekleştirirken yazar “kaşıktaki iki damla yağı unutmamak kaydıyla.”
61. sayfanın üzerindeki boşluğa “Hayatta yeni bir yön vermek için çok geç mi? şeklinde bir soru iliştirmişim olay örgüsünden hareketle. Kişisel menkıbesini yeni bulanlar veya değiştirenler için hiçbir zaman geç olmasa gerek diye de yanıtladım bu soruyu. Fakat uyarmış yazar bu noktada, başkasının kişisel menkıbesine burnunu sokan kişinin kendi menkıbesini bulamayacağını hatırlatarak.
Son olarak kitabı yorumlarken olay örgüsüne değinmeyeceğim. Diğer okuyucuların neler çıkaracağını beklemek adına. Fakat kitap boyunca kendi kişisel menkıbemin ne olduğu üzerine sorgulamada bulundum ve en beğendim cümlenin “Her zaman şimdiyi yaşamayı başarabilirsen mutlu bir insan olursun.” olduğuna karar verdim. 188 sayfadan oluşan bu kitap üzerine belki uzun uzun yorumlar yapılabilir fakat temel olarak bunları ifade etmekle yetinerek, herkesin kişisel menkıbesini bulması ve hazinesine ulaşması diliyorum….
Sedef Coşkun:
(Yaş:17, Cinsiyet: Kadın, Eğitim Durumu: Lise 3)
Simyacı, bence her yaşa her kesime hitap eden bir kitap. Okuyucuya kişisel menkıbesini bulmasını ve bunun için çaba sarf etmesini aktarmak isteyen bu roman, aynı zamanda kişisel menkıbesi üzerine gerçek anlamda yoğunlaşanların yaratıcı tarafından yalnız bırakılmayacağını da belirtiyor. Dünya edebiyatının önemli eserlerinden olan bu romanı okurken yazarın sade dili ve üslubu sayesinde bir okuyucu olarak anlamakta zorlanmadım. Kitap Endülüslü çoban Santiago’ nun üst üste gördüğü rüya sebebiyle her şeyini bırakıp bir yolculuğa çıkmasını konu almış.
Kitapta ele alınan konu aslında gündelik yaşantımızla bağdaştırabileceğimiz birçok meseleyi içeriyor. Örneğin, Santiago’ nun çıktığı bu yolculuk için bir nevi bizim hayattaki mutluluğu arama serüvenimiz diyebiliriz. Santiago bu yolculukta çevresinden ve ruhundan etkileniyor. Yolculuğunda bazen ihanetle, bazen iyilikle, bazen aşkla, bazen dostlukla karşılaşıyor. Ve bu yolculukta öğrendiği şeyler onun hazinesi oluyor. Aslında aynı şeyler bizim için de geçerli. Biz de mutlu olmak için hedeflediğimiz amaca giden yolda birçok şeyden etkileniyor ve bunlardan ders çıkarıyoruz.
Bunların dışında dikkatimi çeken şey yazarın dinler üzerinde fazlaca durması oldu. ” Yüzleri peçeli kadınlar, yüksek kulelere çıkıp şarkı söyleyen adamlar ” , ” İmansızların tapınmaları ” gibi ifadeler, Hristiyanlıkla ilgili kişi ve örneklerin çokluğu, özellikle Santiago’ nun çalıştığı billuriye dükkanın sahibinin kişisel menkıbesini anlattığı bölüm, bende diğer dinlere karşı eleştirileri olan ve Hristiyanlığı öven bir profil uyandırdı. Yani din konusundaki görüşler, evrensel mesaj veren bir kitap için bence biraz fazlaydı. Ancak bunun haricinde baştan sona kadar akıcı olan, insanların sorunlarına ayna tutan ve asıl mesajı sona saklayan bu kitap bir kere okuyup bırakmak yerine zaman zaman okunmalı.
Son olarak yazarın sosyal yaşamımızla ilgili yaptığı tespitleri çok beğendiğimi söylemek istiyorum. Kitapta altı çizilecek güzel tespitler vardı. Bunlardan en beğendiğim ise şu oldu;
” Her zaman aynı insanları görürsek onları yaşamımızın bir parçası saymaya başlarız. Yaşamımızın bir parçası saydıkça da onlar bizim yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. Bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. Çünkü efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır.
Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini kesinlikle bilmez.”